Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Aralık 2018 Cumartesi

Lakırdı edebiyatı…/Abdulkerim Erdem

Eskilerde var idi 
kahvehâneler…
Kıraat edilirdi kerevet başında
Baş köşede idi dedem,
seksen yaşında

Lakırdı eden de var idi 
orada,
muhabbet eden de…
Hemen çay ikrâm edilirdi,
yeni biri gelende.

Sınır belliydi, 
söz büyüğündü elbette…
Çözülürdü her bir kördüğüm 
O mekânda, sabır ile…

Şimdilerde rağbet
"internet (ve) cafe"lere…
Sohbet mi ? 
Ne gezer…klavye tıkırtısı çok. 
Çıt yok…
"Laf u güzaf" çok, 
gece yarılarına dek uyku yok…
Ne ikrâm var, ne ruh, 
ne de bir sınır;
ha bire yazılır yorum,
dolaşılır forum forum…

Klavyeşör entelijansiya
bir de 
dokunuverse kaleme…

Dünyalılar,
"Lakırdı edebiyatı lisansı" almaya, 
"kil u kal"e hademe olmaya çok hevesli bu çağda !

Hani kıraathâne gibi de değil ki…
karşıda kimseler yok…
Ekran ardındaki muhatab,
ruhsuz ve soyut...
Atış serbest, ahkâm mübah…

Neyse ki;
soyut akîller de lâzım, 
bu âlemde…

28 Aralık 2018 Cuma

Menâfî-i şahsiyye...

Menâfî-i şahsiyye, ağu dolu bir kâse
İfsâd olan vücûdu eder sanki bir laşe
Mest-î müdâm zehr olur, izzet ikbâl mahv olur
İnsanlık itibarı, zilletle hem hâl olur
Menâfi-i abid, Zü'l Celâl'in ikrâmından
Hasbî olan âdemin buy-î, gülistanından
İnsaniyyet; kişinin zühtü ve takvasından
Kâmilin lisânı bal, gönlü kevser ırmağından

26 Aralık 2018 Çarşamba

Firavunla tanış mısınız ?...

Sanma firavun sadece vardı fi tarihinde
Herkesin firavunu da vardır kendi içinde…

O devrin firavunu ilâhınızım dedi de
Zulmü ve kibri ile girmişdi şeytan emrine
Boğuldu küfrü ile inanmadı mucizeye
Ve de hazreti ulul azim Musa peygambere…

Sanma firavun sadece vardı fi tarihinde
Herkesin firavunu da vardır kendi içinde;
O günahı süslü gösterir menfaati cazip
"Ben"lik tasmasıyla seni ortalıkta gezdirir.

Sanma firavun sadece vardı fi tarihinde
Herkesin firavunu da vardır kendi içinde…
O secdeden uzak tutar felsefeyle yetin der
Aklı hesap kitapda, kendini sunak zanneder.

Sanma firavun sadece vardı fi tarihinde
Herkesin firavunu da vardır içinde…
Ha bire plânlar yapar ince ince tasarlar.
İşine gelmeyenleri uçurumdan yuvarlar,
Menfaati bitmediyse güzel taklalar atar.

Firavun Mısır'da ya ! Piramitler altında ya !
Firavunlar sadece Mısır'da yaşadı sanma
Herkesin firavunu varmış kendi içinde ya !
Firavn egolulara, vücûdlar piramid ya !
Firavunlar sadece Mısır'da yaşadı sanma, 
Herkesin firavunu varmış kendi içinde ya !
Nefse kancayı takan şeytanlaşmış biçimde ya…

Ego firavunlaşmışsa, Hakk'tan uzaklaşmışsa
Vicdanları köreltmişse, kalpler nasırlaşmışsa;
İşte o vakit yarılır asayla Kızıldeniz
Şüphesiz ki son demlerde sararır bet ve beniz.
Son pişmanlık fayda vermez, sığınma hiç, çaresiz

25 Aralık 2018 Salı

İlhâm sağanağı..

İlhâm mekânda değil…
Ruhunda.
Kapısı açık gönülden
giren mülhime esintisi
var ya !
İşte onunla gelen...

Kelimelere
Ruh giydirende,
Kanatlanan mânâ kartalı
Var ya !
Yedi kat göğün zirvesinde
Derûnî mânâ denizinde
İşte o…

Buram buram tarih
Leylâk leylâk bahçe
Ilgıt ılgıt yel
Yaşlı bir merhâmet
Masumiyet timsali çocuk
Var ya
Görene, duyana, hissedene
İşte ilhâm.

Kışın beyazı
Baharın yeşili
Yazın sıcağı
Sonbaharın renk cümbüşü..
İlhâm sağanağı…!
Görene…

Doğan bebek,
Patlayan tomurcuk,
Yaşlı bir göz,
Beli bükük ihtiyar,
Nasırlı bir el,
Omuzda bir tabut.
İşte nasihat, işte ilhâm !
Bilene…

24 Aralık 2018 Pazartesi

Ephemera ve tefekkür…

Düşünmek; iç âlemden (enfüsî) Allah'a giden yolu bulduran bir rehberdir.
Ancak bu rehberin kirli fikir ve düşüncelerden arî olması, çıkarcılık ve geçim aklının (akl-ı maaş) için olmaması gereklidir.

Yazılı kaynaklar ve sözlü kültür üzerinden bu güne nakledilen bilgiler, insanlık tarihinde bu doğrultuda düşünen şahsiyyetlerin hikmet ve hakîkat ehli olduklarını göstermiştir.

Meselâ Aristo, Eflatun, Tao, Konfiçyus, Goethe, Dostovyeski, Tolstoy gibi ecnebî düşünürlerden yahut Biruni, Gazali, Mevlanâ, Yunus, Hacı Bektaş, Hacı Bayram....Necip Fazıl gibi bize ait değerlerden serdedilen hikmetlere bu gözle bakınca aynı kaynaktan beslendiklerini görmek mümkündür. Kaynak ise tefekkür !
☆☆☆
Akl-ı maaş için düşünce üreten yahut fikir serdeden zevâtın ise kısacık ömürlerini, dolayısı ile düşünme yetilerini mirasyedilere bırakıp gidecekleri mal-mülk, para-pul-eşya, tarla-tapan, arsa-bina için harcadıklarını bugün kendi etrafına bakan herkes görebilir.

Ephemera
"İnsan"lığa hak ve hakîkat adına bir şeyler yapmak yahut gelecek kuşaklara aktarmak gibi bir dertleri olmayanların "Ephemera"(*)'dan bir farkı yoktur ve olamazda...
☆☆☆
Yem ve yemlik peşinde geçirilen bir ömrün sonunda varılacak nihâî hedef ise: "KARA TOPRAK".

Halbuki bu dünya, rahat ve istirahat yeri değildir. Hakkı ve hakîkatı arayıp bulma yeridir.
Buna erişmenin yolu "düşünmek/ tefekkür"den geçer.
☆☆☆
  • Akleden arar, arayan bulur, bilen söyle(ye)mez, söyleyenler bilmeyenlerdir.
  • İçerde bulunur, dışarda görülür.
  • Sonuçlar sebeplere göredir.
  • Sebep ve sonuca bakarken müsebbibi görmeyen yanlış algılar.
  • Algısı sebep perdesinin ötesine geçmeyen ise sığlıkta boğulur.
☆☆☆
Hiç olmazsa kişi bir saatini münzevi bir şekilde bu tarz (pozitif) düşünme için ayırsa, tefekkürün furkân için kendisine ikrâm edilmiş bir ni'met olduğunu fark etse…!
__________
(*)Ephemera: Bir gün ya da bir kaç saat ergin yaşayan kısa ömürlü böcek. Kısa ömürlü.

23 Aralık 2018 Pazar

Ölçü ve ömür denilen günlük...

Neye göre ölçer insan...
Ölçücünün ölçüsü ne ?

Ölçüyü koyan ölçecek…
Öğrendin mi, birimi ne ?

"İşte halep işte arşın,
Ya aşarsın ya biçersin !"

"Kırk katır mı, kırk satır mı ?"
Söyle, hangisin seçersin ?

"Taş yerinde ağır" gelsin
"Ağır ol batman gelesin"
diyenlerin ölçüsü ne,
araştır ki, öğrenesin !

Hesap-kitap, hendeseden
Riyaziyattan, selaseden
Hem de kerrat cetvelinden
Bî-haberin ölçüsü ne ?

Ölçüsü olmayan insan
Ölçü tanımayan nâlân…!
Nihaî gün geldiğinde
Ölçüleceğine inan !

Âlemlerdeki ölçüyü
Görmek için ölçü gerek…
Ömür denilen günlüğü
O kâtipler tutsa gerek…

22 Aralık 2018 Cumartesi

Hikmet karinesi..


Neyin peşindesin hâlen, nelerin derdindesin.
Unuttun mu baksana ! el Hakim'in mülkündesin...
Al sana hikmet, ey cehâlet abidesi.
Kitap da elçisi de el Hâkim'in karinesi...

18 Aralık 2018 Salı

Bürünmüş muhabbet ete tırnağa...

Bırak bir kenara
huzursuzluğu,
"Bir" liman ara bul 
sığınmak için.
Selâmet sahili 
hiç uzak değil,
değersiz dünyaya 
üzülmek niçin ?

Vakit ırmağına
bırak kendini.
Silkinsen yıkarsın,
yeis bendini.
Neş'e ve muhabbet 
arayıp durma.
Her ne arıyorsan
hepsi şu anda.

Dostluk ve kardeşlik,
benzer tarağa.
Bürünmüştür muhabbet,
ete tırnağa.
Gözünü diken;
ufka, uzağa.
Düşer de durur,
önündeki tuzağa

17 Aralık 2018 Pazartesi

Atipik "ego" (ben/nefs) sendromu…

Kartvizit...Hamili kart yakinimdir !

Dikkat !
Bu sendromları olan hastalık bulaşıcıdır, kötü sonuçlara yol açar !
☆☆☆
Ve "ben" !
Dünyayı 
çiftliğim gibi kullanırım
İnsanları kölem…
☆☆☆
Ve "ben" !
Yok ki benden daha
güzeli,
zekisi,
cini,
hini,
âlimi !
Hatta ve hatta zâlimi !

Ve "ben" !
Öyle bir hesap yaparım ki;
sineğe baksam
kaç miligram yağ çıkaracağımı 
bilirim.
Sinek bile şaşırır kalır !

Ve "ben" !
Herkesi öyle idare ederim ki !
İnsanın yüzüne güler, 
zamanı gelince
sırtından hançerlerim.

Ve "ben" !
Kimi zaman 
"Saftirik"e yatarım,
karşımdakine
kendi uyanıklıklarını
bir bir sergiletirim !

Ve "ben" !
Deve kuşunu görmeden
civciv mi veririm ha !

Ve "ben" !
Almadan vermem,
bire on yetmez
belki yüz…

Ve "ben" !
Omuzlara basarak gelirim.
Gelene kadarki sinsiliğimi,
"Ben" bile benden saklarım.
Hem memlekette salak mı yok,
Ya da saftirik !

Ve "ben" !
Köprü başındaki ayı var ya
o dayım olur.
Köprü sonundaysa,
burnundan zincirli
esir ayım…

Ve "ben" !
Nankörlük karakterimdir,
yalakalık brövemi,
üçkağıtçılık sertifikamı, 
sömürgecilik diplomamı
"Ego" köşemde sergilerim…

Ve "ben" !
Deve kuşunu çok severim.
Tehlike geçene kadar;
kafamı kuma gömer,
herkesten kendimi gizlerim…!

Ve "ben" !
İşime gelmeyeni duymam…
Çıkarım yoksa kıpıdamam.

Ve "ben" !
Köpeğe kemik,
kediye süt,
örümceğe de böcek verir,
sonra keyifle, 
hayvanâtın
hayvânlığını seyrederim !

Ve "ben" !
İstersem
evlâdı anaya düşman,
kuzuyu kurda yem ederim !

Ve "ben" !
Sinsiliğimle;
iç âlemimi 
hiç mi hiç göstermem...!

Ve "ben" !
Cüzdanı vicdana,
her hâl u kârda yeğlerim…

Ve "ben" !
İşime gelirse;
din bezirgânı,
ezan ve bayrak sevdalısı 
olduğuma herkesi inandırırım.

Ve "ben" !
Çıkarım için
millet ve memleket düşmanlarıyla
işbirliğine gider;
düşmanlığımı da, sinsice
alttan alta serdederim…

Ve "ben" !
Sadece "Ben"i bilir
"Ben"i söylerim…
"Ben"i takmayanı;
ya hayatımdan silerim
ya dünyadan…
☆☆☆
Ve sonunda;
bendeki "Ben"i görenler
Kimi zaman adıma firavun
ya da nemrut dediler…
Neron, frankeştayn ya da 
pinoşe…

Ve hiç de oynamayı istemediğim 
son sahnede:
Azrail'den yerim
ters kroşe…
Uzanırım çukura birseksen…
Bağdat'tan dönen yanlış hesapları
veremediğime yanarım…
☆☆☆
Meğer "Ben" üç günlük dünyaya
ne çok kanmışım, nasıl da aldanmışım !
Vakit mi ?
Çooook geç…!

15 Aralık 2018 Cumartesi

İnsan arıyor, "insan"..

İnsan arıyor, insan !
Kalabalıklarda…
İvazsız, garezsiz,
hesabsız kitapsız insan…

Dost arıyor insan !
Allah için dost…
et ve tırnak gibi,
koyunla kuzusu gibi...

Vefa arıyor insan !
Suya hasret çöl,
ilâca muhtaç
bî-çâre gibi...

Muhabbet arıyor insan !
Mevlânâ'daki Şems,
ışığa hasret karanlık,
güneşe bakan ay gibi…

Dolaşıyor insan !
Altında binlerce kefensiz yatan,
üstünde ilâhi aşkla dolaşılan.
Kutsal topraklarda  gibi...

Huzur arıyor insan !
Huzurdan alıkoyan
Vehimlere bulaşık insan.
Huzur arıyor,
Hızır'ın ikrâmı Ab-ı Hayat gibi.

4 Aralık 2018 Salı

Kasım: Altın sarısı onca yaprak...

Kasım… 
Hasta yatağı toprak 
İşte yatıyor binlerle 
altın sarısı yaprak 
Sonbahâr mı ? yaşlılar yurdu… 

Bir vedâ şarkısı tutturmuş rüzgâr 
Ve…hazin ve hicran dolu hışırtılar. 
Elem mevsimini yaşayan toprağa 
sararmış benizli yaprağa 
Çökmüş hüzün… 

Sanki hepsi ölüm yatağında 
va’de tamamlanacak da, 
soluk benizlilere 
okunacak minareden hışırtılı bir selâ… 

Hiç yakıştırılır mıydı yeşil yaprağa, 
Dönmek…geldiği kara toprağa ! 

Esen rüzgârlara kapılmayı, 
dans ederek yerlerde savrulmayı 
dalından takatsiz kalıp kopmayı 
sürüm sürüm sürünmeyi 
hak edecek ne vardı ? 

Gelinlik giymiş gençliği, 
değiştirdiği beyaz çiçekli giysiyi, 
yeşil yapraklarla arz-ı endam etmeyi; 
geçmiş zamanlara terketmeyi 
Hiç mi hiç istememişti ! 

İşte bu gün dalları çırıl çıplak, 
Çalı çırpı ve odunlara dönmüş, 
O selvi boylu ağaca dön bir bak. 

Bir aralık, 
Beyaz örtü altına terk olunacak 
Altın sarısı onca yaprak.

2 Aralık 2018 Pazar

Elma kurdu ve medeniyyet tasavvuru...

Medeniyyet, sadece modern ve mega yapıların inşâ ve ikâmesi, ithal teknolojinin günlük hayatta yaygın ve sık kullanılması, eşya-giyim-kuşamın modern/çağdaş olması ile değil somut ve soyutun at başı bütünlüğü ile teşekkül ve tezahür eder.

Nasılki insanın zenaata yaklaşımı, estetik ve san'at anlayışı ve alt yapısı, kültür ve değer yargıları, inanç kaynaklı insanî davranışları birbirinden bağımsız değil ve bir bütünden kaynaklanıyor...işte medeniyyette öyle bir bütündür, öyle algılanmalı ve öyle tasavvur edilmelidir.

O hâlde; insan özelinde, yahut toplumun-milletin genelindeki medeniyyet tasavvuru, eğer bu bütünlükçü yaklaşım yoksa, yahut var idiyse ve bozulmaya yüz tutmuşsa veya yok edilmişse; işte o zaman insan/toplum popüler-çağdaş-egemen medeniyyetlerin doğrudan etkilerine, istilâsına maruz kalacak veya açık hâle gelecektir, yahut gelmiştir.


Biliyoruzki, medeniyyet tepeden tırnağa insanın hayata bakış açısını belirleyen bir mefhumdur.
Ve adını da o medeniyyeti şekillendiren kültür köklerinden alır, "Türk-İslâm Medeniyyeti" gibi.

Medeniyyeti; insanın ahlâkî alt yapısı, zenaata yaklaşımı, san'at ve estetik değerler anlayışı, duyguları ve fikirleri, kültürü ve edebiyatı, eğitim ve öğretimi, ekonomiye bakışı ve ekonomik hedef ve beklentileri, iş ahlâkı, sosyal hayattaki gündelik yaklaşımları ve davranışları gibi (medeniyyet çorbasındaki) unsurlar oluşturur.

Medeniyyetle ilgili mefhum ilerlemeyi, ileri toplum olmayı çağrıştırıyor bize...
 "Mukaddime" yazarı İbn-i Haldun, milletlerin ilerlemesinin o milleti oluşturan insanların ahlâkî yöndeki gelişiminin ardından gerçekleşeceğini belirtir.

Eğer insanın, dolayısı ile milletin değer algılarında ve ahlâkî yapısında fark edilebilir bir gelişme oluyorsa, ancak bu durumda maddî gelişme tetiklenir.

Ne zamanki tarih sahnesinde bir  kavim ve millette güzel vasıflar, sağlam bir ahlâk anlayışı gelişmeye başlamışsa  o peryodu maddî ilerleme ve kalkınma takip etmiştir.

Ve, ne zamanki ilerlemiş bir toplumda ahlâkî bozunma başlamışsa, sahip oldukları maddî gelişmişlik bozunmayı, çürümeyi, kokuşmayı getirmiştir.

Medeniyyet inşâsında işin ehline verilmesi önemli...Kültürümüzde de "işi ehline vermek" diye bir kavram var....

"Allah size, mutlaka emanetleri ehli olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder. Allah size ne güzel öğütler veriyor! Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği şey, mutlaka en güzeldir. Şüphesiz Allah her şeyi işiten ve her şeyi görendir.” (Nisa sûresi, 58)

Kimdir bu ehil ?
Değerler eğitimini ikmâl etmiş, işinin hakkını verecek bilgi-beceri-donanıma sahip, aklını ve zekâsını egosu için kullanmayan, adil, güzel ahlâk sahibi...olmalı değil mi ?

Ahî'lik denilen esnaf loncası; çıraklıktan ustalığa kadarki eğitim sürecinin takibi, her aşama geçişlerinde sınav heyetinin adayın hem zenaatına dair hem de ahlâkî ve insanî gelişimine daîr konularda yaptığı sınava göre olur verdiklerini biliyoruz. İşte ehliyet ve liyakat eğitimi ve değer yargısı oluşumu...maddî tarafı zenaatın öğrenilmesi ve işyeri açmaya giden süreç, manevî tarafı güzel ahlâk ve erdemin ikmali...

Buradan tek taraflı (maddî) ilerlemeye yeniden dönecek olursak;
gösterişli bir elma, içindeki elma kurduna ne kadar dayanabilir.
Kurtçuk, ilerleyen zaman diliminde gösterişli elma kabuğunu delik-deşik, içini de çürük-çarık hâle getirmez mi !

O hâlde bir toplumun-milletin ilerliyor olması, onu oluşturan insanların ve yukarıda ele alınan soyut değerlerindeki hassasiyetlerinin (somut olmayan kültürel değerler mirası da denilebilir) de maddî gelişmeye paralel olarak gelişmesine, ahlâkî hassasiyetlerinin artıyor olmasına göre değerlendirilir.

Eğer bütünlükçü/topyekün böyle bir gelişme varsa o toplum-millet- ilerliyor demektir, değilse...!
Hasıl-ı kelâm;
Medeniyyet "İşi ehil olanlara ver"erek inşâ, vermeyerek imhâ olur;
ehil olmayanların muktedir olduğu toplumda kargaşa, kaos, huzursuzluk artarken bu da toplumda gerilemeyi beraberinde getirir.

Medeniyyetin yolu, madde ve mana dünyalarını inşâ ve ihya etmekten geçer; temel ilkeleri ise: ehliyyet, liyakat, adalettir. Eğer hedef insanların mutluluğu ise...

İlmî, amelî, malî, ahlakî, fizikî bakımdan liyakat sahibi ehil insanlar ancak bu mânâda medeniyyet inşâsına katkı sağlar.

Elma kurdunu unutmamalı vesselâm...

30 Kasım 2018 Cuma

Kulluk için yarattı ya !.../Abdulkerim Erdem


A sevaplar peşinde bir ömür koşan kişi
Düzeni sen mi yarattın kuralını koyarsın

Yirmiyedi sevap derken bak nasıl da görmezsin
Fukaraya omuz silkip "git Allah versin" dersin

İlâhi hükümlerle aran mı yok acaba ?
Yoksa nefsin için miydi dualara bu çaba

Kur'an'a uyacaksan tamamı sana emir
Nefsine hoş gelenle yetindin hep sen zahir

Hesabına gelmeyene uymazsan ila ahir
Buyur hürriyet senin ilâhını değiştir

Ebedi huzur isteyen terketmeli isyanı
Gel ilâhî emre uy da terkine at nisyanı

Yer yüzünde yarattı aciz olan insanı
Ancak razı olanlar görürlermiş ihsanı

24 Kasım 2018 Cumartesi

Öğeler, sorular, irade, !


Ve aşk,
Aklı gönlün kontrolüne bağladı
Akıllılara uymayan bu yolda akılsızca yol aldı…

Ve akıl
Ölçtü biçti ve bir gün kendinden geçti
"Bana göre" diye diye minderlerde güreşti

Ve hayal,
Gah minik serçede yürek, 
gah zümrüd-ü anka ile mübârek

Ve rüya,
Bir an mazînin olmazlarıyla sarmaşık
Bin yıl ötede bilinmezlerle karışık

Ve hisler
Dün nefrette ifrat bugün sevgide tefrit
Bugünlerde nekes yarınlarda müsrif

Ve gönül
Sap ve saman peşinde sersefil
Niye var edildiğinden hep gafil

Ve sorular:
İnsan "Ben" dükkânındaki sermâyeyi nasıl yönetiyor ?
Kâr, zarar, başbaşa…

İnsan hangisini tercih ediyor ?
Mutedil, ifrât, tefrit…

Gidişat ne tarafa ?
İyiye...kötüye

Ve...ve...ve

23 Kasım 2018 Cuma

"Ben", "özçekim" ve narsisizm...


Panoramik bir arka plan bulunca kendini, "ben" dediğini, fotoğraf karesine tab ederek vitrinize etme hazzı var ya…!

Hazzın galibiyeti, yahut "insan"ın hazza mağlup oluşunun resmi işte...

Soğuk ve ruhsuz bir fotoğraf karesi ile dünyaya "ben"in çağrısı "bakın ben burdayım"…

"Ben" ile o kadar meşgul ki bugünün insanı; kısmen X kuşağı, çoğu Y ve Z kuşağı kendini diğer insanlara gösterme çabasında !

Bu durum, yâ'ni "ben gösterimi", Z kuşağında  ise çılgınlık düzeyinde; gösterimdeki "ben"; şu tatil beldesinde, havuz başında, sezlongda, leb-i derya balkonda.
Görün ben neredeyim ? Hangi beldelerdeyim, işte kaldığım mekân, bindiğim gondol, kulaç attığım olimpik havuz, işte arka planımda gothik tarz mimarîsi olan kilise(!)…

"Ben" falan butikten giyiniyorum…işte görün butik saray gibi döşediğim evimdeki eşyaları…
Kral/kraliçeler gibi yaşıyorum, masal ülkesinde geziniyorum. Cennet ayaklarımın altında, görün beni…

"Ben"in; görün beni çığlığı sanki bir feryad, siber âlemde yankılanıp duruyor...

Kendine aşık, kendini seyretmeye ve sergilemeye doyamayan kuşakların dominant olduğu bir çağda çığlıklar yarış hâlinde...

Ne garip bir sanrı değil mi ?
Biz fotoğraf karesi ile vitrinize ettiğimiz bir anımızı diğerleri görsün istiyoruz ve zannediyoruz ki, herkes bizim nerede olduğumuzu, kiminle olduğumuzu, ne yediğimizi-içtiğimizi, kimlerle birlikte olduğumuzu, giyim-kuşam ve eşyalarımızı öyle merak ediyor ve ilgiyle takip ediyor ki, haber alamasalar, göremeseler meraktan çatlayacaklar.
Geçenlerde otoparka doğru yürüyorum, yol kenarına yakın bir yerde çimenler üzerine sırt üstü yatmış bir genç, kollar yukarıda ve "özçekim" yapıyor…dünyayı unutmuş, sadece kendiyle meşgul...

Sadece kendine odaklanma, zihin dünyasında mükemmelleştirdiği kendine tapınma durumu beraberinde bir kişilik bozukluğuna, "özseverlik" denilen narsisizme kapı aralıyor.
Bu hastalık, mikrobun taşıyıcısı olan akıllı iletişim vasıtasıyla bütün dünyaya çok hızlı bir şekilde yayılırken; Y kuşağı bu teknoloji ile erken yaşlarda tanışmış, Z kuşağı ise bu enfekte ortamda doğup büyümüş olduğundan; dünyası bu olurken, enfeksiyon giderek ve kısmen X kuşağını, çok az düzeyde de olsa "üreme patlaması/ baby boomer" kuşağını (1945-1965 arası doğanlar) da etkilemiş görünüyor...

Kaynak(*)
Z kuşağı çocukları/gençleri evvelki şartları yaşamadıkları için klavye başı sosyalliğinin ruhsuz tıkırtıları arasında özgür, ferdi, sanal cesaret sahibi, istediği malumata hızlı ulaşabilen, alabildiğince egoist bir gelişme seyri içinde büyüdüğünden bu yapıyı vitrinize ederek tatmin olma derdinde. "Like" sayısı, "fenomen olma" güdüsü, "ben"i gösterime sokarak tatmin olma hazzını sürekli duymak istiyor, bu dürtü ile "ben" hep kamçılanıyor.

Böylece sosyal medya cemaatlerine mensubiyet, kendini olmak/görünmek istediği şekilde gösterme gayreti yanında, sığ bilgi/sığ idrak ile yetiniliyor...

Halbuki düşünse ya bir, başkalarını ne kadar ilgilendiriyorki sendeki "ben"...ondan herkeste de var !
Ayrıca "ben" varsa "sen" de var !...ve orada "biz" yok, çatışma zemini var, rekabet var, yarış var...

Öyle ki "ben" tapınılası bir ilâh olmuş sanki, ama olmamalı...
Putlaşmış "ben" ile "şirk"koştuğunun farkında mıdır acaba insan ?

"Ben" yerine " "ben"in özüne yönelmeli insan !

Yunus Emre ne güzel der:
"Beni bende demen, ben de değilim
Bir ben vardır bende, benden içeru

Beni benden alana ermez elim
Kim kadem basa Sultandan içeru

Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var, Süleyman'dan içeru
"

Beni aradan çıkarmak çok mu zor..?.!
________
(*)https://alternatifbankkariyer.com/2014/07/17/sessiz-kusak-baby-boomers-x-y-z-kusaklarina-genel-bakis/

21 Kasım 2018 Çarşamba

Agâh olmak dileyene ilm u irfân gerek...


İnsan olmak muradına mahlûkdan bir fark gerek
Âb-ı aşk-ı Muhammed’den gelecek bir ark gerek
Her nereye döner ise aşkta durak çark gerek
Terk gerek cümle hevâyı, tüm hevesi terk gerek

Ol âşık-ı bigâneye bir ulvî gaye gerek
Hem Mevlâya  varmak içün  masivâyı terk gerek
Agâh olmak dileyene ilim ve irfan gerek
Hû hecesini bilen içün başka söze ne gerek

19 Kasım 2018 Pazartesi

Güz güllerini döven dede, söz vermek ve Mustafâ…

Güneşli bir kasım günü, vakit öğlenin biraz sonu…bir saat içinde gördüklerim, yaşadıklarım ve düşündürdükleri:

14.30 için sözleştiğimiz bir ağabeyim ile görüşeceğimiz tesise beş dakika öncesinde vardım, ha bu arada yeri gelmişken, gençlik yıllarımdan bu yaşıma kadar randevulaşma ve randevu saati hakkında çok hassas olduğumu söylemeliyim… yol ve trafik durumu şartlarını da göz önüne alarak 5-10 dakika evvelinden gideceğim yerde olmak, bir ilke oldu bütün hayatımda.

Bununla ilgili olarak bir çok âyette ve hz. Peygamberin vaadleşme konusundaki davranış ve  hadislerinde bu düstûr insana hatırlatılır !

"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz"(Saff sûresi, 2).

"Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir"(Saff sûresi, 3)

"Allah, [sözleşmeleri bozmaktan]sakınanları sever" (Tevbe sûresi, 7)

"Ey iman edenler ! Sözlerinizi yerine getirin" (Maide sûresi, 1)

"Ahde (verilen söze) vefa edin; hiç şüphesiz ahitten (verilen sözlerden dolayı) hesap sorulacaktır"(İsra sûresi, 34)

"Müminler içinde Allah'a verdiği sözde duran nice erler var" (Ahzab sûresi, 23)

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm'de Meryem sûresinde hz.İsmail (54. âyet) ve hz. İshak (56. âyet) için;
"O, va’dinde, sözünde sâdıktı" buyurmaktadır.
☆☆☆
Sözünde durmakla ilgili olarak Peygamberimiz de "Söz vermek borç gibidir" buyurmuştur.

Diğer Hadis-i Şeriflerde de buyruldu ki:
"Vaat, söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun". (Deylemi)

"Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak". (İbni Neccar)

"Sözünde durmamak münafıklık alametidir". (İbni Neccar)

Yarın Kıyamet gününde içinizden bana en yakın olanınız, konuşurken en doğru konuşanınız, emaneti en iyi eda edeniniz, verdiği söze ve ahde en çok sadık kalanınız, ahlakı en güzel olanınız ve halka en yakın olanınızdır. (onların dertleriyle en çok ilgileneninizdir)

Sözünde durmayan kimsenin dini olmaz

Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, mutlaka verdiği sözü yerine getirsin

Hz.Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik gelmeden önceki dönemde  Hz. Peygamber (s.a.v.)le ticaret ilişkisi olan Abdullah Ebî'l-Hamsâ adlı bir genç peygambere bir defasında (filan zamanda ve yerde) beni biraz bekle, hemen gidip geleceğim hesaplarımızı te­mizleriz diyerek gider. Ancak verdiği sözü unutur.
Abdullah der ki;
Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, O’nu aynı yerde beklerken buldum. Resûlullâh (s.a.v.), yaptığım kusur karşısında beni azarlamayıp:

-Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum, buyurdu diye nakletmiştir.
☆☆☆ 
 Milli sairimiz Akif’in ahde vefayla ilgili bir hatırası...
M.Akif bir gün arkadaşı Eşref Edip ile öğle yemeğinde buluşmak için sözleşir.
Eşref Edip Vaniköy’de oturuyor; kendisi Beylerbeyinde.
Mehmed Akif öğleden bir saat evvel oraya gidecektir, o gün öyle bir yağmur yağmaktadır ki, sokaklardan seller akar.
Eşref Edip, Mehmet Akif'in böyle bir yağmurda gelemeyeceğini düşünür, hizmetçisine döneceğini söyleyerek, evden çıkıp yakın bir komşuya gider.
Bu arada yağmur da yağmaya devam etmektedir.
Eşref Edip evden çıktıktan bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura rağmen Eşref Edip’in evine gelmiştir.
Eşref Edip, evine döndüğünde Akif'in geldiğini hizmetçiden öğrenir. Akif sırılsıklam bir halde olmasına rağmen içeriye girmemiş, "selâm söyle" diyerek yağmura aldırmadan gerisin geriye gitmiştir.
Eşref Edip ertesi gün Akif'i bulur durumu anlatarak özür dilemek ister. Bu hadise sebebiyle çok kırılmış olan Mehmet Akif Eşref Edip’e:

-Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir….
☆☆☆
Nerde kalmıştık…
Ha evet, ağabeyim ile görüşmek üzere randavulaşmıştık…

Dışarıda verandanın altı da bir masada çay içip sohbet ettik.
Bir ara ağabey içeri gitti. Seyre dalıyorum masanın sol tarafında verandanın hemen dışındaki gülleri, sonbaharın son günlerinde beyazı kırmızısı sarısıyla arz-ı endâm etmeye devam etmekteler.

Yazdan kalan güllerin ter ü tâze yapraklarından eser kalmıyor giderek…pörsümeye yüz tutmuşlar, üşümüşler zâhir…son demlerini yaşıyorlar.

O da ne !
Elinde bastonuyla beli bükük, sağa sola yalpalayan, verandanın öteki ucundan bana doğru yürüyerek gelen bir dede...ama ne geliş…

Bastonunu havaya kaldırarak güz güllerini bastonuyla öldüresiye döverek, güllerin yapraklarını bir bir indiriyor.
Şaşkınlıkla bir an izleyip yerimden fırlayarak dedenin yanına vardım;

-Hayr'ola gülleri neden dövüyorsunuz ? Sizi çok mu üzdüler, kızdırdılar.

Dede, bir yandan bastonuyla son demlerini yaşamakta olan gülleri dövüyor, bir yandan da yere düşmekte olan gül yapraklarını seyrederek konuşuyordu...

-Bunları döküyorum ki yenileri gelecek, bunlar dökülmeden yenisi gelmez, ben bu işi biliyorum, bunların dökülmesi lâzım... diye diye vurmaya devam ediyordu.

Bu sırada ağabeyim içeriden çıktı, ben dedeyle konuşmaya çalışırken yanımıza geldi, aynı sözleri söylemeye devam eden dedenin dediklerini duyunca:

-Bak böyle yapınca dökülenin yerine yeni gül gelmez, bunlarda meyve oluşmaya başlamış, burayı dalıyla koparınca yeni sürgün sürer, diyen ağabeyime de dede aynı sözleri tekrarlayıp durdu:

-Ben biliyorum, bunlar dökülmeden yenisi gelmez
☆☆☆
-Ağabeyim mi ?
-O iş adamı, yerli ve millî sanayiye önem veren, imalatını ihraç eden, başarılı ve çalışkan bir fabrikatör…karşısındaki kim olursa olsun lafı eğip bükmeden söyleyen, (menfaat düşkünü olanlar gibi) nüfuz ve güç karşısında eğilip bükülmeyen, mütevazı, eğitime ciddi destekler sağlayan sosyal sorumluluk bilinci yüksek, dosdoğru bir adam…şehrin varoşlarında yaşayan fakir fukara, garip gurebayı kimliğini gizli tutarak giydiren, yediren, okul çağındaki onlarca fakir çocuğu tepeden tırnağa giydirerek ihtiyaçlarını gideren bir Allah kulu.

Böyle ahlâk sahiplerini Kur'an-ı Kerim şöyle tasvir eder: "Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak veren, her başağında yüz tanesi bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah (ihsanı) geniş olan ve hakkıyla bilendir." (Bakara sûresi, 261)

Ancak insanda infak ibadetine karşı bir muhalif yapı da vardır ki; o nefs…
Kur'an-ı Kerim'de;
"Nefisler cimriliğe meyillidir."(Nisa, süresi, 128) âyeti ile bu hakıkat bildirilmiştir.

Nefsin muhalefetine rağmen Allah'a itaat ve ibadet maksadı ile yapılacak faydalı her bir harcama(infak) "Allah yolunda" yapılmış olur, yâ'ni "fî sebîlillâh"tır. Bunun karşılığı ise, toprağa ekilen ve bire yedi yüz veren habbe/tohum örneği ile yukarıdaki âyette açıklanmıştır.

Allah Teâlâ ağabeyim gibi varlıklı insanların sayısını artırsın, varlarını çok ve bereketli etsin inşâ'Allah…
☆☆☆
İnsan seçkin, seçilmiş, safîleştirilmiş rafine insan, yâ'ni "Mustafâ" olmalı…bunu yaşantısında sürdürmeli ve şeytanî-nefsanî dürtülere teslim olup kirletmemeli !

Mustafâ, safvet kökünden gelir. Istıfâ(bir şeyin iyisini seçip ayıklamak, bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek. (seçmek), has ve seçilmiş mânâsına gelen bir isim. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu mübârek ismi, Sa'd sûresi 47. ayet âyette geçer: "Bismillahirrahmanirrahim""Ve innehum indenâ le minel mustafeynel ahyâr"(Şüphesiz onlar, bizim katımızda hayırlı, seçkin kimselerdendir).

Mustafâ ismi insanlık tarihinde ilk defa hz. Muhammed Mustafâ'ya verilen bir isim. Hakk teâlâ hz. Âdem'den o güne kadar bu ismi mahfuz tutmuş… bu isim hz. Peygambere dedesi Abdulmuttalip tarafından verilmiştir.

Ahlâk-ı Mustafâviyye (Hz. Muhammed Mustafâ'nın ahlâkı ki, Kur'an ahlâkıdır) sahibi olmaya çalışmak bütün mü'minlerin amacı değil midir !
☆☆☆
Konu güz güllerini döven dededen nerelere uzandı…
☆☆☆
Dede bastonuyla tam gaz vurup giderken masaya oturduk ve güz güllerini bastonuyla döven dedenin bana hatırlattığı âyeti konu ettik, âyet meali;

"Sizleri yaratan O'dur. Yaşlılık dönemine ulaştıracak, ömrünün son demlerindeki düşkünlük haline, bildiği şeyleri bilemeyecek hale geleceği günlere ulaştıran da O'dur" (Nahl sûresi, 70)

Evet dedenin bu davranışı bana yukarıda zikredilen âyeti hatırlattı, "dede bildiğini bilmez hale gelmişti", çocuklaşmıştı dede, işte bir âyetin tecellisi !

Hz. Peygamber yaşlılar ve yaşlılık hakkında buyuruyor ki;
"Allah'ım! Ömrün son demlerindeki düşkünlükten Sana sığınırım." (Buhâri)

"Yaşından dolayı bir yaşlıya hürmet eden gence, Allah yaşlılığında hürmet edecek kimseleri nasib eder." (Tirmizî)

Ve ne güzel o yaşlıya ki aşağıdaki müjdeyi duyanlardan olur:

"Rabbimiz Allah'tır diyerek dosdoğru bir hayat yaşayanlar, vefatları anında meleklerden şu müjdeyi alırlar: Korkmayın, üzülmeyin. Aksine size söz verilen cennete kavuşacağınız için sevinin. Biz bu dünyada sizin dostlarınız idik. Ahiret hayatında da yine dostlarınız olacağız. Şu andan itibaren artık canınız çektiği her şey ve Allah'ın size va'dettikleri; O, affı ve bağışı bol olan Rabbinizden bir ikram olarak sizi bekliyor." (Fussilet sûresi, 30)

Evet bir yaşlı adam düşünün ki, melekler kendisine yukarıdaki âyette bildirilen bir müjde veriyor !

Varlıklı bir iş adamı, bire yedi yüz hatta daha fazlası müjdesinin mazharı olacak infak ahlâkı sergiliyor !

15 Kasım 2018 Perşembe

Şahsiyyet ölçüsü: Vefa…



Vefa; 
kıymet bilmenin 
şaheser ifadesi. 

Vefa; 
dostun nişânesi 
riyakârın maskesi 
☆☆☆ 
Vefa zirvedir 
Kadirşinaslıkta 

Vefa seviyedir 
Hatırlayanda 
☆☆☆ 
Vefanın 
kökleri ihlas ve iman

Vefakârın paydaşı
Allah için seven
☆☆☆ 
Yokluğu mu ? 
Şahsiyyet nâkisesi 

Vefasızlık, 
bir huy-i bed ki 
şerairlik alameti. 

Vefasızın dostu  iblis
Paydaşı münafıktır…

13 Kasım 2018 Salı

Oku ! Nutfeden ahsen-i takvîme - II…

(Oku ! Nutfeden ahsen-i takvime-I ....yazısının devamı...)

İnsan gözlerini kapatıp düşünmeli  !
Ben kimim, ben neyim ?

Sorgulamaya bedenini irdeleyerek başlamalı...ben dediğim şey beden mi ?
Bedeninde yüz trilyon hücre, hücrelerin oluşturduğu dokular, dokuların bir araya gelerek oluşturduğu organlar, organların oluşturduğu sistemler....alt seviyede ise hücrenin temelinde bulunanlar karbonhidrat tipleri, protein tipleri, lipit tipleri, tuzlar, vitaminler, su....
İnorganik ve organik bileşik ve moleküllerin her biri atomlardan meydana gelmiş..

Sonra duygu irdelemesi yapmalı insan, ben dediğim şey duyguları olan bir şey...ben duygulardan mı ibaretim?
Öfke, nefret, sevgi, aşk, kıskançlık, hased, kibir, hoş görü....

İnsan düşünen, hayal kurabilen, şuurlu bir varlık...ben denilen düşünceden ibaret olan şey mi, yahut hayal ya da bilinç mi ?

Bilinç/şuur denilen mefhum nedir acaba !

Bir de şöyle bakmalı;  bilincin kendisi var, bilinçliliği idrak eden bir bilinç(ötesi) var…
Yukarıdakiler insanın mücerret/enfüsî tarafı.

Ben dediğimz mefhumun somut tarafına gelecek olursak...
Kendinizin bedensel gelişimini düşününüz…
Ben dediğiniz bedeniniz iki ayrı hücre halinde yâ'ni gametler(sperm-yumurta)…
Sonra tek hücre oldunuz zigot…
Sonra Gastrula-Blastulasınız…
Sırasıyla dokularınız oluşuyor…Organlarınız oluşuyor…Yeni doğuyorsunuz…Bebeksiniz…Çocuksunuz…

Atalarınızın gametlerinin hücresel aktarımını düşününüz ilk insana kadar yolculuk ediniz…
Siz ilk insanların kopyasının kopyasının….kopyasısınız…
DNA’nız ilk insandan bugüne kadar kesintiye uğramadı !

Gametler fertilizasyonla(döllenme) birleştiklerinde her bir ebeveynden gelen kromozomlar da birleşir (amfimiksis). İnsanda 2 üssü 23'ün karesi kadar, ya da 70,368,744,000,000 kromozomal açıdan farklı zigot meydana gelebilir..
Mayoz bölünmede gerçekleşen kromozomlar arası parça (dolayısı ile gen dizisi) değişimi (crossing over) olayı tek başına 4üssü23'ün karesi, veya 4,951,760,200,000,000,000,000,000,000 genetik olarak farklı olan zigot oluşumunu sağlar.
Bu muhteşem potansiyel içinden sizin bedensel özelliğiniz bu çeşitlilikten sadece birine sahip oldu....
Bir başka açıdan bakalım;
Yeni doğan kız çocuğunda 400.000 adet ana yumurta hücresi (primer ovosit)vardır. Ergenlikte bu sayı 83.000, 35 yaşında 30.000 civarı folikül vardır. Bunlar daha sonra yumurtaya (ovosite) dönüşerek büyüme peryoduna girerler.
Bir başka açıdan daha bakalım;
Sperm dakikada 1,5-3mm yol kateder. 1cm3’sperm sıvısında 60-120milyon sperm hücresi vardır. Çiftleşme esnasında kullanılan 3-3,5cm3 sperm sıvısı 200-300milyon sperm içerir.
Spermler 15-18cm yolu 6 saatte kateder, ancak 700-2500’ü yumurtaya ulaşır. Bunlardan ise bir tanesi yumurta ile birleşir ve zigot olur.
Zigotun büyüklüğü bir cm.nin 1/100'ü, ağırlığı 1gr.’ın 1/1.700.000'i kadardır. Bu hücre
100 milyon misli büyür ve 3,5 kg-50cm.lik bebek doğar.

İşte bir insanda bulunan 60-100 trilyon hücre ve çekirdeği bu tek hücre yâ'ni zigottan meydana gelir.

İnsanı meydana getiren zigot denilen bu ilk/tek hücre öyle bir hücre ki, insanı olduracak potansiyele sahip mükemmel bir dizaynı, materyali var, aynı zamanda sahip olduğu bilgiyle inşâ işlevlerini yapacak mimar ve ustalara/işçilere sahip bir hücre.

Bu süreç; gelişme,  mitoz bölünme(hücrelerin  ikiye bölünerek çoğalması), hücrelerin bir ya da bir çoğunun planlı bir yerlere göç etmesi/kaydırılması şeklindeki göç, büyüme, hücrelerin doku hücre tiplerine farklılaşması ve her bir hücrenin programlı ölümü (apoptoz) olarak sıralanabilen beş  histo-fizyolojik (doku-işlev) olayı içerir.

Bu olayların sonucunda, döllenmiş yumurtadan (zigot da denilen, oldukça özelleşmiş totipotent hücre), çok hücreli organizma oluşur.

En önemli gelişimsel değişiklikler embriyonal ve fetal evrelerde olursa da, bu hücresel olaylar hayat boyunca sürer.
İnsanın dış görünüşünde göze çarpıcı değişiklikler olmaksızın hücreleri çoğalır, göç eder, büyür ve farklılaşır ve sonunda ölür.

İnsanın doğum öncesi döneminde olan biçimlenme, iç (kalıtım) ve dış (çevre) şartlarının etkisi altındadır. Bunların kusursuz dengelenmesiyle, insanın dışa vuran görünümü (fenotip) ortaya çıkar.

İnsanın içerdiği, babası ve annesinden gelen genlerin toplamı, onun kalıtım kişiliğini (genotip) oluşturur.

Embriyo gelişmesinin ilk dönemlerinden başlayarak belirli bölgelerindeki hücre toplulukları, kendilerinden sonra farklılaşacak olanları yönlendirme yeteneğindeki özel proteinleri salgılarlar.
Bu proteinler sayesinde, indüksiyon (uyarma) olayları gerçekleşir.
En erken oluşan hücreler, birincil uyaran (indüktör) lardır ve saldıkları proteinleriyle dokuların oluşumunu indüklerler (uyarırlar).
Dokulardaki hücrelerin oluşması ikincil uyaran (evokatör) lar olarak davranır, çeşitli dokuların bir arada bulunarak organları biçimlendirmelerine yön veren proteinleri üretir. Üçüncü aşamada
organlardaki hücreler de üçüncül uyaran (individuatör) olarak salgıladıkları proteinlerle, sistemlerin oluşumunu örgütler.

Ve o başlangıçtaki tek hücreden çoğalıp farklılaşan hücreler kıkırdak, kemik, kan, kas, deri, sinir, bez...dokularına dönüşür, bunlarda organ ve sistemleri bir plan halinde oluşturarak, kemikler üzerine et(kas doku, bağ doku, yağ doku, sinir doku, deri...) giydirilip bütün sistemleri çalışan bir canlı (yavru) beden halinde yer yüzüne teşrif ediyor.
Yukarıda beden irdelemesinden bahsedilmişti....

AllahTeâlâ insanı gametlerden yaratışını, erkek ve dişiliği (gametlerdeki eşey kromozomu XY veya XX'nin) belirleyerek var ettiğini, embriyonik süreci, biyolojik süreci, suret/şekil verdiğini(morfoloji-anatomik plan), organların oluşumunu, yaşlanmayı bir çok sûre ve ayetlerde (*) insana bildirmiştir.

"Ben" denilen şeyin hakikatini enfusî (içsel) ve âfâkî(dışsal) idrak eden idrakin harekete geçebilmesinin yolu tefekkürden geçiyor vesselâm.
☆☆☆
Nutfeden insanı yaratan Rabbimiz onu "Ahsen-i takvîm” (en güzel surette) yarattığını, “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Tîn sûresi 1-5.âyetlerde buyurmaktadır.
İlliyyîn'de ruh olarak en güzel şekilde yaratılan insan daha sonra beden kafesine konularak “esfeli sâfilîn” denilen madde âlemine indirilmiştir 
"Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır."(Tîn sûresi, 6) da buyurulduğu üzere; yeryüzünde nasıl davranılması gerektiği de belirtilmiştir.

Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman da siz onun için hemen secdeye kapanın.”(Sâd sûresi 72.âyet)

"Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağımdemişti" (Bakara sûresi, 30).

Allah Teâla buyuruyor; "O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

İnsan hayrı ya da şerri, sevâbı ya da günahı tercih edebilen bir nefs ile var edildiğinden; dünya ve âhiret  tercihini yapma iradesi de insana verilmiştir.
İnsan, Kur’ân'a uygun yaşantı tarzını benimsediği ölçüde "ahsen-i takvîm"e, yâ'ni en güzel yaratılış hassasına erişmiş olur.

Rabbinin insana verdiği kıymeti, lutfettiği sayısız nîmetleri, “ahsen-i takvîm” üzere yaratıldığını unutmamalı insan ! 
Ruh ve beden yönünden yaratılmışların en güzeli olan insan nefsinin arzu ve heves rüzgârlarına teslim olup geçici zevklerin peşinde ömrünü tüketmemeli !

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
“Biz, insanı ahsen-i takvim üzere yarattık.” (Tîn sûresi,4)
☆☆☆

(*)Kur'an-ı Kerim'de insanın yaratılışı ile ilgili sûre ve ayetler:
2/28- Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda ona döndürüleceksiniz.

4/1- Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde bir gözetleyicidir.

7/11- Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Adem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

7/189- Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.

15/26- Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.

16/78- Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

18/37- Arkadaşı ona cevap vererek dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı ediyorsun?”

Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler için ayrıca bakınız:

22/5- Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hale gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.

23/12- Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
23/13- Sonra onu az bir su (meni) halinde sağlam bir karargaha (ana rahmine) yerleştirdik.
23/14- Sonra bu az suyu “alaka” haline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!
23/15- Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
23/16- Sonra yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.
Alaka”, erkeğin spermiyle döllenmiş dişi yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli demektir.,
"Mudga”, ceninin, üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıyan, henüz uzuvları oluşmamış şekli demektir.

30/20- Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.

30/54- Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.

32/5- Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde ona yükselir.
32/6- İşte Allah gaybı da görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
32/7- O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.
32/8- Sonra onun neslini bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı.
32/9- Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!

35/11- Allah sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. Allah’ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır ne de doğurur. Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) olmasın. Şüphesiz bu Allah’a kolaydır.

36/68- Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?

36/77- İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.

39/6- O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan1 eşini var etti. …..Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hakimiyet) yalnız onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?

40/64- Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!

40/67- O, sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra “alaka”dan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar.

41/47- Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok.”

46/15- Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”

49/13- Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.

53/45,46- Şüphesiz O iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.

55/3- İnsanı yarattı.

56/57- Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?
56/58- Attığınız o meniye ne dersiniz?!

64/3- Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş yalnız O’nadır.

67/23- De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
67/24- De ki: “O, Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak onun huzurunda toplanacaksınız.”

70/39- Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden (meniden) yarattık.

71/13- ‘Size ne oluyor da Allah için bir vakar (saygınlık, büyüklük) ummuyorsunuz?’
71/14- ‘Halbuki, o sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.’

75/36- İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.
75/37- O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?
75/38- Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.
75/39- Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.

76/1- İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.
76/2- Şüphesiz biz insanı, karışım halindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

76/28- Onları biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz.

77/20- Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı?
77/21,22- Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.
77/23- Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!

78/8- Sizleri (erkekli-dişili) eşler halinde yarattık.
80/17- Kahrolası (inkarcı) insan! Ne nankördür o!
80/18- Allah onu hangi şeyden yarattı?
80/19- Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.
80/20- Sonra ona yolu kolaylaştırdı.

82/6,7,8- Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?,

86/5- Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın.
86/6- Fışkırıp çıkan bir sudan yaratıldı.
86/7- Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.

90/8,9,10- Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?

92/3- Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki,
95/4- Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.

96/1,2- Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” dan yarattı.