e-Dergi: Fikir, Kültür, Edebiyat ve San'at, Popüler Bilim muhtevalı yazılar - Editör: Prof.Dr. Suat Kıyak - Redaktör: Nursultan Ahıskalı - İletişim: nefes.kelam@gmail.com
Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı
30 Nisan 2024 Salı
Ben...ben...ben !
29 Nisan 2024 Pazartesi
Âh alma, gönül yıkma...
28 Nisan 2024 Pazar
Bir güfte ve bestesi: Her nefes de Allah Allah...(Acemkürdi ilâhi)
Her nefes de Allah Allah
Hay de Hu de her nefeste
Al ver nefes Allah Allah
Allah de her bir adımda
Her adımda Allah Allah
Besmele çek her fırsatta
Bul fırsat de Allah Allah
Çıkar iken iner iken
Hatırla de Allah Allah
Ayaktayken otururken
Unutma de Allah Allah
Kederlenip üzüldüysen
Bunalma de Allah Allah
Neşeliyken sevinçliyken
Şımarma de Allah Allah
Hele de dara düşünce
İsyan yok, de Allah Allah
Nimetlere gark olunca
Şükür et, de Allah Allah
"O" şah damarından yakın
Hissetki de Allah Allah
Gaflete düşme sen sakın
"O"nunla de Allah Allah
27 Nisan 2024 Cumartesi
Meczub deyip geçme...Behlül Dânâ'nın daveti böyle olur...
Harun Reşid bir Ramazan günü Behlül Dânâ'yı tembih eder:
- Akşam namazında camiye git, namaza gelen herkesi iftara davet et.
Akşam olur, namaz kılınır, namazdan sonra Behlül 5-10 kişilik bir grupla çıka gelir. Şaşıran Harun Reşid:
- Behlül bunlar kim? Ben sana namaza gelen herkesi saraya iftara çağır diye tembih etmedim mi? Sen o kadar cemaatin arasından bir sofralık bile adam getirmemişsin..
- Efendimiz, siz bana camiye gelenleri değil, namaza gelenleri iftara çağır dediniz. Namazdan sonra bendeniz cami kapısında durdum, çıkan herkese hocanın namaz kıldırırken hangi sureyi okuduğunu sordum. Onu da yalnız bu getirdiğim kişiler bildi. Camiye gelen çoktu ama namaza gelen demek ki
yalnız bunlarmış...
Meczub sorar:
-Âdetiniz böyle değil mi hocam?
-Ne âdeti? diye sorar Hoca.
Cemaat hep bir ağızdan:
Hoca şaşırır:
-Evet, senin de hepinizin de sırtında yük vardı.
-Bak senin sırtında mavi gözlü bir çocuk, sende kocaman bir elma ağacı, bunda ağzına kadar altınla dolu bir testi, şunda koskoca bir kazan, bunda kızarmış tavuk, şunun sırtında yeşil gözlü esmer bir hatun, ötekinde de yaşlı annesi vardı!
Cemaat ve hoca hayretler içinde ve sus pus...Adamın dedikleri doğrudur! Kimi doğacak çocuğunu düşlüyordur, kimi bahçesindeki meyve ağacını, biri biriktirdiği altınları, diğeri lokantasını, biri acıkmış aklında tavuk, öteki sevdiği kadınla meşgul, bir diğeri bakıma muhtaç annesinin bakımını kafasında kurmakta...
Hoca dayanamaz ve sorar:
Meczup:
Meğerse hoca bir ev yaptırıyormuş, namaz kıldırırken evin kapı ve penceresini düşünüyormuş...
Hikâye bu ya, yok mu böyle meczuplar, baktığı insanı, gördüğü ahvâli satır satır okuyan, ne dersiniz ?
26 Nisan 2024 Cuma
Şeytan taşlamak...
"Şeytana külahını ters giydiren”, şeytanın ayak izlerini takip eden, serkeş, mütekebbir, kaypak, fitneci, isyana teşvik eden, insanları birbirine düşüren, ara bozucu, kavga ve münakaşayı tetikleyici, her hayırlı işe burnunu sokarak engellemeye çalışan, güzel ahlâktan hoşlanmayan, kötüyü ve kötülüğü şeytaniliği haklı ve makul göstermeye çalışan insanlar şeytanlaşmış insanlardır, bu tiplerin hedeflerine yönelik her teşebbüs ve plân ise iblisin plânıdır.
Şeytanın adımlarının takipcileri, onun telkinlerinin uygulayıcıları, şeytanın avanesi ve adamlarıdır.
Cinni şeytanın fısıldamaktan öte yaptırım gücü yoktur, "euzu besmele" çekilince defolup gider de, insan şeytanlar tam tersi... bunlar kötülüğe teşvik ve eyleme dönüştürmek açısından çok daha tehlikelidir !"Olmuş o kadar halk-ı cihan mekrde üstâdKim sâbıka-i şöhret-i şeytan unutulmuş" (Nâbî).
"Her kim gurûra meyl ede şeytan-şebîhtir
"Aybdır âkıle şeytan beni aldattı demekKendi nefsimdir eden nefsime ilkā-yı fesâd" (Nâbî)
"Hicvedersem hâini zâhid günâh ettin deme
25 Nisan 2024 Perşembe
Hesap sorabilen yok !
24 Nisan 2024 Çarşamba
Lâle devri ve saltanat !
23 Nisan 2024 Salı
Gözünü dört aç, fırsatı kaçırma!
İyi insan olman, iyilik yapman için Allah ne çok fırsat çıkarıyor karşına, hem bu sahada rakip te yok rekabet de...!
22 Nisan 2024 Pazartesi
Masumiyet, safiyet ve afiyet...
"Çocuk; her şeyi olması gerektiği gibi görür, onun hayata bakışı rengârenktir, dosdoğru, saf, tertemiz, yalan dolansız, hesapsız, garazsız, ivazsız !"
Keşke büyükler, büyürken çocukluklarındaki masumiyet ve saflıklarını da arkalarında bırakmadan yanlarına alsalardı, dünya ne güzel olurdu !
Gözlerini dünyaya açtıkları günkü kadar tertemiz kalmayı tercih etselerdi, dünyanın kiri ile kirlenmeden...
Masumiyet ve safiyetin; huzur ve afiyetin vazgeçilmezi olduğunu, iş işten geçmeden, bembeyaz ömür sayfalarını karalamadan önce idrak etmiş olsalardı...
Dünya çocuklarla, büyürken safiyet ve masumiyetini yitirmemiş çocuk ruhlu insanlarla, güzelleşir !
Çocuk meraklıdır, ben kimim, neden buradayım, nereden geldim gibi ontolojiye dair sorularla varlığı anlamaya anlamlandırmaya çalışır; bu sorulara cevap bulamamış, kim ve kimlik mes'elesini anlayamış olanı ise büyüdüğünde (!) "sen benim kim olduğumu biliyor musun ?" soruları sorar...
Masumiyet ve safiyetiniz kavi, huzur ve afiyetiniz daim olsun efendim !
21 Nisan 2024 Pazar
Bir varmış, bir yokmuş...Varlık vehmi !
20 Nisan 2024 Cumartesi
Çürük üzüm habbesi...
"Üzüm üzüme baka baka kararır, çürük habbe sağlamları çürütür"... çürük habbe bir de ben özgürüm bana karışamazsın deme cüretkârlığındaysa vah sağlam habbelerin başına !
Peki âlâ da, kükürtle muamele veya çürüğü sağlama sirayet etmeden koparıp atma özgürlüğünün neresinde toplum !
Seyr ü seferde mi, seyran-ı âlemde mi, uyur gezer mi, dokunmayan yılan bin yaşasın modunda mı ?
Yoksa Kul Himmet'in dediği gibi;"Seyyah olup şu alemi gezerim
Kendi efkarımla okur yazarım" türküsünü mü çığırmaktadır...
"Toplumsal dejenerasyon, birçok farklı faktörün etkileşimi sonucu ortaya çıkabilir. Bunlar arasında ekonomik zorluklar, sosyal çatışmalar, siyasi istikrarsızlık, kültürel değişimler, teknolojik ilerlemeler, değer erozyonu ve demografik değişiklikler gibi etkenler yer alabilir. Bu faktörler toplumun normları, değerleri ve davranışlarını olumsuz yönde etkileyerek toplumsal dejenerasyon sürecini başlatabilir.
Toplumsal dejenerasyon, birçok olumsuz sonuca yol açabilir. Bunlar arasında suç oranlarının artışı, ahlaki değerlerin erozyonu, toplumsal çatışmaların artması, sosyal bağların zayıflaması, güvensizlik ve hoşgörüsüzlük gibi durumlar yer alabilir. Toplumsal dejenerasyon ayrıca toplumun uzun vadeli sürdürülebilirliğini ve refahını da olumsuz yönde etkileyebilir".(2)
Toplumların ileri gelenlerindeki çürümenin, onlara özenen ve rol model alan tabana kadar sirayet ederek kanıksanması durumunda, topyekün ahlâkî yozlaşmadan söz edilebilir.
Önceleri çok çirkin sayılan ahlâksızlıklar vakayı adiyeden sayılmaya başlanır, hatta anormal olan normal görülmeye başlar.
Bir toplumda bu çürütme eğer operasyonel ise, sanat ve sanatçı, yönetim ve yönetici, iletişim vasıtaları ve sosyal medya gibi aygıtlar sistemli bir şekilde imhâ amacına hizmet ederler ki, hatta bir de hedefe isim koyulur, adı batı olur, moda olur, modernleşmek, muasırlaşmak olur...
Böylesi bir düzende malûmatfuruş kendini alleme, nefer kurmay gibi satmaya başlamış, güçlü haksız da olsa haklı, muktedir liyakatsız da olsa buyruk sahibi olmuş, hukuk ölçüsüze ölçü, kılıfsıza kılıf bulan aygıt olarak kullanılmaya başlamıştır.
Nesep, soy sop karışmış, körler badem gözlü, sağırlar sultan muamelesi görürken, ahlâksız ilişkiler birliktelik olarak görülmeye başlanmıştır.
Canının her istediğini yapmak özgürlük, ağzına hergeleni söylemek düşünce hürriyeti, hakkı olmayana çökmek güç gösterisi, aşırmak uyanıklık olarak görüldüğünde, statüye yaslanarak bütün bunları kendine hak görmek beceriklilik, gösteriş de özgüven rampası olarak kullanılır olmuştur...
Defolunun defosunu gizleyerek kendini sağlammış göstermesi, çürüğün macun, dolgu ve boya-cilâ ile makyajlanması, olmayanı varmış gibi göstererek aldatmanın normal görülmeye başlaması....topyekün çürümenin dışa vurumudur.
Bu kalabalık; yüzü kızarmayan, utanma duygusunu yitirmiş, edebi nâ-mevcud, ahlaksızlıkta yarışan, arsız ve yüzsüz, aldatmayı marifet, aşırmayı beceri gören bir topluluktan (sürüden) varsayılsa gerek !
Evet bir salkım üzümün çürümesi içün bir tanesine küfün bulaşmış olması yeter de artar bile !
Peki ya insan, insan bunun neresinde ?
Artık böyleleri insan mı bilmem ama, böylesi bir kalabalık o çürümüşlüğün zirvesinde !
Çaresi mi ? Geçmiş ola diyesim var, amma Allah'tan ümit kesilmez !
Eğitim/terbiye, telkin ve tebliğ ile beraber, ahlâk kültürü müfredatı nedir bilmem amma onun yerine, güzel ahlâkın hâl edinme metodunun öğretimi ile bir yerlerden başlamalı...stratejiler geliştirilmeli.
"Etkili stratejilerle ve toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde uygulanan politikalarla toplumsal dejenerasyonun önlenmesi veya tersine çevrilmesi mümkündür. Toplumsal dayanışmayı artıran, sosyal adaleti destekleyen ve toplumsal kurumları güçlendiren politikalar, eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları, toplumsal dejenerasyonu azaltabilir ve toplumun sürdürülebilir ve sağlıklı bir şekilde gelişmesine yardımcı olabilir."(3)Değilse; iyilik, güzel ahlâklılık, sevgi saygı, empati, diger-kâm olmak, yardımlaşmak, hoşgörü, iyi niyetlilik, vicdanlı olmak, karşılıksız muhabbet, hak ve hukuka riayetkâr olmak ve benzeri gibi evrensel erdemler dillere pelesenk olur, sözü edilir de, çoğunlukla birer maskedir bugünkü kalabalıkların hâl ve gidişine bakıldığında bu söylemler, sadece lâfta kalır !
Sahnede rolü (ve menfaati) gereği sureta haktan görünenin, sahne gerisindeki durumuna bakmalı !
Hülasa-i kelâm, aynı tren katarında yolcu olanların bana ne deme lüksü de hakkı da yok, lokomotif raydan çıkınca, çekmekte olduğu bütün vagonları da peşinden sürükler, yoldan çıkarır !
Kokuşma/çürüme baştan başlar...çaresi balığı tuzlamaktır...eğer tuz da kokmuşsa geçmiş ola !
Vesselâm._______
1) Öz, M. (2016). Toplumsal Dejenerasyon. Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 30(3), 971-985.
2) Durmuş, A. (2019). Toplumsal Dejenerasyon: Kavramsal Bir Analiz. Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Dergisi, 20(2), 1065-1078.
19 Nisan 2024 Cuma
İşte putun, git hadi tapıya...
Korkuluk musun yoksa balon adam mı ?
Dik de duramıyorsun omurgan mı yok
Havandan başkaca bir numaran yok !
Kabı delik olana ne koysak dolmaz
Adamlık rütbeyle mansıbla olmaz...
Çürüklerle çarıklarla işimiz olmaz
Soframızda ot, saman yal hiç bulunmaz...
Buyur işte putun, git hadi tapıya
Bir ömür inşâ ettiğin çürük yapıya
Baykuş tüner, baykuş öter tâ fecre kadar
18 Nisan 2024 Perşembe
Nankörlük, hödüklük !
"Benim de benim..." zannı nasıl bir hödüklüktür
Yeleyi yele veren, bu dünya görümlüktür
Nimet vereni görmemek iki gözü körlüktür
İyiliğin kıymetin bilmemek nankörlüktür
Kargayı bülbül görme, her şey yerli yerinde
Beslediğin kargalar gaga dürter gözüne
Münhasır davranış var her birinin özünde
Edepsizlik yapanın durup arkasına bak
Zevkle kuyu kazanın bir de düşmesine bak
Yoğurdu hemen yeme dur da mayasına bak
Vücud ikliminin bânîsi...
Kimdir acep ? Şu vücud ikliminin bânîsiSen değilsin herhâlde, vardır onun hâmîsi"Hâkim"in bildiğini bilmez hiç bir fânîsiOlur mu hakikatin ne ama ne yânisi
Çoklukla övünenin okunmaz esamesi(*)Dünyalık yarışının ne imiş felsefesiAldatmasın ha sakın hayatın debdebesiKanaatkâra nasip, ni'mete şükretmesi
17 Nisan 2024 Çarşamba
Az biraz ironi...
16 Nisan 2024 Salı
İdealizm gargaraları...
"Bizler davayı Ağrı Dağı'nın zirvesine çıkaracaktık. Bin zahmet ve acılar çekerek tırmandık. Zirvede sevincimiz sonsuzdu. Ama bir noksanımız olduğunu farkettik. Davayı dağın eteklerinde unutmuştuk.
Meğer biz davayı değil kendimizi dağın zirvesine çıkartmıştık."
"Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmazŞahsın görünür rütbe-i aklı eserinde."
15 Nisan 2024 Pazartesi
Bir şarkının hikâyesi: Gençliğe veda/Yıldırım Gürses
1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin Altın Mikrofon Yarışması'na sözü ve müziği kendisine ait "Gençliğe Veda" isimli plağı ile ve yirmi kişiye yakın Türk ve batı müziği sazendelerinden oluşan orkestrası eşliğinde katılarak birinciliği kazandı.
Altın Mikrofon'daki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, albüm, konser ve müzik çalışmalarına hız verdi ve popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. Müzik hayatı boyunca 30'a yakın albüm yaptı. Aynı zamanda film müziklerinde de besteleri kullanılan en başarılı sanatçılardan biri oldu.
Yıldırım Gürses bir akşam geç vakit evine dönerken sokakta yaşayan yaşlı bir adama rastlar...Üstünde kendisini ısıtacak bir giysisi bile bulunmayan bu yaşlı adam çöplerden yaktığı ateşle ısınmaya çalışmaktadır.
San'at, San'atkârın ruh dünyasının eser şeklinde dışa vurumudur...
14 Nisan 2024 Pazar
Nusha sağırlar ve haddini bilmek...
Kavak ağacı diken ordan kabak ummasın
Şeytanla yola çıkan sakın gözün yummasın
Eşekten kısrak olmaz kimse hayal kurmasın
Kuru çaydan su içip, kir pasaktan yunmasın
13 Nisan 2024 Cumartesi
Maslahat, meşveret ve yönetimde prensipler
Yöneticinin başarısı, aslında çalışanların başarısıdır. Kurumsal hedefleri gerçekleştirmek için göz ardı edilemez ilkelere uyulması başarıyı beraberinde getirecektir, işte bu ilkelerden bazıları:
Emanet: Tüm makamlar kamunun emanetidir ve geçicidir.
Maslahat: Yönetici tasarruf ve hükümlerinde daima kamu yararını gözetir, şahsi menfaatini asla ve kat'a düşünmez ve gözetmez. Eli de beytülmâl'e asla uzanmaz.
Ehliyyet ve Liyakat: Yönetici görevlendirme yaparken ölçüsü şudur, görev hususunda birikim, tecrübe ve ehliyetin varlığına bakar, liyakatı arar.
Vakar ve kibir: Makam sahipleri eğer ehliyet ve liyakatta yetersizlik kompleksine düçar ise, otoriteyi sağlamak içün burnu havada gezerek onu kapatmaya çalışacaktır. Kibiri vakar ile, tevazuyu şirinlikle karıştıranlar otorite değil kukla yönetici olurlar.
Adalet:Yönetici herkese eşit mesafededir, yalaka ve yağcıları yanına yaklaştırmaz, etrafında yönetileni görmesini engelleyen etten duvar örücü müzevvirlere imkan ve fırsat vermez. Hak edene vermek, hak etmeyene vermemek adaletin terazisidir.
Şura ve Meşveret:Yönetici danışmadan ve görüşlere başvurup dinlemeden karar almaz, iş buyurmaz. İstişare ve ortak akla önem verir. Herkese, yönetimi altında olanlara ve hizmet ettiklerine eşit mesafededir.
Makam: Makamlar tepeden bakma, şahsını pazarlama, görev süresi bitince daha iyi yerlere gelmek için sıçrama tahtası ve hava atma yeri değil hizmetkârlık yerleridir, yönetici de görevi gereği sorumluluk ve vebal üslenmiş kişidir, kapısını daima açık tutar. Saltanatını sürdürme yeri olarak düşünülemez. Yönetici, idarî işlerdeki yardımcılarını da bu ilkelere uyanlardan seçer.
Disiplin ve denetim: Yönetimde iş ahlâkı ve disiplin ihmâle gelmez, değilse aylak ve tembeller bir yandan göz boyarken gözönünde olmayınca kaytarma yoluna gider. Yönetici "kadife eldiven içinde demir yumruğu" ödül ve ceza mekanizmasını, gerektiğinde kullanır.
Yanaşmalar: Her devirde makama ve makam sahiplerine yakın olma imkân ve fırsatlarını değerlendirme hususunda tecrübeli olan yanaşmalar vardır. Bunlar makamın imkanlarından ve makam sahibinin kredisinden mümkün olduğunca istifade etmeyi adet edinmişlerdir. Salatalarına maydanoz olmaya fırsat kollarlar. Yönetici yanaşmalara kapıları kapatmalıdır.
Peşkeş çekmek: Yönetici kamu malını ve yararını kılı kırk yararak gözetir, tasarrufa azami dikkat eder, astların ve yönetilenlerin de dikkat etmesi hususunda denetimi ihmal etmez. İmkânları, fırsatları ve mevkileri şahsi çıkarı içün eşe dosta, "hamili kart yakını" olanlara asla peşkeş çekmez. Kamu ihalelerinde de aynı hassasiyeti gösterir, kamu üzerinden kısa sürede köşe dönmeyi düşünen ahbap müteahhitlere kapıyı kapatır. Babadan kalma çiftlik olmadığını, kamu adına yetki verildiğini bilerek davranır.
★
"Biz bir memleketi helâk etmek istediğimizde, onun refah içinde yaşayan şımarık elebaşlarına (itaati) emrederiz de onlar orada kötülük işlerler. Böylece o memleket hakkındaki hükmümüz gerçekleşir de oranın altını üstüne getiririz." (İsra sûresi, 16)“İşte böylece işledikleri günahlardan ötürü zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına dost yaparız.” (En’am sûresi,129)
Dünya Kimseye Kalmaz
Bir misafirhanedir
Arifler ana dalmaz
Bilir ki efsanedir
Ne ekersen biçersin
Döktüğünü içersin
Bir gelir bir geçersin
Gerisi bahanedir
İnsanlıktan sen çıkma
Dost kazanmaktan bıkma
Gönül yap ama yıkma
Çoğu bir kâşânedir
İyilik yapmaktır kârın
Kalır ancak o varın
Öleceksin sen yarın
Anla bak dünya nedir.
12 Nisan 2024 Cuma
Muâllim Naci:"Müşterisiz meta zayidir"
Muâllim Naci, Tanzimat Edebiyatı’nın önemli şairlerdendir.1849 yılında İstanbul’da doğmuştur. Asıl adı Ömer, babasının adı Ali, annesinin adı Fatma Zehra’dır. İlköğrenimine İstanbul’da başlayan Muallim Naci, küçük yaşta babasını kaybedince dayısının yanına, Varna’ya, giderek burada medrese öğrenimi görmüş, Arapça ve Farsça öğrenerek öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Bir süre Sait Paşa’nın kâtibi olarak Anadolu ve Rumeli’de dolaşmış, onun Hariciye Nazırı olmasıyla İstanbul’a dönmüştür. 1883’te Hariciye Kalemi’nden istifa ederek Tercüman-ı Hakikat gazetesinin edebiyat sayfasını yönetmeye başlamıştır. Mekteb-i Hukuk’ta ve Galatasaray Lisesi’nde öğretmenlik yapmış, II. Abdülhamit’in vakanüvisliğini de üstlenmiştir. 1893 tarihinde hayatını kaybetmiştir.
★
"Hezarfen" lakaplı Necmeddin Okyay; 1883 yılında doğmuş, 1976 yılında vefat etmiş gül yetiştiriciliği, hattat, ebruzen, kağıt cilalama, mücellit gibi bin bir sanat ustası olarak bilinir.
Necmeddin Okyay'dan bir hat çalışması...Muâllim Naci'nin meşhur:
"Marifet iltifata tabidir, müşterisiz meta zayidir" beyti...
“Görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selametten
Çekildik izzet ü ikbal ile ......”
Maârif şimdi bizde meyvesiz eşcâra dönmüştür"
"Merkeb izinde su görüp deryâyı gördüm sanma sen
Deryâ odur kim ka’rını aslâ semek bilmez ola"
11 Nisan 2024 Perşembe
Bir tatlı huzur...
10 Nisan 2024 Çarşamba
Her gün bayram etmek...!
9 Nisan 2024 Salı
Kahvenin hatırı ve acı kahve (mırra) hikayesi...
"Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül muhabbet ister kahve bahane”
Osmanlı döneminde sosyal hayatının önemli bir parçasını oluşturan kahvehaneler önceleri kahve içmek, kitap okumak, sohbet etmek için uğranılan mekanlar olsa da, zaman zaman “miskinlerin buluşma mekanı ve fitne yuvası” olarak görülmüş ve kapatılma yoluna gidilmiştir.
Bugün kahvehâne ve kıraathâneler giderek azalmış, yerini sayıları gün geçtikçe artan "kafe"ler almıştır.
Kahvehâne ya da kıraathâneler iletişimin bugünkü gibi yaygınlaşmadığı devirlerde bulundukları mahallin sohbet, muhabbet, kültürel paylaşım merkezleri olması yanısıra, sosyal meselelerin konuşulduğu ve efkârı umumiyenin tebarüz ve temerküz ettiği mekânlar olarak da önemli bir fonksiyon icrâ etmekteydi...
Osmanlı toplumunda kahve, bizde yetişmediği ve ortadoğu ve doğu afrikadan getirildiği içün, ayrıca herkesin kolayca erişebildiği bir içecek olmadığından çok kıymetli tabi...
Bu sebeple hatırlı misafire kahve ikrâm edilmesi de çok makbul idi...
Bu yüzden de, "bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var" demişler...
Kırk yıl hatır ile ilgili şöyle bir hikâye de anlatılır...
Rivayete göre; İstanbul'da Galata köprüsü civarındaki Yemişli İskelesi'nde bulunan kıraathâneyi Üsküdarlı bilge bir kahveci işletmekteymiş. Kıraathânenin müşterileri kahvecinin muhabbetini çok sever, sohbetini dinlemeye gelirlermiş. Bir gün kıraathâneye gelen bir yeniçeri kahveciye seslenmiş:
-Baba, şu köşede tek başına oturan rum kaptan hariç benden herkese bir kahve ikram ediver. Kahveci:
-Hay hay paşam, diyerek herkesin kahvesini dağıttıktan sonra iki fincan kahveyi tepsiye koyar ve rum kaptanın yanına otururarak birini kaptana verir.
Bunu gören yeniçeri bağırarak seslenir
- Baba ona verme demedim mi?
Kahveci;
- Bu benim ikramım der ve kaptanla kahveleri yudumlarken sohbete tutuşur.
....
Rumlar Sisam adasında bir kalkışma ve isyan başlatırlar. Askere alınan bilge kahveci de isyanı bastırmakla görevli askerler arasındadır ve rumlara esir düşer. Rumlar esir aldıkları kişileri esir pazarlarına satmaya götürürler, onların arasında üsküdarlı kahveci baba da vardır. Pazarda kahveciyi adamın biri satın alır ve ıssız bir yere götürür. Satın alan şahıs;
-Beni hatırlamadın galiba bey baba, 40 sene önce yeniçerinin biri senin mekanına gelmişti, kaptan hariç herkese kahve ikram etmişti, sen de bana kendin kahve ikram etmiştin ve sohbet etmiştik, işte o kaptan benim. Ben hem senin sohbetini, hem ikram ettiğin kahveyi hem de o güzel davranışını hiç unutmadım, seni görünce hemencik tanıdım. Özgürsün, istediğin yere gidebilirsin, der.
İşte bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var, sözü rivayete göre bu hikâyeden geliyor (1)
★
Kahvenin sevilen az bulunan herkesin erişemediği bir içecek olması bir yana, bazı devirlerde fiyatındaki fahiş artışlar kahve tiryakilerinin canını sıkmış hatta beddua etmeye kadar mes'ele edilmiş...
Aşağıdaki beyit bu sebeple yazılmış...
Geçtiğimiz yüzyılda, kahve fiyatlarının arttırılması üzerine, Sadullah İzzet Bey şu beyit ile fiyat artışını ağır bir dille protesto eder:
"Kahve narhın arttıran kahve gibi çeksin azâb
Hem yanıp hem rû-siyâh hem hurd ola hem gark-ı âb"
(Kahvenin fiyatını yükselten, kahve gibi azap çeksin, hem yansın, hem yüzü kapkara olsun, hem un-ufak parçalanıp döğülsün ve hatta hem de suya batsın!…) (2)
★
Gözü açık ve aynı zamanda cimri olan esnafın birisi, kalabalık bir grup müşteri geldiğinde masraf olacak diye çay ve kahve ısmarlamak istemezmiş. Bu nedenle usulen sorar, eğer müşteriler de içmek isterlerse, çırağını çağırarak;
-Oğlum bana ‘acı’ (mırra), bak arkadaşlar ne içiyor, dermiş.
Misafirler içeceklerini belirttikten sonra, çırak siparişleri kahvehâneye vermek üzere oradan ayrılırmış. Dakikalar geçmesine rağmen siparişler bir türlü gelmezmiş. Müşteriler daha fazla bekleyemediklerinden müsaade isteyerek, bir şey içmeden kalkarlarmış.
-Kusura bakmayın siparişler gecikti, dediğinde, misafirler:
-Akşama kadar da gecikse bekleriz, zararı yok, derlermiş.
Bu durum karşısında çay, kahve ısmarlamaktan kurtulamayacağını anlayan esnaf, mecbur kalıp çırağı bir daha göndererek siparişleri hızlandırırmış. Siparişler gelince de misafirler cimri esnafın çay ve kahvelerini daha bir keyifle içer giderlermiş.
Kaynaklar:
(2) Kahve Molası, İskender Pala, Kapı Yayınları s.60
8 Nisan 2024 Pazartesi
Ne yağdıracak gökten acaba...
7 Nisan 2024 Pazar
Yahşi ve uyak sözler...
6 Nisan 2024 Cumartesi
Kaht-ı rical, kıtlık mes'elesi...
Bir toplumda eğer milletin kesesinden kamu kasasına aktarılan paralar ile ultra lüks makam araçlarına binme, şatafat, kibir, erişilmez olma, atamalarda ehliyet ve liyakat yerine ahbab çavuş hesabını gütme, tecrübe ve diploma yerine rozete göre karar verme, tasarrufları ve hükümlerinde hak ve hukuka riayet etmeme öne çıkmışsa, balığın yüzgeçleri kokmaya başlamış demektir...
Bir de üstüne üstlük rüzgâr ne taraftan esse de farketmez deyu yelkenlerini şişiren, her türlü suda gemisini yürüten kaptanlar var ya, işte onlar da mantar gibiler, mantar...yanlarına yalakalar, yağcılar, asalaklar, sonradan görmeler, altın suyuna batırılmış tenekeler, ilim yoksulu icazet sahipleri, mürekkep okkası yalamış merkepler, kıyafetin içini dolduramayan, koltuğun minderini haketmeyenler de eklenince...
Nerde o devlete milletin emaneti olan parayı harcarken Hz. Ömer’in mum hassasiyeti gibi hassas davranan adamlar !
Yoksa Hz. Ömer'in hassasiyetinin lafını edenler bir gün makam ve hüküm sahibi olunca, kamunun sırtından mum ve fitil fabrikası sahibi mi oldular ?
Nerde Hz. Süleyman gibi asâsıyla insanları aydınlatan, fermanının mührüyle kötü ve kötülükleri mühürleyen adamlar...!
Yoksa onlar da, mühür bendeyse sultan benim, buyruk benim, ferman benim, kanun benim, canım ve keyfim nasıl isterse öyle hüküm veririm demeye mi başladılar ?
★
Kişinin dediğine değil yaptığına bakınca, haksızlığı, yağmayı ve adaletsizliği görüpte söylemeyen dilsiz şeytan derekesindedir...
Peki şimdi can alıcı soruyu soralım, sizce toplumun genelinde ekseriyeti oluşturan, melekler mi, dilsiz şeytanlar mı ?
Neyi niçün sorguluyoruz o halde, elbisenin kalitesini kumaşın kalitesi belirlediğine göre, çaresi kaliteli kumaş dokumaktan geçmez mi !
Dokuma tezgâhı, malzemenin kalitesi ve en mühimi dokuma ustasının ustalığı önemsenmediğinde varılacak nokta hulktan bîhaber ahlâk terennümü olur !
★
Köküne kibrit suyu dökülmüş ağaçtan meyve vermesini beklemek ham hayalden öteye çıkmaz, habire üst yapıya yatırım yapıp, ahlâkı ve "insan" yetiştirmeyi (alt yapıyı) ihmâl eden toplumlar deryânın ortasında ve dümeni bozulmuş gemide yol alırlar ki, akibeti akıntı ve rüzgâr belirler !
Bütün mes'ele milletin emanetine sahip çıkacak dosdoğru emanetçilerin kıtlığı, ucu ahlâk kıtlığına çıkan "adam kıtlığı" olsa gerek...
Âsaf mahlası ile yazan Mahmud Celâleddin Paşa, "Der-Şikâyet-i Kaht-ı Ricâl" kasidesinin bir beyitinde şöyle der:
"Yağmegerân-ı devleti koğmak farîzadırOnlar koğulmaz ise koğar bizleri kifâr"