|
"Ateş ve Su" |
İnsanlar çoğunluk itibarı ile bir inanca sahiptirler ve inancın vaz ettiği ritüelleri de az ya da çok eda etmektedirler.
Dinin gayesi ibadet vasıtasıyla Yaratıcı’yı unutmamak, kulluk bilincini kaybetmeksizin bireyin günlük hayatını bu umdeler doğrultusunda yaşamasını sağlayarak huzurlu ve iyi insan profili oluşturmaktır.
☆☆☆
Hz.Muhammed(s.a.v.)’e “İslâm nedir ?” diye sorulduğunda “güzel ahlâk”tır der.
☆☆☆
Lise yıllarıydı, hiç unutmuyorum, bir arkadaşımız espiritüel bir şekilde diğerine;
-“Feyyaz ya ne kadar müslümansın ? diye sormuşdu.
Feyyaz ıslık çalarak ve sağ elinin bütün parmak uçlarını yukarıda birleştirerek kolunu yukarı aşağı sallamış ve;
-“Hem de ne kadar !” demişti, hepimiz de bu ifade tarzına gülüşmüştük.
Feyyaz örneğindeki bu durumu toplumda çoğumuz izliyoruzdur. "Ooooo hem de ne kadar..."
Ritüeller yapılıyor da, kişi iyi ahlâkı yaşantı haline getirmiş mi ?
"Demek var, dediğini yaşamak var"
Bir savunduklarına, dile getirdiklerine bakıyorsun, ambalaj tamam güzel, sonra işine bakıyorsun berbat...
Hem surî hem de kimlik olarak bir toplum eğer "güzel ahlâk"tan uzak yaşıyorsa, kabahat inanç sisteminde değil elbette...
Ruhsuz, ruhundan uzak ve şekli, özümsenmemiş olarak yapılan ritüellerde kabahati aramalı insan...!
Kabuğu soyup özü görmeyen, kabuğu öz sanırmış !
Kabuk cilalı, kabuk boyalı, malzeme mostralık, vitrin çok güzel de... iç çürük...ne anladım !
Peygamberin buyurduğu güzel ahlâk, ritüeller ile beraber yaşantıda var mı, yok mu ? Ruh özümsemiş mi ? Vicdan, yerilmiş ahlâktan rahatsız mı değil mi ?
Asıl mes’ele bu !
☆☆☆
İnsanlık tarihinde genellikle medeniyetlerin belirleyicisi olan kültür havzı, toplumu, dolayısı ile bireyi beslediğine göre; insanın hayat tarzının "iyi insan", "erdemli insan" formatına göre biçimlenmesi gerekmez mi ?
☆☆☆
Son iki yüz yıllık tarihi süreçte kendi kültür ve inanç dünyamıza yabancılaşmış, ecnebi kültür havzı ile beslenmiş olan mürekkeb yalamış bir kesim savrulma yaşamış, hor gördüğü millî değerlerden de koparak kurtuluşu kültürel dönüşümde aramıştır.
Buna karşın eğitim fırsatı bulamamış halk, nakil yoluyla da olsa kendine ulaşan kültürü, sıkı bir muhafazakârlık ile, kapalı ve geleneksel hayat tarzı ile hayata geçirmek, nesiller boyu bu mevcudu korumak çabası içerisinde olmuştur.
Bu toplumsal fay hattı medeniyetimizin inkişâfında duraklamalara hatta gerilemeye sebep olan esas mes'eledir.
Toplum ilerlemeye/gelişmeye sarf edeceği enerjiyi bu çabalar için tüketmekle uğraşırken “atı alan Üsküdar’ı geçmiş”tir…
İki kültür arasında sıkışmış nesilleri, aidiyeti belirsiz kişilikleri yetiştirmek hedefini gerçekleştirmek için batı dünyası iki asırdır bütün vasıtaları kullanmıştır, kullanacaktır...
☆☆☆
İnsan fıtratında, doğumundan ölümüne kadar sürekli bir değişme ve gelişme var, ve Yaratıcı kuralı böyle koymuş !
Medeniyet belirli bir zaman diliminde bir toplumun sahip olduğu ve geliştirdiği maddî ve manevî kültür bütünü olduğuna göre; insan için, geçmişteki millî ve manevî birikimlerin oluşturduğu kültür havzı üzerine, sadece geçmişi taklit ve tekrar etmek yerine, bu zengin mirasın üzerine yeni gelişmeleri de katarak; muasır fen, teknoloji ve bilim düzeyini yakalamak hatta geçmek öncelikli hedef olmalıdır.
Değişmez kuralları olan manevî temel ve sahip olunan zengin kültür sayesinde, geçmiş ile köprüler atılmadan geleceğe yürürken, hem toplum hem de birey kendini yenilemelidir.
“Göklerde ve yerde bulunanlar, (her şeyi) O’ndan isterler. O, her an yeni bir ilâhî tasarrufta(yaratışta)dır”(Rahman sûresi, 29) âyeti buna ışık tutmuyor mu ?
Her an yeni bir yaratış tecellisi içerisinde değil mi insan !
İşte bu bakış açısını kazanıldığı zaman, insan hayatında, dünyada, evrende, sürekli bir devinim ve değişim olduğu görüldüğünde ve buna müsbet yönde ayak uydurduğumuzda fıtri yaşama san’atını öğrenmiş oluruz.
Ve işte o zaman inkişaf dişlileri dönmeye başlar, kabuğun altına girip özü bulmaya ve tatmaya başlarız...
Kâinat kitabında durağanlık yok, hareket var, devinim var, değişim var. Bir önceki an bir sonraki andan hep farklı…
O halde; millî ve manevî kültürel havzından beslenen insan, kopya, taklit ve kendini tekrardan kaçınarak kâinatın âhengine uyacak, her an yeni bir oluş ve oluşumu algılayacak, özümseyecek ve yaşantısına uygulayacak…!
Hâsıl-ı kelâm;
“Güzel ahlâk” sahibi medenî bireylerden oluşmuş bir toplum özlemi, kendini “insan” addeden herkeste var !
Terakki ve inkişaf kuşu, maddî ve manevî iki kanadıyla zirveleri aşar...!