Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

30 Eylül 2018 Pazar

Yazık ! Kefeni kara, toprağı kapkara…/ Abdulkerim Erdem

Paragöz...
Kimi insanlıktan çıkmış kardeşim
İçtiği para hem saçtığı para
Selâm versen hadi uçlan der gibi
Uyanıkken para uykuda para

Helal mi demeden hırsla peşinden
Gittiği para hem koştuğu para 
İnsanlık alemine açmış ki yara
Dostluğu para düşmanlığı para

İnsanı görmez de cebini görür
Aklında para hem fikrinde para
Kimden ne kırpacam gözüyle bakar
Paralar ! gün gelir taptığın para

Gece gündüz  kelepir arar durur
Bulduğu kelepire hep  kusur bulur
Alır satar kelepiri kusursuz gibi
İşte kalpazan bu işte kalp para

Üç kuruşluk iş yapar beş katı ister
Hem dini para hem imanı para
Haramın binâsı olur mu…İşte
Kefenin kara toprağın kapkara
Değer bildiği tek şey para dünyada
Kanaatkâr olamadı ki hiç hayatta
Anlaşmak mümkünmü sahtekârla dünyada
Dünyada geçer de ahirette geçmez para

29 Eylül 2018 Cumartesi

“Yeşil Kimya”: Ya konfordan vazgeçeceksin ya dünyanın sonu gelecek…!

Bugünkü bilgiler ışığında bildiğimiz şekli ile “hayat formu” yâ’ni canlılık evrende sadece yeryüzünde, “dünya”mızda var.

Ve bu hayat formu “canlı” olarak nitelendirdiğimiz bütün formlar (bakteri, bitki, hayvan) kendine özgü ve çok hassas ekosistem çeşitlerinde belirli tolerans(hoş görü) kriterlerine uygun olabildikleri takdirde hayatta kalabilmekte ve hayatiyetlerini sürdürebilmektedirler.

Sınırlayıcı ekolojik faktörlerden birisinin asgari seviyenin altına düşmesi demek o türün hayatını sürdürememesi demektir, diğer faktörler optimum düzeyde bile olsa…buna bir misâl verecek olursak: 
Oksijeni kısa bir süreliğine yok varsaydığımızda veya minimum değerin altında olsa, diğer bütün ihtiyaç duyulanlar mevcut olsa dahi hayat son bulur, oksijenli solunum yapan canlı için… 

Canlı hayatın çalışma mekanizmasının temeli kimyasal bir zeminde yürümektedir.
☆☆☆
İnsanoğlu bilimdeki gelişmeler ile kimyasal mekanizmaları malzeme üretimi için yoğun bir şekilde kullanarak bir çok ürün geliştirmiş ve geliştirmektedir.

Ancak kimyasal süreçler ile gerek üretim aşamasında gerekse üretilen ürünlerin kullanılması esnasında ne yazıkki bir çok zehirli/toksik yan ürün ve/veya atık madde oluşabilmekte, bunlar hava, su yahut toprağa karışarak canlıların hayatını kısa veya uzun vadede doğrudan yahut dolaylı etkilemektedirler.

Dünyanın ve canlı hayatın özellikle 20. yüzyıldan itibaren maruz kaldığı bu çevresel etki/kirlilik parametreleri ekosistemde gün geçtikçe daha da artmaktadır.
Bu yüzden ülke yönetimleri ve uluslararası teşkilatlar bu konuda tedbirler almaya, anlaşmalar yapmaya çalışmaktadırlar.
20.yüzyılın ikinci yarısından itibaren bu sebeple kimya alanında ve kimya mühendisliğinde "Yeşil Kimya" terimi ortaya atılarak bu konuda çalışmalar yapılmaya başlanmıştır.

Yeşil kimya sürdürülebilir canlılık için toksik/zehirleyen madde kullanımının ve zararlı atıkların oluşmasının sınırlandırılması şeklinde yürütülecek kimya mühendisliği çalışmalarını ifade eder.

Buna göre;
  • Tüm ürünler kullanım süresince toksik olmayacak, atıklar geri dönüşümlü ve doğada parçalanabilir olmalı 
  • Fosil yakıt(petrol-kömür) tabanlı ve özellikle petrol türevi ürünlerin kullanımı sınırlandırılmalı 
  • Laboratuvar ve üretim şartları çevre ve insan sağlığına uygun halde olmalı 
  • Üretim aşamasında hem yan atık ürün miktarı hem de enerji girdisi minimum olmalı 
  • Kimya mühendisleri ve kimyagerler yeşil kimya proseslerine dikkat etmeli 
Bu noktaya ise özellikle birkaç büyük çevresel felaket ve endüstriyel kazalar sonrasında gelinmiştir.

1950'li yıllar sonrasında denizel, karasal ve tatlısu ekosistemlerinin maruz kaldıkları toksik kimyasallar tarafından giderek daha çok bozulmaya başlaması sonucu bu konuda araştırma çalışmaları ve sonuçları gündem oluşturmaya başladı.

Ülkeler bazında çevre politikaları oluşturulmaya ve çevre mevzuatları parlamentoların gündemine alınmaya başladı.
Bu konuda ana hatları ile;
  • Hava kirliliği, 
  • İç suların ve denizlerin kirlenmesi, 
  • Karasal ekosistemlerin kirlenmesi, 
  • Yeşil çevre tahribatı
  • Tehlikeli ve toksik maddeler ile ilgili mevzuat
Bu tedbir alma faaliyetleri sonrasında gelinen noktada ise;
İnsanoğlunun bugünkü bilimsel çalışmalar ile elde edilen ve kullanımına sunulan ürünlerin üretimleri esnasında uygulanan kimyasal süreçler için hem bilim çevreleri ve hem de kimya sanayisi için kriterler belirlenmiş, bu kriterlere uygun ürün geliştirilmesi  ve üretilmesi ön plana çıkmaya başlamıştır...bu da “Yeşil Kimya”  olarak ifade edilmektedir.

Günümüzde “yeşil kimya” için kabul gören 12 temel prensip(*) vardır, bunlar: 
  1. Atık oluştuktan sonra bertaraf edilmesi ile uğraşmak yerine üretim süreçlerinde atık oluşumunun önlenmesi…(Önleme)
  2. Atom optimizasyonunu sağlamak boşa gitmeyen her bir atom hem çevre hem üretici için yararlıdır. (Atom ekonomisi)
  3. Çevre ve insan sağlığına etkisi çok az olan veya tehlikesiz maddelerin kullanımı ve üretimi süreçleri tasarlanmalıdır (Tehlikeli Kimyasalların Azaltılması)
  4. Kimyasal süreçler, o ürünlerden beklenen performansı koruyarak zehir (toksik) etkilerini en aza düşürecek şekilde tasarlanmalıdır.(Güvenli Kimyasalların Tasarımı)
  5. Üretim esnasında yardımcı maddelerin (örneğin çözücüler, ayırma maddeleri vb.) mümkünse kullanılmamalı veya en tehlikesizinin seçilmesi. (Güvenli Çözücüler ve Yardımcı Maddeler Kullanmak) 
  6. Üretim şartları, en üst seviyede enerji tasarrufunuyapacak şekilde düzenlemelidir. (Enerji Tasarrufu)
  7. Mümkünse tükenen kaynaklar yerine yenilenebilir ham madde ve besin kaynakları tercih edilmelidir. (Yenilenebilir Besin Kaynaklarının Kullanımı) 
  8. Kimyasal/fiziksel süreçlerin değiştirilmesi mümkün olduğunca ya azaltılmalı veya kullanılmamalıdır. Böylece gereksiz maddeler kullanılmamış ve atık oluşamamış olur. (Yan Ürünlerin Azaltılması) 
  9. Üretim sürecinde katalizörler (mesela basınç ya da sıcaklık artırılarak) verim artırılabilir. Enerji tasarrufu sağalamak yanında reaksiyon hızı artrarak üretimin daha kısa sürede gerçekleşmesi yoluna gidilebilir. (Katalizör kullanımı) 
  10. Kimyasal yolla üretilen ürünler, kullanım ömrünü tamamladığında, tabiatta bozunabilir/parçalanabilir olacak şekilde tasarlanmalıdır. (Bozunmanın Tasarımı)
  11. Tehlikeli maddelerin üretimi süreçlerinde kirlilik/atık oluşumunun izlenmesi ve kontrolü için ileri analitik yöntemleri geliştirmeye çalışmalıdır. (Kirliliği Önlemenin İzlenmesi ve Çözümlenmesi)
  12. Kimyasal üretim sürecinde girdi maddelerden kaynaklanacak; sızıntı, yangın, parlama, patlama gibi kimyasal kaza risklerini en aza indirgeyecek hammadde seçiminde özen gösterilmelidir.(Kazaların Önlenmesi İçin Daha Güvenli Kimya)
☆☆☆
Etrafımızda gördüğümüz ürünlerin, alet-edevat ve eşyaların neredeyse tamamının belirli üretim prosesleri ile kimya endüstrisi çalışmaları sayesinde kullanımımıza sunulduğunu biliyoruz.
Kumaş boyalarından tutunuz, su bazlı veya yağlı boyaya, oyuncaklardan tutunuz, mobilya, otomobil aksamı,  giyim, kuşam, aksesuar, plastik, polimer, yapıştırıcı kimyasallar, gıda boyaları, yer döşemeleri, klima-buzdolabı soğutucusu gazlar, kimi spreyler, endüstriyel ekipmanlar, sağlık ürünleri ve ekipmanları, .....' a kadar.

Bunun için bir yandan bugünki nesillerin konforu için yeryüzündeki mevcut elementler tüketilirken, diğer yandan üretim, kullanım yahut kullanım ömrünün tamamlanma aşamalarından birinde bunlar çevreye atık madde olarak dönmektedir...bunun sonucunda ekosistemlerde pestisitlerin, toksik/kanserojen olanların miktarı her geçen gün artmaktadır....


Bugün çevre; kimyasal atıklar, tıbbî atıklar, pestisid (herbisit, fungisit, insektisit)ler, radyoaktif atıklar vb.leri nedeniyle taşıma kapasitesini giderek  aşmaktadır bir çok ekosistem tipinde.

Daha doğal bir hayat için;  ya daha az konfora razı olacak insanoğlu, ya da yeryüzündeki canlı (hayat) müstakbelde insanoğlu eliyle ve marifetiyle son bulacak !

"Yeşil kimya" yoluyla üretilen ürünlere; ülkelerin, bilim insanlarının, üretici ve tüketicilerin yönelmesi için daha ne kadar felaket yaşamalı insan, görünen köy işte şurda !

Bu ise ancak bilinçli ve eğitimli insanların eliyle gerçekleşir...
__________
(*)Yeşil Kimya için oniki temel ilke (bakınız: http://www.greenchemistry.ca)

27 Eylül 2018 Perşembe

Vakit dem vakti...

Ruh, akıl ve nefs
ikrâm imiş ta ezelden...
Malzeme doğuştan hazır...
Vakit dem vakti...

Aşk kazanında
demlenen bir aş...
Sanki b(a) dır
insandaki göz ile kaş
Vakit dem vakti...

Hayal gemisinin
dümeninde baş...
Vehimler mi ?
Şeytanla sarmaş ve dolaş...
Gel vazgeç sen
hevâ ve hevesden.
Vakit dem vakti...

Hayat
dünya encamının bağışı...
Huzur
alnının secde ile tanışı...
Vakit dem vakti...

Muhabbet;
aslın fasla cezbesi...
Kelâm;
ezelin hüküm karnesi...
Vakit dem vakti...

Dünyaya 
şöyle bir öteden baksan;
göreceksin ki, bir oyun ve oynaş...
İnsanın taşıdığı etikete bak sen
Azîz yahut zelîl ve salaş...
Vakit dem vakti...

Gönül demliğinde
demlenir aşk ile iman,
hayatım dediği bardak olan ömürde
içer içer de kanar ya insan
Vakit dem vakti...

Bir de bir,
on da; bir, bir, bir,
milyon da...
İstersen sayarsın 
hepsini bir bir...
Gel sen gör ki,
hepsinin aslı bir...
Vakit dem vakti...

Vakit dem vakti,
madem insan doğmak nasib olmuş
Vakit;
insanlığını demleme vakti...

Vakit dem vakti...
Taşmadan, taşkınlaşmadan
insanlığının demlenme vakti...

Yahut azıp sapıtarak gidene
Teneşirde "pâk"(!)lanma vakti

Şikâyetin kime yahut kimden ?.../Abdulkerim Erdem

Allah'ın halk ettiğini
Kullara şikâyet etme
Her hâline sen hep şükret
Allah'tan şikâyet etme

Su-i istimâldir gayet
Allah'ın âyetlerini
Zulme uğramışsan şayet
 Allah'a et sen şikâyet

Kulu kula anlatmayla
Yek diğerin aldatmayla
Kerih nefsi parlatmayla
Yaratıcıyla harb etme

Sakın ha ! Zillete  düşme
İzzet ile kemâli bul
Câhil ile kalkıp düşme
İlim ile irfânı bul

26 Eylül 2018 Çarşamba

İroniden gerçeğe:kukla, kum kale ve kaz çobanı...

Seyirlik bir sahne, perdenin arkasında kuklacı, önde kuklalar...

Kuklacı iki kukla için farklı ses tonuyla seslendirme yapıyor kuklalarını iple oynatırken...

Kuklalardan biri safça sorular sorarak bön olduğunu hissettirmeye çalışıyor diğerine...bir de üstüne üstlük "saf"a yatarak, kıvrak zekâlı !

Seyirci yutar mı ? Homurdanıyorlar...

Gayesi de hiç belli  olmuyor sanki, sağdığı bilgi üzerine ince siyaset inşâsı gelecek tabi.
Ve seyirlik devam ediyor...
☆☆☆
İçinde bulunduğu çevrede, bönlük kokan
o ince(!) zekâsıyla iş çeviren karakterde muhteremler her daim var...amiyane tabir ile "saf"a yatan kurnazlar !

Gerçek hayatta insanları kukla gibi oynatan kuklacı görmediniz mi ?

Münzevi misiniz ?

Peki kuklacının ve oynattığı kuklaların aklı başındaki insanlar üzerinde gerçeklik algısı yarattığına şahit olanınız var mı ?

Çocuklar ve aklı yitikler hariç tabi !

Onlar akıl baliğ değiller ve muaflar…da akıl baliğ olan reşit bireylere ne demeli !

Eğer kısa günün kârına fit oluyorlarsa onu bilmem !
☆☆☆

Kumdan kaleyi inşâ edip üzerine çöpten bir bayrak diken, yanına oturup seyreden sahildeki çocukları seyretmeyen yoktur...

Kumdan kale yapan "iş bitirici" şahıslar da şezlonga oturup kahvesini yudumlarken bir de keyif "cigara"sı yakıyordur...
Ve sonra, deli rüzgârların önüne kattığı dalgaların yer ile yeksân edeceği kumdan kaleyi, mağrur ve müstekbir-âne terkediyordur !

Bu sahne görülmeye değer hani !

Neredeyse davullar zurnalar çalacak, folkör ekibinin başı mendil sallayıp önünde diz kıracak…iş bitirici de, mağrur bir eda ve bıyık altı gülüşü ile, kumdan kaleyi feth etmiş muzaffer bir kumandan gibi…yahut mareşal gibi uygun adım gidecek !
☆☆☆
Kendini "saf" gösteren uyanıkların küçük dünyevi çıkarları uğruna riyakârca ve münafıkça davranışlarının hesabı ötede kesilecek tabi, burda kesilmese bile...!


Her toplumda görebileceğiniz böylesi münafık ve riyakâr tiplere ne kadar güvenebilirsiniz ?

Ey riyası suratından okunan; ömür tükeniyor, bu siyaseti nereye kadar sürdürebilirsin ?

Ve ey güdümlü insan, kendini kullandırırken  özgür iradeni çürüttüğünün farkında mısın ?
☆☆☆
Böylelerine demeli ki;
Peh…!  Hadi ordan, kuklaların olmasa neyini oynatacaksın...burnunu mu ?

Her yanı oynak işte, adaaam sende !
☆☆☆
Kaz çobanı ve kazın ayağı !

"Kaz çobanı" veya "üç kazı güdemez"
 derler toplumda hani beceriksizliği tescillilere..."kaz kafalı derler" kafası basmayana,.”kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” derler, hesap kitap(!) adamına, “kazın ayağı öyle değil derler” işin künhünü gözden kaçırmak isteyene, yahut işin aslına vakıf olmayıp görünüşe inanana…

“Kazın ayağı öyle değil” deyişi Hoca Nasreddin’e hamledilir;

Nasreddin Hoca moğolların anadoluyu istilâsı esnasında hükümdâr Timur’a hediye etmek üzere bir kaz kızartır ve götürmek için yola koyulur.

Ancak yolda iken acıkır ve yanındaki kızarmış kaz da iştihasını kabartmıştır.

Oturur bir ağaç gölgeliğine, açar çıkınını kızarmış kazın bir budunu (bacağını) kopartarak mideye indirir.

Tekrar yola koyulan Nasreddin hoca Timur'un ikâmet ettiği yere varır ve Timurleng’in huzuruna kabul edilir.

Timur’un bir ayağı topal olduğundan kendisine "Timurleng" denilmektedir.

Nasreddin hoca kızarmış kazı çıkınından çıkarıp Timurleng’e uzatır.

Timurleng bakar ki kızarmış kaz tek ayaklı, bir ayağı var diğeri yok.

Nasreddin’in tek ayaklı kızarmış kazı kendi topallığını hatırlatmak ve kendini küçümsemek için getirdiğini düşünerek hiddetlenir.

Bunu farkeden Nasreddin hoca durumu kurtarmak için dışarıdaki çeşmeyi işaret ederek hemen söze girer:

–Akşehir’in kazları hep tek bacaklıdır  Hakanım, bakın çeşme civarındaki kazlar hep tek bacaklı, görüyor musunuz ?,  der.

Çeşme civarındaki kazlar tek bacaklarını altlarına almış diğer ayak üzerinde uyuklamaktadırlar...

Timurleng:

– Öyle yağma yok Nasreddin, “kazın ayağı öyle değil” diyerek yanına bir adamını çağırır ve;

-Git bir değnek al, şu çeşme başındaki kazlara vuruver, diye emreder.

Değnekli adam çeşme civarında uyuklamakta olan kazların yanına varır, değneğini dokundurduğu kaz uykudan uyanır ve iki ayak ile kaçmaya başlar.

Timurleng Nasreddin’e;

–Hani Akşehir’in kazları tek ayaklıydı, deyince

–Haşmetmeab Hakan’ım, kazlara vurdukları o değnek ile size vursalardı, siz dahi dört ayaklı olur kaçardınız, der...
☆☆☆
Kumdan kaleye bayrak diken "iş bitirici" çocuk, cambazlığın lüzumu yok; "kazın ayağı öyle değil", deve kuşu olmadığını biliyoruz, sen kendini öyle zannetsen de !
☆☆☆
Ahlâkı güzel olmayanın işi düzgün olur mu ?
Riya hastalığına şifa mı arıyorsun "Dosdoğru ol ! "
Yarın teneşirde senin yerine yatacak olan yok !

24 Eylül 2018 Pazartesi

Kuşluk vakti armonisi; karga ve bülbül...

Sussun artık şu kargalar,
susturun şunları...!
Bet sesleri ile
insicâmı bozuyorlar;
âheng yok, akord bozuk…
☆☆☆
Şu karga var ya !
Saldırgan, kindar, 
bencil…
Hele de kara olanı…
Kapkara,
sanki rüsvay,
sanki rezalet içinde yüzmüş…
Günâh kiri ile dolaşan,
egosu tavan yapmışlar gibi...
Edebsiz, hırsız ve arsızlar gibi
kara, kapkara…
☆☆☆
Ve saksağan,
sanki karganın tövbekârından ...
Karalığının arasına
bir kaç ak çalınmış...
Yarısı kara, yarısı ak...
İyilik ile kötülük karışmış gibi...
Sesi mi ?
Onunki de bet…!
☆☆☆
Keklik, kınalı.
Kurbiyeti için kına yakılmış gibi,
çağıldıyor dağlarda…
Ve bakıyor
Sürülere uzaktan.
☆☆☆
Şuracıkta işte bülbül, çalıda.
Geçmiş gülün karşısına
ötüyor, âheng ile.
Bülbülî dilden
ayin-i şerifin icrâsında.
Hem de
bet sesli
kargalara nazîre !
☆☆☆
Ve serçeler,
evin küçük çocuğu gibi...
Ürkek ve sessiz,
kendi hâlinde ve razı...
Sabahın seherinde o da
bülbülî ayine 
renk katmakta
sesiyle...
Bu da benden olsun
"Çam sakızı çoban armağanı"
âhengimize,
gönlümden koptu,
benden de bu kadar der gibi…
Kuşluk vakti armonisi:
"…yusebbihu
lehu mâ fîs semâvâti 
vel ardı"
Gökte ve yerde olanlar
tesbih ediyorlar…
☆☆☆
Ve sanki:
"Aç gözünü aç,
rengin de lisânı var…"
☆☆☆
"İşitmedin mi, sağırmısın ?
…sesin de güzeli var bülbül gibi,
çirkini var, merkeb gibi"
☆☆☆
Tercih senin,
işte gördün ve işittin !
☆☆☆
Kim mi konuşuyor ?
Âlem !
Okuma yazman mı yok !
Selâm sana…
Ya da;
"Hadi ordan...! "
☆☆☆
Anka kuşu mu ?
O uçmuş
Kaf dağı arkasına;
vakûr, mütevekkil ve müdebbir !
Ve lisân-ı hâl ile huzur-u dâîm...

21 Eylül 2018 Cuma

Bir “Evlâd-ı Fatihân” Osman Baymak’ın ardından…


Sene 2009…13-18 Ağustos tarihleri arasında KIBATEK (Kıbrıs Balkanlar ve Avrasya Türk Edebiyatları Konseyi) tarafından düzenlenen 17. Uluslararası Türk Edebiyatları Sempozyumu kapsamında Kosova’ya Kıymetli dostum Osman Baymak tarafından, merhum Prof.Dr.Hakkı Acun, Prof.Dr.Zeki Aytaç ile birlikte davet aldık.

Kosova’da Osman Baymak ev sahipliği yapacak…

Beş günlük bir program.

Uçaktan inip pasaport işlemlerini yaptırdık…

Bir ay kadar önce Hakkın rahmetine kavuşan Prof.Dr.Hakkı Acun ve Prof.Dr.Zeki Aytaç ile dışarı çıktık…

Osman Baymak gelen katılımcıları mütebessim mutevazı ve vakur bir Türk Lider duruşuyla karşılıyor, samimane, içten, gönülden..

Balkan Aydınlar ve Yazarlar Birliği(BAY) Başkanı yazar, şair, edebiyatçı Osman Baymak’ın “Anadolu’nun savunması buralardan başlar” dediği bir coğrafyada müslüman Türk olmak ve kalmak dışarıdan görüldüğü gibi kolay değil.

Otobüse binip 1389 yılında Birinci Kosova Muharebesi sonrasında bu toprakları fetheden ve savaşın hemen ardından Sırp Kralı Lazar’ın yaralı damadı Miloş tarafından hançerlenerek öldürülen Sultan Murat Hüdavendigar’ın(*) iç organlarının saklandığı türbesini ziyaret ettikten sonra Prizren’e devam ediyoruz...

20 Haziran 1455 yılında Fâtih Sultan Mehmed kumandasındaki Osmanlı ordusu Prizren’i ele geçirmiş. Fetihten sonra bir sancağın merkezi yapılmış ve Kral Milutin’in büyük kilisesi, daha sonra Câmi-i Atîk olarak bilinen şehrin en önde gelen camisine dönüştürülmüş. Şehre bir grup Türk nüfus yerleştirilmiş ki işte bunlar “evlâd-ı fatihân”… Fâtih Sultan Mehmed Prizren’de bir de namazgâh yaptırmış.

Prizren’deki tekke, cami, namazgâh ve tarihi mekânlar hakkında gerek Osman Baymak gerekse sanat tarihçi Prof.Dr.Hakkı Acun tarafından bilgi veriliyor bizlere…

Prof.Acun’un Fatih Sultan Mehmed’den kalma yok olmaya yüz tutmuş Namazgâh’ı ayağa kaldırması hikâyesini Prof. Acun’dan namazgâh’ta gece vakti dinlemiş idik; oranın restorasyonu yanında Kosova'daki diğer bazı Osmanlı’dan kalma tarihi eserlerin de restorasyonunda önemli vazifeler üslenen ve bir ay kadar önce vefat eden hocamızı da rahmetle anıyoruz.

Mehmet Akif Ersoy’un köyünü ziyaretimizde amcası oğlu Adem Mulla (Molla) ve diğer akrabaları ile tanışıyoruz. Bu arada ifade etmeli ki, köydeki M.Akif Ersoy’un babasının camisi enkaz halinde…

Mamuşa Türk köyü, İpek, Üsküp, Tiran gezileri sempozyum sunum vakitleri dışında gezilen duraklar.

Bir hatıramı nakletmeden geçemiyeceğim…

Üsküp şehrinde katılımcılar ile gezerken daha önce aramızda bahis konusu ettiğimiz Kalkandelen’deki Harabati Baba türbesi ve Bektaşi tekkesine gitme isteğimi hatırlatmam üzerine biz diğer arkadaşlardan ayrılarak; Osman Baymak, hikâye ve roman yazarı Hale Seval ve bendeniz bir taksi kiraladık ve Kalkandelen’de Harabati Baba türbesini, bugün de faal olan tekkeyi ve müştemilatını ziyaret edip dönmüş idik.

Rahmetli dostum Osman Baymak beyefendi ile vefatından birkaç ay öncesine kadar telefon ile görüşür idik. “Yazılarını okuyorum, bana iyi geliyor..” demişti en son görüşmemizde ve kitaplaştırdığımız yazıları İstanbul’daki adresine göndermek üzere kavilleşmiştik…!

Sonrasında vefat haberini kıymetli evlâdı Devrim Baymak'ın paylaşımlarından öğrenmiş oldum.

Bir çok dile çevrilmiş kitapları ile, yazı işleri müdürlüğünü yaptığı ve Kosova’da neşrettiği edebiyat ve çocuk dergileriyle...hâsıl-ı kelâm kültürümüzün yaşatılması adına yaptığı bütün hizmetleri takdire şayandır Osman Baymak’ın.

Osman Baymak; Kosova’da, hatta Balkan coğrafyasında Türk kültürünü ve Türkçeyi ayakta tutmak için yıllarını vermiş, bu uğurda Türkiye ile sürekli ilişkisini sürdürmüş bir dava adamı, bir lider, bir kültür adamı, bir münevver olarak hatırlanacaktır.

Prizren sahip olduğu Osmanlı havasını ve kültürünü korumak yanında tapu niteliğindeki tarihî eserlerin muhafaza edebilmiş bir şehirdir, "evlâd-ı fatihân" sayesinde olmaya devam edecektir, etmelidir.

Bunu için Osman Baymak ve diğer “evlâd-ı fatihân”ın gayretleri ile gelinen noktadan gelecek nesiller bayrağı devralarak geleceğe taşıyacaklardır. Türkiye Cumhuriyeti’nin de hem kültürü hem de bu eserleri restore etmek ve ayakta kalmalarını sağlamak gibi misyonu olmuştur, inşâ'Allah her daim olacaktır...

Allah rahmet eyleye kıymetli dost Osman Baymak, mekânın cennet ola…Bir evlâd-ı fâtihan olarak hatırlanacaksın…Dualarımızdasın…
__________
(*)Kosovanın kapılarını açan Sultan Murat Hüdâvendigâr'ın (1. Murad) Kosava Meydan Savaşı'nda ölmeden birkaç dakika önce okuduğu duası ile yazıyı sonlandırırken; din ü devlet, vatan ve millet adına gayret eden"evlâd-ı fatihân"ın hepsine rahmet okuyalım:
(1.Murad'ın duası, bugünün türkçesi ile):

Peygamberin yüzünün suyu, Kerbelâ'da akan kan, ayrılık gecesinden ağlayan göz, aşkının yolunda sürünen yüz, dertlilerin hazin gönlü ve canlara tesir eden yakarışları için, lütfunu bizimle beraber kıl ve muhafazanı bizden eksik etme yarabbi!
Yarab! İslâm ehline yardımcı ol, düşmanın elini bizden uzak tut!
Günahımıza değil, candan ve gönülden gelen âhımıza bak!
Mücahidlerini telef ve bizi düşman oklarına hedef ettirme. Vücutlarımızı mezardan sakla, İslâm'ı tehlikelerden uzak tut. Bunca senedir ettiğimiz duaları ve dîn uğruna yaptığımız savaşları boşa çıkarma.
Adımı kahrın ile perişan, yüzümü halkın içinde siyah etme! 
İslâm topraklarını ayaklar altında çiğneten, utanç içindeki insanların yaşadığı bir yer haline getirme.
Yarabbi, bilirim ki İslâm ehline lütufların çoktur, bu lütuflarını bu savaşta da göster. 
Dîn yolunda şehit olunacaksa, beni de et.

Özbekistanlı bir aile 400 Yıldır Sultan Murat Hüdâvendigâr'ın türbesinde‘Türbedar’ aile olarak türbedarlık yapıyorlar.
Foto: Şu andaki türbedar: Saniye Türbedar hanımefendi...

Kâinât; zaman, mekân ve insan…

Determinist bakış açısıyla her şey, zorunlu olarak birtakım tabii kanunların etkisiyle meydana gelmektedir.

Kainattaki bütün hadiselerin olabilmesinde sebepler zorunlu olarak bulunmalıdırlar. Determinizmin bu temel ilkesine göre evrendeki yapı ve düzen bu kodlamanın dışına çıkamazlar.

Kainat üç boyut üzerinde nüfuz sahibi dördüncü boyut zaman ile sürekli olarak bir hareket, devinim, değişim ile gözlemlenmekte ve idrak edilebilmektedir insanoğlu tarafından.

Değişecek olan şeyin değişimi de ancak zaman ile ortaya çıkabilmektedir.

Bugün fizik bilimi bir çok zaman seviyesinden bahsederler; biyolojik zaman, tarihsel ve kronolojik zaman, fizikî zaman….
Hareketi, metebolizmayı, büyüme, gelişme ve yaşlanmayı, kimya reaksiyonlarını, tarihi, kronolojiyi, değişimi, çürüme ve bozunmayı, gece ve gündüzü, astronomiyi zamandan bağımsız düşünebiliyor musunuz ?
Bunların gerçekleşiyor olması ve gözlemlenebilmesi ancak zaman ile mümkün değil mi !

Bugün ispatlanmış olan; zamanın, yüksek hızdaki cisim için yavaşlayan, düşük hızdakiler için ise hızlanan bir mefhum olduğudur. Tabii buradaki yüksek hızdan kasıt ışık hızına doğru yaklaşan hız yâ’ni saniyede yaklaşık 300.000km.

Zamana bağlı olarak gerçekleşen bu değişimlerdeki etki mekanizması hem etkileyen hem de etkilenen açısından kendi öz kodlarının sınırlarına göre olmaktadır.

Her bir durum için ölçülebilen belirli zaman aralığında optimal değerlerde bir denge, eksi yahut artı uçlara doğru gidilirken ise giderek kötüleme yahut en sonunda yok oluş söz konusu olmaktadır.

Bu yüzden madde âleminin değişimini zamanı hesaba katmadan görmek de idrak etmekte mümkün değildir.

Eğer zaman olmasaydı birbiri ile etkileşime girme temayülü ve karakteri olan şeylerin bunu gerçekleştirmesi imkansızlaşacaktı ki, bu potansiyele sahip olsalar bile.

O halde bir şeylerin aynı anda olması ya da olmamasının önündeki tek engel zaman.

Değişim ve dönüşümün ard arda gelebilmesi imkânı zaman sayesinde var. Böylece sebep-sonuç ilişkileri ile değişim gerçekleşebilmekte…

Şeylerin bir arada ya da aynı yer de olmasının önündeki engel ise mekân. Mekân sayesinde şeyler saçılmış dağılmışlardır.

Böylece “Var”lığın zaman ölçeğinde gözlemlenmesi mümkün hâle gelmiş olur.

Yeryüzündeki her şey tabiat kanunlarına tabi ve mecburdurlar. Zamanın etkisinde olarak sebep-sonuç
ilişkilerinden de asla sapma olmaz. Bu kanunlar/sabitler çerçevesinde sınırları her bir şeyin kendi özünde mevcut kodlara göre değişip dönüşebilir, etki-tepki oluşturur, analiz-sentez yeteneğini ortaya koyabilirler.

Zamandan bağımsız, yahut zamanla kayıtlı olanın mekândan bağımsız bu devinimi-değişimi gösterebilme ihtimali yoktur.

Sebepsiz sonuç olamadığı gibi, sonuçlar da sebepsiz olamazlar.

Bu durum insanoğluna; tahmin, öngörü, hesaplayabilme, tedbir alma gibi avantajlar sağlar.

Düşünsenize yaşadığınız kainat kaotik, kararsız ve düzensiz bir yapıda olup da bu olayların nereye evrileceğini bilemediğiniz şartlarda hayat sürdürmeye mecbur oluşunuzu…

Gelelim manevîyyatdaki zaman telakkisine:

Hz. Peygamber Dehr (= zaman) ile ilgili bir kudsî hadiste Cenâb-ı Allah’ın şöyle buyurduğunu belirtirler:
  • "Âdemoğlu dehre söverek beni ezalandırır, halbuki ben dehr(in yaradanıy)ım. Her emir benim elimdedir. Geceyi gündüzü ben idare ederim." (Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd
Yine diğer iki diğer hadis-i şeriflerde;
  • "Sakın sizden biriniz: Vay dehrin musibetine, demesin (böyle sövmesin). Çünkü dehr ancak Allah'tır." 
  • "Dehre sövmeyin. Çünkü dehr ancak Allah'tır."buyurmuştur. (Buhârî, Müslim) 
Kur'an-ı Kerim'de, zamana dair bazı âyetlerin meâlleri:
  • "İnsan(oğlu), var edilip bahse değer bir şey olana kadar, şüphesiz uzun bir zaman geçmemiş midir?" (İnsân sûresi,1)
  • "Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir"(Asr sûesi,1-2)
  • "Şafağa, geceye ve o anda basan karanlığa dolunay olmuş aya yemin ederim ki, halden hale geçeceksiniz“(İnşikâk sûresi, 16-19)
  • "Kuşluk vaktine ve sükuna erdiğinde geceye yemin ederim ki"(Duhâ suresi,1-2)
  • "(Karanlığı ile ortalığı) bürüdüğü zaman geceye, Açılıp aydınlandığı zaman gündüze, Erkeği ve dişiyi yaratana yemin ederim ki"(Leyl sûresi, 1-3).
  • "Güneşe ve onun aydınlığına, Güneşi takıp ettiğinde aya, Güneşi açığa çıkarttığında gündüze, Güneşi örttüğünde geceye, Gökyüzüne ve onu bina edene, Yere ve onu yapıp döşeyene yemin ederim ki,"(şems sûresi,1-6)
  • "Gece ve gündüzün değişmesinde (uzayıp kısalmasında), Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde (O'nu) inkâr etmekten sakınan bir kavım için elbette nice deliller vardır"(Yunus sûresi, 6)
  • "Fecr vaktine, On geceye, Çifte ve Teke. Geçip giden geceye yemin ederim ki, şüphesiz bunlarda akıl sahibi bir kimse için üzerine yemin edilmeye değeri bir özellik vardır"(Fecr sûresi, 1-6)
Zamanın mekân(kâinat) ile olan ilgisi yanında aynı şekilde (yeryüzündeki canlı) hayatın zaman ile ilgisi olduğunu görüyoruz, her ne kadar zamanın tam tamına mahiyetini fizik bilimi açıklayamamış olsada... tefekkür etmeli insan...

Ondört buçuk milyar yıl önce var edilerek çok ince ayarlar ile hazırlanmış  mekân şartlarında istifademize sunulmuş tek kullanımlık saniye, dakika, saat, gün, yıl ömür denilen zamana selâm olsun…

20 Eylül 2018 Perşembe

Nûrlu kutlu ola aşûranız...

Huzur ile dola yuvanız
Bereketli ola sofranız
Hep makbûl ola duanız
Şifa ola aşûranız

Birlik ola aileniz
Şenlikli ola haneniz
Allah'a ola secdeniz
Nurlu ola aşûranız

İblis sizden uzak ola
Gönlünüz hep Hakk'ta ola
Muradınız Cemâl ola
İrfan ola aşûranız

İsa'yı semaya çeken
Musa'ya denizi açan
Yakub'un gözünü açan
Kutlu ola aşûramız

Nuh'u tufandan kurtaran
Yunus'u kıyıya çıkaran
Eyub'a şifayı sunan
İlim olsun aşûramız

Adem'in öz tövbesinden
İbrahim'in ateşinden
Yusuf'un kör kuyusundan
Müstefid ede aşûramız

19 Eylül 2018 Çarşamba

Her nefes yakınlaşıyor ecel…

Sabahtan akşama kadar
koşuşturanlar...
☆☆☆
Neymiş;
yaşamanın gereği imiş,
ihtiyaçlarmış,
üretiyorlarmış,
kazanmak gerekiyormuş,
daha rahat edeceklermiş,
kariyer için gerekliymiş,
zengin olunmalıymış,
kimseye muhtaç olunmamalıymış
ve saire…
Herkesin bir gerekçesi var...
☆☆☆
Peki sonuç,
dünyanı ya da dünyayı  mamûr edeceksin değil mi ?
Tamam !...mamûr et tabiki…
☆☆☆
Unutulan bir şey yok mu ?
Hani koşturmanın unutturduğu bir şey…
…ecel !
Zaman kısalıyor farkında mısın !
Her nefes ecele az daha yaklaşıyorsun...
☆☆☆
Dur hele, soluklan ve düşün...
Kimler geldi kimler geçti...
Yüz yıl sonra da, ne sen ne de
bugün yeryüzünde arz-ı endam edenler; şanlısı sansızı, zengini fukarası, mühim adamı önemsenmeyeni...hiç biri yok !

İşini bitirerek giden oldu mu?

İnsanoğlunun emelleri ecelinin fersah fersah ötesinde…
Hani tûl-i emel, hırs-ı câh dedikleri…
☆☆☆
Şöyle bir kabirdekilerin geçmiş zaman hikâyelerine bakıyorum da;
herkesin işi yarım kalmış, yarım...
Dünyanın işini bitiren mi olmuş !
Dünyayı bitirip götüren mi olmuş !
☆☆☆
Bitireyim derken insan kendi işini bitiriyor da, ipini mi çekiyor ha...!
Ne dersiniz...
☆☆☆
Ecel hakîkatini unutmadan,
ömrü anlamlandırarak yaşamak varken...
Nereye bu koşturma ve ne niçin ?
Bir an dur ve lütfen düşün !

18 Eylül 2018 Salı

Mebzule lâyıktır, kimki olur bî-hayâ...

Böyle midir kutsallara arz-ı hürmetin senin
Yok mudur insaf eserin dîn ü îmânın senin

Bozuk mu akıl ayarın yahut mîzânın senin
Zulm ile abad olunmaz yok mu vicdanın senin

Demediler mi sana ki mahlûkata hürmet et
Gel taşlaşmadan kalbin Hakikate îmân et

Açlara ve açıklara bir el uzat yardım et
Boynu bükük yetimlere ma'sûmlara şefkat et

Nedendir bir sor kendine şu dünyaya rağbetin
Söyle ki bizde bilelim neye imiş hürmetin

Günü gelecek elbette görülür sâfiyyetin
Niyetin hep pâk olaydı olmazdı zıddiyyetin

Kalp kırıp gönüller yıkma kendine zulm eyleme
Mazlûmun ahını alma onu mahzûn eyleme

Bilmezmisin mücevherdir, asla eyleme dil hûn 
Nefse yan çıkma sakın İblîs’i eyleme memnûn

Mebzule lâyıktır kimki olur ise bî-hayâ
Nâr-ı cehim yurtlarıdır hazırlanmıştır gayyâ

17 Eylül 2018 Pazartesi

Fanussuz kandilin alevi bir esintide söner…/Nursultan Ahıskalı

Hırlıya ya da hırsıza methiyeler düzüldüğünü göreniniz ya da duyanınız oldu mu  bilemem...

"Hır" kelimesi; kavga, gürültü-patırtı anlamında olan bir kelime malumunuz. Bir çok yörede çocuklar yaramazlık yaptığı zaman "hırlı, dur !" diye uyarılır.

"Hır"sız yâ'ni sessizce, gürültüsüz-patırtısız iş yapan demek…
Bugün hırsız, çalan çırpan anlamında kullanılıyor daha çok…emek sarfetmeksizin başkasına ait olanı çaktırmadan çalan kişi için kullanılıyor.

Hiç kimsenin bir başkasının hakkını hangi yol veya yöntemle olursa olsun, mücbir sebeple bile olsa, maddî ya da manevî olarak gaspetmeye hakkı yoktur. Allah'ın bir kuluna verdiği nimeti, haşa huzurdan, Allah'dan gasp eder gibi "hır"sızca (!) almak ne kötü!
☆☆☆
Konuyu biraz farklı bir yönüyle irdeleyelim;
Birinin vaktini çalmaktan tutunuz, aklını çelmeye kadar götürünüz…

Birinin sözünü çalmaktan, hayatını çalmaya; hatta hürriyetini elinden almaya kadar yürütünüz konuyu !

Birinin projesini ele geçirmekten tutunuz, fikrini yahut hayata geçirdiği uygulamayı gasp etmeye kadar götürünüz…

Köprüyü geçene kadar el pençe durup, istediğinizi elde edince sırt çevirmeye kadar ele alınız…

Bunların hepsi hak gaspı değil mi ?

Yazılı hukukta yeri olmayan bazı şeylerin vicdani hukukta yeri yok mu ?

Hukukî olup da ahlâki olmayan ne çok şey dönüyor etrafta…

Kul hakkıyla gelmeyin kapsamına bu misâller girmiyor mu ?

İpin hesabını bir geceliğine vekâleten kaldığı mezarda veremeyen hamalın hikâyesini bilmeyeniniz varsa bulup okusun !
☆☆☆
Bir de kişinin kendinden çaldıkları var…hatta çaldırdığı değerleri var !

Kendi geleceğinden çalan var, istikbâl hırsızı…
İyi davranışlarını, salih âmellerini şeytana çaldıran var, riyâ ve gösteriş yaparak…
Özündeki imanı egoya kaptıran var, kibirlenere yahut münâfıkça davranışlar sergileyerek !
Vicdanının sesini kısarak özünü çıkarcılığa yahut kötülük yapmaya yönelerek çaldıran var…
Tahtgâh-ı ilâhi olan gönlünü dünya ve dünyalıklara, gönül hırsızlarına kaptıran var …
Kendine tahsisli ve süresi belli ömr-ü azîzini kendi isteği ile -maddî ve manevî istikbâlinde asla fayda sağlamayacak- ona, şuna, buna çaldıran var…
☆☆☆
Belki de en büyük hırsızlık, kişinin kendi imanından çalmasıdır.

İman yoksunu olmak başka, eksik veya zayıf imanlı olmak başka... Hele bir de iman ettim deyip de gereği es geçiliyorsa o daha fena...

Ya da ehven-i şerri tercih edip, ehem mühim meselesini geride bırakmak… ne kadar doğru acaba!

İman; dil ile ikrar, kalb ile tasdik gerektirir ki, bu da isbat ister...

İman ettim deyip, yetim hakkı yemek, yalan söylemek, kalp kırmak, kul hakı yemek, adaletsiz davranmak, hile yapmak…bunlar da iman hırsızlığı değil midir?

Bu örnekler o kadar çoğaltılabilirki..

Belkide toplumun selâmetini engelleyen unsurlardan biri de samimiyetsizlikten, ihlâstan kopuk olmaktandır ne dersiniz !

İçimizi (gönlümüzü, kalbimizi) doğrultmadıkça, temizlemedikçe, dediklerimizde samimi olabilir miyiz?

Benim içim temiz diyenlere diyecek sözümüz de var tabiki; hele bir işini görelim, yola çık yürüyüşünü görelim !

İç temizliğinden ne anlatmak istediklerini bilemem !
Bildiğim bir şey var ise o da;
"cam fanustan muhafazası olmayan kandilin alevi en hafif bir esintide söner" bilmem anlatabildim mi ?

Güzel ahlâk tembihâtını umursamadan hakkımız olmayana dalmak yahut kendimizi (aklımızı, fikrimizi, ilmimizi, vaktimizi, sağlığımızı…) olmaması gereken yer ve şeyler uğruna harcamak da kendimizden çalmak ise vay halimize !

Kendimizden de çalmayalım, buna da hakkımız yok !

Güzel ahlâkın mümtaz mümessili olan sevgili peygamberimizin ( S.A.V) öğütlerini hayatımıza uygulamadığımız vakitleri sorgulamamız gerekmez mi ?

Allah "hır"lıyı da "hır"sızı da ıslâh etsin, hidayet nasib etsin inşâ'Allah.

16 Eylül 2018 Pazar

Ey fırsatçı ! Aldatan bizden değildir !...

Çok kazanma hırsı var ya döviz möviz bahane
İflâh olur mu vicdansız, fukaraya bî-gâne
☆☆☆
Görmez misin bunca sene seni hep sömüreni
Kabuklarından başlayıp özünden kemireni

Oyun büyük(*), çıkar tatlı, saflar hep değişiyor
Bak ! Nerenden zayıf isen hep oranı deşiyor

Kontrol etmek istiyor, hep gütmek istiyor seni
Göbeğinden bağlayarak teslim almak niyeti
☆☆☆
Ey gün bugündür deyip de fırsatçılık edenler
Tezgâhdaki ürününe misli(**) fiyat biçenler

Tarladaki topraklar da ithal mi yurt dışından
Etkilendi mi bulutlar kurdaki farklılıkdan

Ha anladım bu aralar güneş grevde imiş
Fotosentez yapmıyor klorofil hasta imiş

Kur arttı ya enzimlerde maaşa zam istemiş
Üretici ne yapsın toprak ürün vermem demiş
☆☆☆
Dolandırıcılığına buluyorsan bahane
Ya hu ayıptır günâhtır(*) döviz arttı sana ne !

Demedi mi Peygamber "Aldatan değildir bizden"(***)
Mezarın boş kalmaz dolar, onu doldurursun sen
__________
(*)"Eğer sana hile yapmak isterlerse, Allah sana yeter. Yardımı ile seni ve mü'minleri destekleyen O'dur" (Enfâl sûresi, 62).
"Münafıklar Allah ve mü'minleri aldatmaya çalışırlar; halbuki yalnız kendilerini aldatırlar da, farkında bile olmazlar" (Bakara sûresi, 9)
"Münafıklar Allah'ı aldatmaya çalışırlar, halbuki O, onların aldatmalarını kendilerine çevirir. Namaza kalktıkları zaman da üşene üşene kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah'ı pek az anarlar" (Nisâ sûresi, 142)

(**)Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay haline!
Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman, tam ölçerler.
Fakat, kendileri onlara bir şey ölçüp, yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar.
Onlar, büyük bir gün; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı? (Mutaffifîn Sûresi, 1-4)

(***) Hadis-i Şerif

14 Eylül 2018 Cuma

Benlik, meyvesi zehirli bir ağaçtır…/Abdulkerim Erdem

Benlik meyveleri zehirli olan bir ağaçtır. Bu ağacın;
kendin beğenmek, kin, öfke, kibir, şehvet, riyâ, hırs, haset, yalancılık, su-i zan, gıybet, koğuculuk...gibi kötü ahlâk olarak tavsif edilen meyveleri vardır.
Benlikden kaynaklanan  kötü ahlâk ağacını kökünden sökmeden yahut suyunu kesip kurutmadan onun zararlı etkilerini ortadan kaldırmak mümkün olmaz ve bu ağaç zehirli meyve vermeye devam eder.

Bu ağacı kökünden sökebilen ve iç âlemiyle meşgûl olabilenler güzel ahlâk sahibi olabilirler.

Nefsin ıslâh ve terbiyesi ile meyveleri tatlı güzel ahlâk ağacı dikilmiş olur ki, bunun meyveleri; hayâ, edep, tevazu, hoşgörü, cömertlik, hilim, kanaat, tevekkül, sabır, şükür, merhamet, affedicilik... gibi güzel huylardır.

Bir irfân sahibi der ki;
“Güzel ahlâk güler yüz, cömertlik, başkalarını rahatsız etmemek, rahatlık ve bolluk zamanlarında insanları sevindirmektir".
☆☆☆
Güzel ve kötü ahlâka ilişkin huylar iki zıt kutupta yer alan karakterlerdir;
İnsan ya mutevâzı ya kibirlidir...
Ya hayâ sahibidir ya utanmaz…
Ya hoşgörülü ya anlayışsızdır…
Ya kanaatkâr ya açgözlüdür…
Ya merhametli ya gaddardır…
Ya cömert ya cimridir…
Ya itaatkâr ya  isyankârdır.
Ya samimi ya riyâkârdır...
Ya teennî sahibi ya acelecidir...
Ya mütefekkir ya düşüncesizdir.
Ya… ya…
☆☆☆
Resulullah (s.a.v) aşağıdaki hadis-i şerif'lerde iman ve ahlâk ile ilgili olarak buyuruyorlar;

"Müminlerin iman bakımından en kâmil olanı ahlâkça en güzel olanıdır."  (Tirmizî)

"Ben ancak ahlâkın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim." (Ahmed bin Hanbel)

“Kıyamet günü, mü’minin mîzanında güzel ahlâktan daha ağır basan bir şey yoktur. Muhakkak ki Allah Teala, çirkin söz (ve davranış) sahiplerine buğz eder”.(Tirmizî)

“Güzel ahlâk sahibi, ahlâkı sayesinde, (gece nafile ibadet edip gündüz oruç tutan) namaz ve oruç sahibinin derecesine ulaşır” (Tirmizî).

Kur'an-ı Kerim'de Kalem sûresi 3-4. âyetlerde;
"Doğrusu senin için tükenmeyen bir mükâfat vardır. Şüphesiz ki sen büyük bir ahlâk sahibisin." buyrulmuştur.
☆☆☆
İnsanı güzelleştiren de çirkinleştiren de ahlâkıdır.

Kişi, nefse meşru ve helâl hakkını verip onu olur olmaz hazlardan men ettiği takdirde güzel ahlâk sahibi olma gayesini gerçekleştirebilir ki, ancak bu yolla kişi Hz. Allah'a lâyık olur ve necat bulur.

Ni'met de bir sınanmadır…/Abdulkerim Erdem

Ebû Hüreyre (r.a.)'den rivayet edildiğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

“İsrâil oğulları arasında biri ala tenli (abraş), biri kel, biri de kör üç kişi vardı. Allah Teâlâ onları sınamak istedi ve kendilerine bir melek gönderdi.

Melek ala tenliye geldi:
– En çok istediğin şey nedir? dedi. 
Ala tenli:
– Güzel (bir) renk, güzel (bir) ten ve insanların iğrendiği şu halin benden giderilmesi, dedi. Melek onu sıvazladı ve ala tenlilik gitti, rengi güzelleşti.
Melek bu defa:
– En çok sahip olmak istediğin mal nedir? dedi.
Adam:
– Deve (yahut da sığır)dır, dedi. Ona on aylık gebe bir deve verildi.
Melek:
– Allah sana bu deveyi bereketli kılsın! diye dua etti.
Sonra kele gelerek:
– En çok istediğin şey nedir? dedi. 
Kel:
– Güzel (bir) saç ve insanları benden uzaklaştıran şu kelliğin giderilmesi dedi. Melek onu sıvazladı, kelliği kayboldu. Kendisine gür ve güzel (bir) saç verildi.
Melek sordu:
– En çok sahip olmak istediğin mal nedir?
Adam:
– Sığır… dedi. Ona da gebe bir inek verildi.
Melek:
– Allah sana bunu bereketli kılsın! diye dua ettikten sonra körün yanına geldi ve :
– En çok istediğin şey nedir? dedi. 
Kör:
– Allah’ın gözlerimi iâde etmesini ve insanları görmeyi çok istiyorum, dedi. Melek (onun gözlerini) sıvazladı. Allah onun gözlerini iâde etti.
Bu defa Melek:
– En çok sahip olmak istediğin şey nedir? dedi.
O da:
– Koyun… dedi. Bunun üzerine ona döl veren bir gebe koyun verildi.
Deve ve sığır yavruladı, koyun kuzuladı. Neticede birinin vâdi dolusu develeri, diğerinin vâdi dolusu sığırı, ötekinin de bir vâdi dolusu koyun sürüsü oldu.

Daha sonra melek ala tenliye, eski kılığında geldi ve:
– Fakirim, yoluma devam edecek imkânım yok. Gitmek istediğim yere önce Allah sonra senin yardımın sâyesinde ulaşabilirim. Rengini ve cildini güzelleştiren Allah aşkına senden yolculuğumu tamamlayabileceğim bir deve istiyorum, dedi.
Adam:
– Mal verilecek yer çok, dedi.
Melek:
– Ben seni tanıyor gibiyim. Sen insanların kendisinden iğrendikleri, fakirken Allah’ın zengin ettiği abraş değil misin? dedi.
Adam:
– Bana bu mal atalarımdan miras kaldı, dedi.
Melek:
– Eğer yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin, dedi.

Sonra melek, eski kılığına girip kelin yanına geldi. Ona da abraşa söylediklerini söyledi. Kel de abraş gibi cevap verdi.
Melek ona da:
– Yalan söylüyorsan, Allah seni eski haline çevirsin! dedi.

Eski kılığına girip bu defa da körün yanına gitti ve:
– Fakir ve yolcuyum. Yoluma devam edecek imkânım kalmadı. Bugün önce Allah’ın sonra senin sâyende yoluma devam edebileceğim. Sana gözlerini geri veren Allah aşkına senden bir koyun istiyorum ki, onunla yoluma devam edebileyim, dedi.
Bunun üzerine (eski) kör:
– Ben gerçekten kördüm. Allah gözlerimi iâde etti. İstediğini al, istediğini bırak. Allah’a yemin ederim ki, bugün alacağın hiçbir şeyde sana zorluk çıkarmayacağım, dedi.
Melek:
– Malın senin olsun. Bu sizin için bir imtihandı. Allah senden razı oldu, arkadaşlarına gazap etti, cevabını verdi (ve oradan ayrıldı).
☆☆☆
O devirde olduğu gibi bugün de "abraş, kel ve kör" gibi davrananlar var değil mi ?

Meâric sûresi,19-21: "Muhakkak ki insan, sabırsız ve tamahkâr olarak yaratıldı. Kendisine fenalık dokunduğunda sızlanır, feryat eder. Kendisine imkân verildiğinde (bir iyilik erişince de kıskanır da onu başkasından) men'eder."

Neml, 73. âyette şöyle buyruluyor: "Şüphesiz senin Rabbin insanlara karşı lütuf sahibidir. Ancak onların çoğu şükretmezler"

Nahl, 55. âyette: "Kendilerine verdiğimiz nimetlere karşı nankörlük etmek için böyle yaparlar. Bir süre daha faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz!"

Allah (c.c.) bizleri şükreden, razı olduğu kullarından eylesin, nan-kör ve gazaba uğrayanlardan da ırak eylesin.
__________
Kaynak:
Riyazü's Sâlihîn: Buhârî, Enbiyâ 51; Müslim, Zühd 10.

12 Eylül 2018 Çarşamba

Bil ki özün "Rahman"dandır !.../Abdulkerim Erdem

Âşık mâşûka neler der,  
Kendi içindir övgüler
Mâşûkunda özü görür
Kendinedir hep nağmeler.. 

Her ne göz ile bakarsan
Senin için o olur o…
Mahlûk gözüyle gördüğün
Özüyle Hakk'tan değil mi ?

Eğer mâşûkun insansa
Aşk sandığın tutku olur,
Deniz dalgası köpüğü
Ancak bir kaç zaman durur…

Aşık-ı hakîki isen
gönlün pîr ü pâk olmalı
cânandan  gayri şeylerden
Gönül hemen kurtulmalı

Aşk çeşmesine giderken
Dolu kova ile gitme
Gönül kabında bal varsa
Yanında sirke isteme

Şevk ve aşk isteyen kişi
Vesveseyi kovar ise
İlâhi aşk dolar içi
Hayâl evham temiz ise

Bir perdedir ki muhabbet
Mâşûku örter âşıktan
Sıfât nûruna nazar et
Bir şule gör mâşûkundan

Seherde âşığın zârı
Gözyaşı yıkar yanağı
Takmaz beşere nazarı
Damlayı ver al deryayı

Sen özünden bakabilsen
Bil ki her şey nûrefşandır !
Özünü bil özünde bul
Bil ki özün "Rahman"dandır !

11 Eylül 2018 Salı

Hicret...


Peygamber Efendimiz Aleyhissalâtü Vesselam Hicretin sadece Mekke'den Medine'ye göç eden mü'minlere bağlı bir fazilet olarak kalmaması, daha sonraki insanların da bundan nasiplenmesi için "Hicret"i önemli bir İslâmî kavram olarak değerlendirmiştir:

"Gerçek muhacir, Allah'ın yasakladığı şeylerden kaçınan, onları terk eden kimsedir."

"Hicret, kötülüğü terk etmendir."

"Gerçek muhacir, hata ve günahları terk edendir."

"Gerçek muhacir, Allah'ın üzerine haram kıldığı şeyleri terk edendir."

Bir seferinde hicretin en faziletlisinin hangisi olduğu sorulduğunda, Resulullah Aleyhissalâtü Vesselamın verdiği cevap şu olmuştur:

"Rabbimin hoşlanmadığı şeyleri terk etmendir."

(Alıntıdır)

10 Eylül 2018 Pazartesi

Ey gezgin ! Canı buldum deyip gezme.../Abdulkerim Erdem


Bak ! 
Eğer gönül Hakk'ı bilmezse 
gönül tavaf edilmezse
Dil gece gündüz zikretmezse
Gönüllüyüm deyip gezme

Dinle !
Bir dil güzel söylemezse
Bir göz güzelce görmezse
Kulak ezanı duymazsa
İnandım ben deyip gezme

Hisset !
Can evine giremezsen
Can içre can bulamazsan
Canana kavuşamazsan
Canı buldum deyip gezme

9 Eylül 2018 Pazar

Celâl'inde Kemâl var…

Ey gönül sen mazharsın hazîne-i hilafete
Ârif ol da bu esrârı BİR noktadan seyreyle
Vâhidiyyete bak BİR, aldanma sen hilye-i kesâfete
Âgâh ol da bu cilveyi BİR noktadan fikreyle

İkrâmı "Celâl"inden bil, eriş sen "Cemâl"ine
Ârif ol da bu ikrâmı sen hoş sabur ile ye
Kemâli çilede ara, uyma nefs ahvâline
Âgâh ol da bu kemâli Rabb'in nasîb eyleye

8 Eylül 2018 Cumartesi

Medenî toplum özlemi ve kültür...

"Ateş ve Su"
İnsanlar çoğunluk itibarı ile bir inanca sahiptirler ve inancın vaz ettiği ritüelleri de az ya da çok eda etmektedirler.

Dinin gayesi ibadet vasıtasıyla Yaratıcı’yı unutmamak, kulluk bilincini kaybetmeksizin bireyin günlük hayatını bu umdeler doğrultusunda yaşamasını sağlayarak huzurlu ve iyi insan profili oluşturmaktır.
☆☆☆
Hz.Muhammed(s.a.v.)’e “İslâm nedir ?” diye sorulduğunda “güzel ahlâk”tır der.
☆☆☆
Lise yıllarıydı, hiç unutmuyorum, bir arkadaşımız espiritüel bir şekilde diğerine;

-“Feyyaz ya ne kadar müslümansın ?  diye sormuşdu.

Feyyaz  ıslık çalarak ve sağ elinin bütün parmak uçlarını yukarıda birleştirerek kolunu yukarı aşağı sallamış ve;

-“Hem de ne kadar !” demişti, hepimiz de bu ifade tarzına gülüşmüştük.

Feyyaz örneğindeki bu durumu toplumda çoğumuz izliyoruzdur. "Ooooo hem de ne kadar..."
Ritüeller yapılıyor da, kişi iyi ahlâkı yaşantı haline getirmiş mi ?
"Demek var, dediğini yaşamak var"
Bir savunduklarına, dile getirdiklerine bakıyorsun, ambalaj tamam güzel, sonra işine bakıyorsun berbat...

Hem surî hem de kimlik olarak bir toplum eğer "güzel ahlâk"tan uzak yaşıyorsa, kabahat inanç sisteminde değil elbette...
Ruhsuz, ruhundan uzak ve şekli, özümsenmemiş olarak yapılan ritüellerde kabahati aramalı insan...!

Kabuğu soyup özü görmeyen, kabuğu öz sanırmış !
Kabuk cilalı, kabuk boyalı, malzeme mostralık, vitrin çok güzel de... iç çürük...ne anladım !

Peygamberin buyurduğu güzel ahlâk, ritüeller ile beraber yaşantıda var mı, yok mu ? Ruh özümsemiş mi ? Vicdan, yerilmiş ahlâktan rahatsız mı değil mi ?

Asıl mes’ele bu !
☆☆☆
İnsanlık tarihinde  genellikle medeniyetlerin belirleyicisi  olan kültür havzı, toplumu, dolayısı ile bireyi beslediğine göre; insanın hayat tarzının "iyi insan", "erdemli insan" formatına göre biçimlenmesi gerekmez mi ?
☆☆☆
Son iki yüz yıllık tarihi süreçte kendi kültür ve inanç dünyamıza yabancılaşmış, ecnebi kültür havzı ile beslenmiş olan mürekkeb yalamış bir kesim savrulma yaşamış, hor gördüğü millî değerlerden de koparak kurtuluşu kültürel dönüşümde aramıştır.

Buna karşın eğitim fırsatı bulamamış halk, nakil yoluyla da olsa kendine ulaşan kültürü, sıkı bir muhafazakârlık ile, kapalı ve geleneksel hayat tarzı ile hayata geçirmek, nesiller boyu bu mevcudu korumak çabası içerisinde olmuştur.

Bu toplumsal fay hattı medeniyetimizin inkişâfında duraklamalara hatta gerilemeye sebep olan esas mes'eledir.

Toplum ilerlemeye/gelişmeye sarf edeceği enerjiyi bu çabalar için tüketmekle uğraşırken “atı alan Üsküdar’ı geçmiş”tir…

İki kültür arasında sıkışmış nesilleri, aidiyeti belirsiz kişilikleri yetiştirmek hedefini gerçekleştirmek için batı dünyası iki asırdır bütün vasıtaları kullanmıştır, kullanacaktır...
☆☆☆
İnsan fıtratında, doğumundan ölümüne kadar sürekli bir değişme ve gelişme var, ve Yaratıcı kuralı böyle koymuş !

Medeniyet belirli bir zaman diliminde bir toplumun sahip olduğu ve geliştirdiği maddî ve manevî kültür bütünü olduğuna göre; insan için, geçmişteki millî ve manevî birikimlerin oluşturduğu kültür havzı üzerine, sadece geçmişi taklit ve tekrar etmek yerine, bu zengin mirasın üzerine yeni gelişmeleri de katarak; muasır fen, teknoloji ve bilim düzeyini yakalamak hatta geçmek öncelikli hedef olmalıdır.

Değişmez kuralları olan manevî temel ve sahip olunan zengin kültür sayesinde, geçmiş ile köprüler atılmadan geleceğe yürürken, hem toplum hem de birey kendini yenilemelidir.

“Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarrufta(yaratışta)dır”(Rahman sûresi, 29) âyeti buna ışık tutmuyor mu ?

Her an yeni bir yaratış tecellisi içerisinde değil mi insan !

İşte bu bakış açısını kazanıldığı zaman, insan hayatında, dünyada, evrende, sürekli bir devinim ve değişim olduğu görüldüğünde ve buna müsbet yönde ayak uydurduğumuzda fıtri yaşama san’atını öğrenmiş oluruz.

Ve işte o zaman inkişaf dişlileri dönmeye başlar, kabuğun altına girip özü bulmaya ve tatmaya başlarız...

Kâinat kitabında durağanlık yok, hareket var, devinim var, değişim var. Bir önceki an bir sonraki andan hep farklı…

O halde; millî ve manevî kültürel havzından beslenen insan, kopya, taklit ve kendini tekrardan kaçınarak kâinatın âhengine uyacak, her an yeni bir oluş ve oluşumu algılayacak, özümseyecek ve yaşantısına uygulayacak…!

Hâsıl-ı kelâm;
“Güzel ahlâk” sahibi medenî bireylerden oluşmuş bir toplum özlemi, kendini “insan” addeden herkeste var !

Terakki ve inkişaf  kuşu, maddî ve manevî iki kanadıyla zirveleri aşar...!

7 Eylül 2018 Cuma

Özüne dön özüne…/Abdulkerim Erdem

Âhengsiz ve takır tukur
geliyorsa hayat sana...
Gel bakışını değiştir
Özüne dön özüne dön

Kan beynine sıçrıyorsa
Öfke belin büküyorsa
Hâtırât yük oluyorsa
Özüne dön özüne dön

İşler sarpa sarıyorsa
Hedeflerin sapıyorsa
Kapılar kapanıyorsa
Özüne dön özüne dön

Bir yudum sevgiye muhtaç
Hem lokmasız hem bî-ilâc
Kalır isen at bir kulaç
Özüne dön özüne dön

Sakın kaderle didişme
Başa gelenle çekişme
Misafirsin sahipleşme
Özüne dön özüne dön

Üç günlük dünyanın kârı
Öder mi öte zararı
Fırsat varken ver kararı
Özüne dön özüne dön

Bu dünyanı karartan var
Beti benzi sarartan var
Bir gör artık Yaratan var
Özüne dön özüne dön

Hem tevekkül hem gayret et
Hata ve günâhı terk et
Bak sonrasına sen seyret
Özüne dön özüne dön

Açar kapıları Yezdân
Nûr içinde olur her yan
Huzur bulacaksın inan
Özüne dön özüne dön