Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

28 Haziran 2018 Perşembe

Sözün özü - (2)...

Zübde-i âlem…
Zatına hoşça bak zübde-i âlemsin sen. Züppe-i âlem olan çok !
☆☆☆
Zillet-illet
Zilletin illeti ne acaba !
☆☆☆
Hafıza çilehânesi…
Dünyanın çilesini aklının köşesinde çekme. Her gün "yüzey" hafızayı boşaltki işletim sistemin kasmasın.
☆☆☆
 Köşeli fikir...
Kainâtta her şey küresel, her şey dönüyor, her şey devr-i dâim ediyor...köşeli düşünme !
☆☆☆
Alim...
Herkes bildiğinin alimi bilmediğinin cahilidir.
☆☆☆
Ziynet...
Kafasının içini doldurmayan midesini doldurmakla meşgul olur. Kafana ziynet tak ey insan midene ha bire yemek atma !
☆☆☆
Şer…
Ey "şerrün nas" Kendinle yüzleşmeye cesaretin var mı?
☆☆☆
Dilin silgisi…
Yanlış yazdığında silgin var, peki kötü söz için silgin var mı ? Gel dilin için de silgi edin...
☆☆☆
Kelâm…
Kelâm sessizlik perdesi ardındaki hazine sandığında idi
İşitilmesi için nefesle dirilmesi, gerekti.
İşitecek muhatabı, muhatabın kulağı olmalıydı.
Kelâm bir nefes ile perdeyi açıp can bulunca, muhatabını karşısında buldu.
Nefes-i evvel, kelâm-ı ahîrde zâhir olunca, dişliler dönmeye başladı.
Tâ ki kelâm biline, sahibi buluna.
☆☆☆
Meczub-u esved…
Kanatlıydı kelâm, uçmaya alışıktı heceler…
Meczûb-u esved, âşıklar gibi yuvada
gönül ile tanışıktı deryâda lü'lü ile mercan…
Kafesin ardında hazine-i devrân idi kelamı kibar,  sonsuzluğun derûnundaydı, kapısı mühürlüydü mührü süleyman ile, yarına kilitliydi.
☆☆☆
Musıkî
Musıki bir ahenktir dilde ve kulakta.
☆☆☆
Müeddeb…
Edebiyat yapmayız amma müeddeb nedir biliriz.
☆☆☆
Avamın imanı…
Havas ile konuşuruz esrar-ı küfrü, imanı,ikanı,ihsanı...Havvasın küfrü avamın imanı.
☆☆☆
İsyan ve nisyan…
Geçirdin bir ömrü azîzi he ye yoğ'a isyan ile, iyiliğe nisyan ile
☆☆☆
Müstehak…
Nahakkın da nankörün de hakkı var. Ver kurtul cezasını, müstehakı var
☆☆☆
Haya-hayat…
Hayat içinde hayayı barındırır.
Hayasız için hayat ağır mı ağır !
☆☆☆
Ego hamalı…
Barsağında ne var bilmez
Kenefte haltını görmez
Kibrinden hiç vaz geçmez
Everestim der tutturur
☆☆☆
Çimlenmek…
Dünya hayatı adı verilen tohum ölüm ile çimlenerek ahiret yurduna meyvelerini verir.
☆☆☆
Ayrı-gayrı…
Cüz küllün aynasıdır amma aynısı da değildir, gayrısı da..
☆☆☆
Ünsiyet…
Vicdanınız imanla kaplanırsa bütün kainatla ünsiyet peyda edersiniz.
☆☆☆
İklîm-i bekâ…
Kovuldu iklîmi bekâ'dan âdem
Seyrü süluk eyledi dem a dem

27 Haziran 2018 Çarşamba

Gönül ikliminden..

Duyular…
Görmek için göz gerekmez…
Duymak için kulak…
Seyahat için uzaklar… 
Yükseklere çıkmaya kanat.  

İnsan aklı var ya !
Kullandığı enstrümanlar 
var ya !
Hayâl, hayret, tefekkür, şüphe/vehim ve gönül…

Hayâl…
Binse hayâl gemisine…
Zamân yolculuğuna çıksa;
ister mazîde dolaşsa ister atîde…
Bininci yıldan bir anda 
onbininci yıla gitse...

Hayret…
Hayret gözlüğünü taksa
bir başka gözle baksa,
görmediklerini görse…
Vay be nasıl da atlamışım dese…!

Düşünce/tefekkür…
Her şeyin bir sureti
bir de sireti var ya…
Hani potansiyelin kinetiğe dönüşü…
Tohumda saklı potansiyelin
çiçek ve meyveye,
bulutta mevcud suyun yağmur ve kara dönüşü…
Derunî bir baksa…!

İlim…
Cehâletin at gözlüğünü takmasa.
İlim bineğinin kanatlarını ediniverse…
Her oluşun altında bir ilim,
her ortaya dökülenin de ilim kökünden gelen bilgi olduğunu idrak etse.
Malumatfuruşluktan geçse,
derûnî bilgi ve hikmet ikliminde yol alsa…

Şüphe ve vehim…
Düşmeden vehim tuzağına,
acabaları bir deşse…
Şüphe bineğini pozitif kullansa,
yoksa şöyle mi demeden
şeytanıyla bir yüzleşse…!

Gönül…
Göz penceresinden bakmadan
gönül ikliminde dolaşsa.
Gözsüz görebilme kapasitesini kullanmayı denese.
Uzakları yakın etse, 
Uzaklaşıpta bilinenleri azaltmasa
parçadan bütüne gitse…!

Ve "Bilge"…
Bilgelik görüsü ve kendini geliştirme  gayreti içinde,
cüz ile bütünü birlese ve uzakları  keşfetse…"İnsan" !

25 Haziran 2018 Pazartesi

Ruh-u mukaddesi abd-i sâfî eyle…/Abdulkerim Erdem


Rabbine ikbâl ile teveccüh eyle
Hem sırr-ı insanîye takarrub eyle

Her daîm hüsn-ü zannını galib eyle
Ruh-u mukaddesi abd-i sâfî eyle

Akval ve ef'alini rindâne eyle
Hucüb-i zulmâniyi def ü ref eyle

Ahlâk-ı ilâhiyle tahalluk eyle
Fikr ü zikr ile gönlünü meşgul eyle

Esrâr-ı hakâyik'e taalluk eyle
Rıza-i Rabbâniyi takaddüs eyle

Şehrâh-ı Müstakîme hep devâm eyle
Hiç durma yürü menzile vüsul eyle

24 Haziran 2018 Pazar

Diriliş; millî devlet kodlarına dönüş…

Devletler kurmuş, imparatorluklara sahip olmuş bu azîz milletin dünya tarihi sahnesindeki seyr-ü seferinde neler olmuş neler; içerden yıkma, düşmanla işbirlikçi olanların şahsi emelleri için müstevlilere sırtını dayamaları, etki ajanlarının ayağa kalkacağımız ve şahlanacağımız dönemlerdeki ajan-provakatör faaliyetlerini artırmaları, nifak tohumları atarak milleti kutuplaştırmak için zemin oluşturmaları, kültür emperyalizmi ile milleti millet yapan değerleri ve kutsallarını yozlaştırma çabaları, millî ve manevî köklerden kopartma faaliyetleri, çekirdeksiz/tohumsuz meyve olmasını istedikleri gelecek nesilleri yetiştirmek için, "ruhsuz adam" aşıları yapmaya çalışmaları……

Son 200 yıllık yakın tarihe baktığımız zaman, yukarıda sayılanların bir çoğunun, biraz zayıf düştüğümüz zamanlarda aynı zaman diliminde ve entegre bir şekilde, sistematik olarak milletimiz üzerinde uygulanmaya çalışıldığını okuyoruz, biliyoruz ve görüyoruz.
☆☆☆
Bedelini ödeyerek aldığımız bizim vatanımızı elimizden almayı çok denedikleri halde başaramayınca, devleti (imparatorlukları) yıkma çabalarından haçlı zihniyeti  tarihte sonuç almaya çalışmadı mı ?
Galiçya, Bingazi, Çanakkale, Hicaz, Yemen, Kafkas ve Balkanlarda atalarımız dedelerimiz vatan-millet uğruna şehâdet şerbeti içerken, müstevli seviciler yalılarında avuçlarını ovuşturarak sırıtmıyorlarmıydı ?
Kurtuluş savaşında topyekün mücadeleyi bu millet vererek istilacı haçlıları kovmadı mı ?
Peki sonra ?
Sonrasında kurulan devleti içerden kontrol etmeye yönelmediler mi, kendileri yalılarda, kordon boylarında oturarak !

Modernleşmek(!) adı altında millî ve manevî değerlerinden bir milleti uzaklaştırıcı ve yozlaştırıcı toplum mühendisliği çabaları 200 yıldır sürdürülen bir proje değilmi !?

Tanzimat fermânı ile başlayan süreçte iki yüz yıl boyunca, bizi derme çatma, zembereği dışardan kurulu/batı güdümünde üst yapı ile yönetmeye çalıştıklarını az buçuk tarih bilgisi ile projeksiyon yapabilen herkes görür.
Bu prangadan kurtulmak, yeniden dış etkilerden zarar görmeyecek şekilde yerli-millî malzemeden muhkem bir devlet binası yapabilecek duruma gelmek üzere olduğumuzu gören müstevli zihniyet, yine bütün gücünü ve enstrümanlarını kullanarak bu inşâyı engellemeye kalkıp durmakta değil mi?
☆☆☆
Batının kontrolünde tutmaya çalıştığı kontrol altında tutulmaya çalışılan devletten muhkem millî devlete geçişin sancılarını idrak ettiğimiz bu dönem, bir geçiş dönemidir.

Yerli ve millîye geçişin doğum sancılarıdır bunlar.
☆☆☆
Türk milleti idrak ettiğimiz zaman diliminde "Millî Devlet"inin yeniden kuruluyor olmasının farkında ve idrakindedir.
Tarihî misyonunu yaratılış gayesi bilen milletimiz yeniden "Diriliş"e şahit olmaktadır.
☆☆☆
Millete tepeden bakan yöneticilerin, temizlikçisine falan hanım(!) diyen "bayan"larla müstahdemine filan efendi(!) diyen "bay"ları, insana makamı ve parası kadar değer biçen bir güruhu, milleti sürü olarak görenleri de biliyor bu millet !

İnsanı mevkisi ve variyeti ile değerlendirmeyen, insanı "Eşref-i Mahlûkat" olarak gören bir yönetimin kapısı aralanıyor, milletine "Hizmetkâr Devlet"imizin doğumu ve milletin 200 yıldan sonra yeniden "Diriliş"ine şahit olunduğu bir dönemden geçiyoruz, mübârek olsun.

23 Haziran 2018 Cumartesi

Gülşen-i râzda gül-i handân…


Her kim ki âlemde sâdıku'l-kavl ola
Ol âdem ki anca ma'şûka vasl ola

Her kim ki bî-payân olmayı isteye
Nefs-î emmaresini vîrân eyleye

Her kim dertlinin derdine dermân ola
Murâdına nâil ma'şûka vasl ola

Her kim ki ummanda katre-i ab ola
Bahr-ı hümâyünda vasıl-ı yâr ola

Kim Hakk'tan yana batıla karşı ola
Ol rızayı ilâhiye mazhar ola

Kim ki yaradılana hizmetkâr ola
Hem muhabbet ve ma'rifet nasib ola

Dünyası da ukbâsı da ma'mûr ola
Ol gülşen-i râzda gül-i handân ola

19 Haziran 2018 Salı

Kimlik inşâsı, pedagoji ve ahlâk...


Eğitim insan hayatında doğumdan başlayıp son nefese kadar devam eden bir süreçtir.
Çocukluk dönemi itibarı ile süreç başlar ve Pedagojik (çocuk eğitimi/bilimi) açıdan çocukluk döneminden itibaren yanlış davranış kalıplarının oluşmasına imkan verilmeden, ortaya çıkmışsa bile doğrultularak doğru davranış modellerinin uygulamalı olarak bireye kazandırılmaya çalışıldığı bir devredir.

Böylece kimlik inşâ edilmeye başlanır.

"Ey mahlas dilenen aciz kul
Halasın divan-ı Hakkta bul"

Ahlâkın bireyde şekillenmesinde inanç sisteminin doğrudan etkisi var.
Sekülarist (*) (maddeci/materyalist/dünyacı) dar anlamda, dinî öğeleri hayatında tayin ve tanzîm edici kılmayan kişiyi ifade eder. Geniş anlamda sekülerizm, birçok farklı akım, tür ve teori barındırmaktadır. Kısaca seküler kelimesi, dünyevi olanı belirtir ve dünyanın nesnel halinin göz önünde tutulması demektir.
Seküler pedagojik yaklaşımlarla kimlik inşası sonucu oluşan seküler ahlâk anlayışı, dünyacı bir mutluluğu, amaçlar, sekülarist için bu hedef nihai mutluluk olarak görülür.
Manevîyyat ışığında oluşan kimlik ve ahlâk anlayışında ise sekülaristin amacı olan öğeler gündelik hayat içinde gelip geçici mutluluklar olarak görülür. Manevî kimlik kişiye yaşanan ömür ve hayattaki mutlulukların geçici olduğunu, bunların amaç haline getirilmeden ve geçici olduğunun farkına vararak yaşanması gerektiğinin prensiplerini öğütler.
Seküler ahlâki davranış kalıpları içinde yaşamakta olan insanın elde etmek istediği şeylere kavuşması kısa süreliğine kişiyi mutlu etse de bir süre sonra daha sonraki hedefe yönelir…bu böyle ölüme kadar sürer gider.
Seküler bakış açısına sahip toplumlarda mutluluk malesef kalıcı değil, kısa süren mutluluk sonrası daha fazlasını  isteyen bireyler topluluğunun mutsuzlukları…
Manevî kimlik inşasının kazandırdığı ahlâkî prensipler dünyaya tevhidi ilkeler ışığında bakan şahsiyeti ortaya çıkarır ki, eğer "müspet ahlâk"lı bireylerden oluşan bir toplum arzu ediliyorsa, pedagojik metotlar ile "güzel ahlâk" sahibi bireyler yetiştirilmelidir.

Hz. Peygamber'e sorarlar;
İslam (din) nedir ?
-"Güzel ahlâktır" cevabını verir…ve kendisi de güzel ahlâk örneklerini hayatının her anında yaşar, yaşatır ve örnek olur rol model olur. (Ahzab sûresi 21.âyet:"Andolsun, Allah’ın Resûlünde sizin için; Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır")
Bu kimlik inşâsı nasıl olacak...

Doğru modelin rol model olarak benimsenmesi ile...
Bunun da dört şartı var; birincisi "niyet", ikincisi "muhabbet", üçüncüsü "mükellefiyet", dördüncüsü "gayret"
Mükellefiyetlerin muhabbetsiz yerine getirilmesi yasak savmaktan öteye gitmez. Yağsız, tuzsuz pilav gibi.

İnsanlık âlemi eğer maneviyyatı sadece mükellefiyetlerin yerine getirilmesine, emir ve yasaklara uyulmasına bağlı idrak ediyorsa, bu anlayış maneviyyata pamuk ipliği ile bağlı kalmak gibi bir şey olur. Göz açıp kapayıncaya kadar, bir an mesabesinde zemin kaybetmeye açıktır.
Çünkü muhhabbet eksiktir, muhabbet eksik olunca mükellefiyetler nefse zor/ağır gelmeye başlar.sonuç mu ?
Soğuk ve ruhsuz adam...kofluk !

Sekülarist algının şekillendirdiği zihin dünyası ve algı mekanizmasına esir düşmüş adamın bu soğuk manevi iklimden kurtulabilmesi ancak muhhabet ile mümkündür.

İnsanın manevi dünyasını kuşatacak izhâr-ı muhabbet ile hakîkatın ve hikmetin mânâları insan kalbinin derinliklerine nüfuz ederki, kalb bununla tatmin olur, nefs (ego) safilinden illiyyuna doğru yükselir!

Fecr sûresi, 27-30.âyetler: (Allah, şöyle der:) "Ey huzur içinde olan (mutmain)nefis!" "Sen O'ndan razı, O da senden razı olarak Rabbine dön!" "(İyi) kullarımın arasına gir." "Cennetime gir."
Demekki itminan ile ihsan şuuru şekillenecek ve feyiz sağanağı başlayacak, iyi kullardan olunacak...
O'dan razı olmanın ölçüsü kişinin kendisindedir; kadere rıza göstermek, gayreti bırakmamak ancak zuhurata tabi olmak, şikayet etmemek…kişi Rabbinden razı ise Rabbi O'dan razıdır. Rabbim benden razı mı  diye soracağına, ben O'ndan  razımıyım  yoksa şikâyetçimiyim diye sormalu insan…her imtihan edildikçe !
"Yeni bir kimlik" inşâsı için mükellefiyyetin yanına muhabbetin izhârını mü'min mutlaka "gündem"e almalı... gayret etmelidir.

Ahlâkı gösteren âmellerdir...ibadetler şekilden ibaret kalmamalıdır...ibadetin ruhunu içselleştirerek yaşamalıdır insan vesselâm...

Testi içindekini sızdırır…
Yaşantı ahlâk, ahlâk yaşantı olur…!
__________
Sekülarist: (İngilizcesi secularist)
”felsefik mânâsıyla dünyacılık yanlısı kimse” anlamına gelir.
Türk dil kurumu tarafından kelimeye "dünyacı" karşılığı önerilmiştir.

18 Haziran 2018 Pazartesi

İnkârcı ! Söyle hangisini yalanlayabilirsin...


Ateş,
yakıyor mu, yakıyor !
çünkü yakmak için var...
Yâsîn sûresi, 80. âyet: "O, sizin için yeşil ağaçtan ateş yaratandır. Şimdi siz ondan yakıp duruyorsunuz"
Vâkı'a sûresi: "Tutuşturduğunuz ateşe ne dersiniz?! (71) Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? (72) Biz onu bir ibret ve ıssız yerlerde yaşayanlara bir yarar kaynağı kıldık.(73)"

Peki su
Herşeyi canlandırmak için lâzım.
Nûr sûresi, 45. âyet: "Allah, bütün canlıları sudan yarattı. İşte bunlardan bir kısmı karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayak üzerinde yürür, kimisi dört ayak üzerinde yürür. Allah, dilediğini yaratır. Çünkü Allah, her şeye hakkıyla gücü yetendir."
Vâkı'a sûresi: "İçtiğiniz suya ne dersiniz?! (68) Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? (69) Dileseydik onu acı bir su yapardık. O hâlde şükretseydiniz ya!. (70)"

Hava,
Hayatın devamı için lâzım...
Furkân, 48. âyet: "O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir."

Isı
İklimsel olaylar için;
yağmur, dolu, kar, rüzgâr için lâzım…
Suyun denizlerden buharlaşıp havaya yükselmesi için,
bulut olup karalara yağmur olarak taşınması için,
alçak ve yüksek basınçlı bölgelerin meydana gelmesi ve bunu sonucunda hava akımı yani rüzgârın oluşması için lâzım.
A'râf, 57. âyet: "O, rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz."

Rüzgâr bulutları yürütmek için lâzım, çiçeklerin tozlaşması için lâzım, kuşların havada uçabilmesi için lâzım, kuşların başka yerlere bitki tohumlarını taşıyarak bitkilerin başka coğrafyalara da taşınması için lâzım.
Hicr sûresi, 22. âyet: "Rüzgârları da aşılayıcı olarak gönderip yukarıdan su indirerek sizi onunla suladık. Onu toplayıp depolayan da siz değilsiniz."

Bağırsaktaki bakteriler vücud için gerekli bazı vitaminleri sentezlemeleri için lâzım. Diğer hastalık yapıcı patojenler en azından bağışıklığı harekete geçirmek, güçlendirmek için lâzım...hatta populasyonları dengeleyen bir unsur olarak varlar.
Sâffât sûresi, 145. âyet: "Derken biz onu hasta bir hâlde sahile attık."

Vücuda besin ve su yoluyla alınan demir dışardan alınan nefes içindeki oksijeni hücrelerin hepsine taşıması, karbondioksitin vücuddan uzaklaştırılması için lâzım.

Havadaki karbondioksit var ya, hani nefes verince dışarı attığımız; işte o bitkilerin sulu karbon dediğimiz nişasta-selüloz-karbon hidrat yapması için lâzım, aynı zamanda güneş ışınları ile ısınmış yeryüzünden ısının uzaya geri kaçmaması için, kimyasal bağları arasında ısıyı tutması ve hapsetmesi için lâzım…yoksa güneş batınca uzay soğuğunda donar insan.

Yerçekimi,
yerdekiler yer tutsun diye,
uzaya savrulmasınlar (saatte 1700km hızla dönen dünyadan merkezkaç kuvvet yüzünden uzaya fırlamasınlar) diye, yağmur tanesi yere düşsün diye, ....diye,....diye var.

Yaprağın yeşil pigmentleri...klorofil;
güneş ışığındaki enerji zerrelerini yakalayıp karbonhidrat içine aktarmak için var...yenilen besinler canlı için hem yakıt pili-enerji kaynağı hem de yenilenmede yapım malzemeleri içeriyor, değilse yani klorofil yoksa (dolayısı ile bitki yoksa) dünyada besin diye bir şey yok, yani hiç bir canlı türü için yaşama şansı yok.
Vâkı'a sûresi: "Ektiğiniz tohuma ne dersiniz?! (63) Onu siz mi bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz ? (64)"

Üremek;
iki mucizevi hücre biraraya gelecek, kendini oluşturan canlıların /benzerinden/aynısından yapacak !
Vâkı'a Suresi: "Attığınız o meniye ne dersiniz?! (58) Onu siz mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratan biz miyiz ? (59)"...

Manyetizma;
dönen dünya etrafında manyetik kutuplar oluşarak  güneşten gelen elektron bombardımanından ve bulutlarından dünyayı
koruyacak olan bir manyetik kalkan oluşturacak ki canlılık devam edebilsin.
Bakara sûresi, 29. âyet: "O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir."

Bu misâller insana kul olduğunu, mülkün sahibi Allah'ın ölçü üzere bir düzen kurduğu evrende tasarrufunun bakî ve ebedî olduğunu gösteren birer işâret, birer delil, yani âyet, düşünelim diye !

Rahmân sûresi 78 âyetten müteşekkil; bu âyetlerin 47 sinde Allah Teâlâ yaratılıştaki kudretini tasvir ederek göz önüne serdikten sonra, bunları var ettiğini ve ikrâmı olduğunu vurgular.... ni'metlerini  yalanlamaya çalışana/inkârcıya, somut olarak içinde yaşadığı gerçekliği, faydalandığı şeyleri, kurulu düzeni sayarak insanın kendini bundan soyutlamasının mümkün olmadığını belirtir ve tam 31 kere aşağıdaki âyeti zikreder:
"O hâlde, Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlıyorsunuz ? "

Aklı (ki aklı da Rabbimiz yarattı ve kullanımımıza sundu !) olan, aklı ile içinde yaşadığı mutlak gerçekliğe dair her şeyi inkâra/yalanlamaya kalkacak öyle mi !

Münkir kendini de inkâr etse ya ! Kendisi varlığa en büyük delil ya !
☆☆☆
Ve...inanıyorum/inandım diyene de bir çift söz; burada yol inceden ince, bütün varlık ve temâdisi de O'nun ve O'ndan (aksini düşünen nân-kör, yani münkir) aman dikkat !...kendi varlığını ifnaya gelince: çetinmi çetin !

17 Haziran 2018 Pazar

Penguen de kuş amma yüzer deryâ içinde...

Gözü kör yarasalar havada avlar sinek
Güvercinler tavuklar bite pireye binek
Kuru kuru değnekler kuşlara olur tünek
Penguen de kuş amma uçmaz tek aşkı yüzmek

Arının kimi balcı kimi de korsan hırsız
Kara kara sinekler gübreyi sever arsız
Bal yapmaz arı gibi vız vız uçar yararsız
Gülden hoşlanır mı hiç (..)k böceği kararsız

Manda gibi köseler hep çamura yatarlar
Sarı sarı öküzler trene boş bakarlar
Çiyanlarla yılanlar zehiriyle yakarlar
Penguenler kuş amma ağaca konamazlar

Su aynı toprak aynı envâ-i çeşit çiçek var
Saklamış sırlarını ne varsa tohumda var
Hiç şaşmaz çiçek açar sanki bir takvimi var
Gül kokusu hoş amma ne yazık dikeni var

Gece döner gündüze yazın ardı sonbahar
Yavru serpilir gence yaşlılık var ölüm var
Ay döner dünya döner sanki topaç ipi var 
Ay kandil gibi yanar sayarki ışığım var

Bir "zerrât-ı âb"ız biz sonsuz deryâ içinde
Vahdeti yaşarız biz hem de kesret içinde
Mütefekkir olana ma'nâ ma'nâ içinde
Penguen de kuş amma yüzer deryâ içinde

16 Haziran 2018 Cumartesi

Bir gün değil her gün bayram bize…

Huzurda olduğumuz, huzur hâlini koruyabildiğimiz her an bayram bize

Emanete sahip olduğumuz, sözümüzde durduğumuz, yalandan uzak olduğumuz her an bayram bize

İsyansız ve şikâyetsiz geçen, "El Kadir"in kudretine teslim olduğumuz her an bayram bize

Hem kötü sözün hem de iyi sözün somutlaştığını bilmekliğimiz, kötü sözü ağzımıza almadığımız her an bayram bize

Egoyu ıslah edebildiğimiz, şeytana diz çöktürebildiğimiz her an bayram bize

Kul hakkına azami riâyet ettiğimiz her an bayram bize
☆☆☆
İnsan için güzel şeyler düşündüğümüz, iyi şeyler yapabildiğimiz her gün bayram bize…

Kötülükten uzak kaldığımız, insanların kuyusunu kazmadığımız her gün bayram bize

Dedikodu yapmadığımız, çiğ insan eti yemediğimiz her gün bayram bize

Hak ve hakikatın yanında, batıl ve zulmün karşısında olduğumuz her gün bayram bize

Hayvanı hayvan, insanı insan bilip sevebildiğimiz her gün bayram bize
☆☆☆
Ni'met deryasında şımarmadığımız, şükran-i ni'met olduğumuz her vakit bayram bize

Lokmaya haram, söze yalan katmadığımız her vakit bayram bize

İmanı küfre, sevgiyi nefrete tercih ettiğimiz her vakit bayram bize

Hatada ısrar etmeyenler için af yolunu tuttuğumuz her vakit bayram bize
☆☆☆
Garibe gurebaya yetime biçareye sahip çıktığımız vakitler bayram bize

Cimrilik ve israfın kerahetten olduğunu idrak ettiğimiz vakitler bayram bize
☆☆☆
Yeryüzünde tevazu ile yürüyebilmek, böbürlenenlerden olmadan ömür sürebilmekliğimiz bayram bize

"Hay" diyerek nefes alıp "Hu" diyerek nefes veren olduğumuzu bilmekliğimiz bayram bize

Fail-i mutlak'ın mülkünde vahdet-i şuhud olmaklığımız bayram bize

İnsan doğup ömrünü insan olarak sürdürebilenlerden olmak çabası bayram bize

"Deliye her gün bayram" diyen, muhasebe defterini Karun gibi cebinde gezdiren ve dünyayı terk etmeyeceğini zanneden akıllıya bu sözler olsun küpe, ömrü azîz bilip yaşadığımız hergün bayram bize.

Kafesinde çırpınır nazlı güvercin.../Halit Yıldırım


Artık sussun dilim
Kapatın çenemi
Bağlayın çeke çeke
Ne dilimin önemi
Ne konuşmanın yok faydası
Şimdi ellerimde, ayaklarımda 
Konuşma sırası

Kapatın gözlerimi 
Yetişir gördüğü, göreceği artık
Yumun gözlerimi yumun
Şimdi görme sırası
Kalbimin, ruhumun
Açıksa da kapatın
Zaten kapandı mesafeler arası
Yumun gözlerimi
Yumun...

Yıkayın günahkâr bedenimi
Gözyaşımdan ekleyin suyuma
O arıtsın görünmez kirlerimi
Temizlensin bedenim
Temizlensin ruhum, kalbim
Vuslata hazırlayın beni
Tıpkı bir gelin gibi
Duvağım olsun kefenim
Uçağım olsun tabutum

Ey siz ağlaşanlar
Ey siz feryat edenler
Bırakın ağlamayı
Bırakın yas tutmayı
Ben çoktan sizi unuttum
Ben şimdi çok mutluyum

Dünyaya geldi geleli 
Beden kafesinde çırpınır ruhum 
Bırakın artık hür olsun
Azat olsun
Bembeyaz duvağı sırtında
Nazlı güvercinler gibi
Bırakın kanat açsın ötelere
Dilediğince uçsun
Uçsun...

Varsın öz yurduna
Varsın Sultanına kavuşsun
Hasret bitsin artık
Âşık maşukla buluşsun

14 Haziran 2018 Perşembe

Oruç, kalbî ve batınî taharet…/Abdulkerim Erdem

Kıyâmet-i kübra mı ?
Eşrar-ı nâs üzerine kopacaktır [Resulullah (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Kıyamet, ancak en şerli insanlar üzerine kopacaktır! Yeryüzünde ‘Allah’ denilmez hale gelene kadar kıyamet kopmaz!" (Müslim 147)]...ki onlar tezkiye ve terbiye edilmemiş nefs sahipleridir.

Bunlar, yâ'ni "şerrun nâs" hayrât-ı câriye sahibi de değillerdir.

Tevekkül, tevfiz, teslim ve rıza gibi "â'mâl-ı kalbiyye"den de yoksundurlar.

Nefsi vücuduna ve kalbine hâkim ve gâlib olan "şerrun nas"ın fiilleri ise garazsız ve ivazsız olmaz.

Hayvaniyyete müteveccih hiss-i beşeriyyetleri ile bunlar hakikate yol da bulamazlar. Velev ki hakîkat ilmi kulaklarına fısıldansın...

Nâ-ehil'in kulağına girmez ki bu ilim !
Kulakları yok mu ?
Var amma duymazlar !
Hem kulak duysa da idrakler kapalı olduktan sonra...
Sırr-ı Rübûbiyyet nâ-ehile, ne kadar söylenirse söylensin veya ifşâ olunursa olsun, kilitlenmiş idrak sebebiyle o ilim kendini bunlara örter de nâ-ehil olanlar sadece duymuş olurlar ancak anlamazlar...

Çünkü kalbi ölü olanın kabirde gömülü cesedden farkı yoktur.

Kalb ise ancak nefsin terbiye ve tezkiyesi sonunda dirilir.

Diri kalb yanında muhabbet ve mâ'rifetullâh ister. Kişi ancak bunlara nâil olursa halas bulur.

Âdem'in sâhil-i selâmete erişmesi için üç büyük ihsan vardır...bunlar; aklın basîreti ile farz ve sünnetin ziyâsıdır.

Nefs gecesinin zifir karanlığına farz ve sünnet ışık tutarken, akıl da bu ışığın aydınlatması ile firasetle görür ki, işte o vakit akl-ı selim tahakkuk eder. Hakk ve batıl arasındaki fark-ı hakîki tefrik edilebilir.

Âdem eğer akl-ı selim sâhibi ise "âkil-i nâs" olur da, ya değil ise...!

O halde diri kalb, faris göz, basîr gönül için, akl-ı selim için evvela tezkiye-i nüfûs gerekir ki, kalbî ve batınî taharet gerçekleşsin.
Böylece nefs ve şürekasına müteveccih ruh onlardan uzaklaşarak artık Hakk'a teveccüh edebilsin.

İşte bu şekilde sırr-ı insanî ile tanış-biliş olmak âdemi kendi özüne mukarreb kılar.

Üç aylar ve sonuncusu şehr-i ramazan süresince eda edilen zahirî ve batınî ibadetler ile tezkiye-i nüfûsu inşâ'Allah gerçekleştirmiş olanlara, kalbi Allah zikri ile dirilmiş; mücahede ve murakebe, kalbî ve batınî taharet sayesinde imanları ikan ve ihsana erişmiş firaset ve basîret sahibi mü'minlerden olanlara, arefe gününe ârif-i münevver olarak erişenlere ne mutlu...
_________
Konu ile ilgili bir kaç ayet meali:

*) Âl-i İmrân, 14. Ayet: Kadınlar, oğullar, yük yük altın ve gümüş, salma atlar, davarlar ve ekinler gibi nefsin şiddetle arzuladığı şeyler insana süslü gösterildi. Bunlar dünya hayatının geçimliğidir. Oysa asıl varılacak güzel yer ancak Allah'ın katındadır.
*) Yûsuf, 53. Ayet: "Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir" dedi.
*) Nahl, 111. Ayet: Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün.
*) İsrâ, 14. Ayet: "Oku kitabını! Bugün hesap sorucu olarak sana nefsin yeter" denilecektir.
*) Tâ-Hâ, 15. Ayet: "Kıyamet mutlaka gelecektir. Herkes işlediğinin karşılığını görsün diye, neredeyse onu gizleyecek (geleceğinden hiç söz etmeyecek)tim." Tâ-Hâ, 16. Ayet: "Buna inanmayan ve nefsinin arzusuna uyan kimseler, seni ondan (ona hazırlanmaktan) sakın alıkoymasın, sonra helâk olursun!"
*) Nâzi'ât, 37-38-39. Ayet: Kim azgınlık eder ve dünya hayatını tercih ederse, şüphesiz, cehennem onun sığınağıdır. Nâzi'ât, 40-41. Ayet: Kim de, Rabbinin huzurunda duracağından korkar ve nefsini arzularından alıkoyarsa, şüphesiz, cennet onun sığınağıdır.
*) Nâzi'ât, 18. Ayet: "Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin?
*) Sâffât, 84. Ayet: Hani o, Rabbine temiz bir kalple gelmişti.
*) Mâide, 41. Ayet: Ey Peygamber! Kalpten inanmadıkları hâlde, ağızlarıyla "İnandık" diyenler (münafıklar) ile Yahudilerden küfürde yarışanlar seni üzmesin. Onlar (Yahudiler) yalan uydurmak için (seni) dinlerler , sana gelmeyen bir topluluk hesabına dinlerler. Kelimelerin (ifade içindeki) yerlerini bildikten sonra yerlerini değiştirir ve şöyle derler: "Eğer size şu hüküm verilirse, onu tutun. O verilmezse sakının." Allah, kimin azaba uğramasını istemişse artık sen onun için asla Allah'a karşı hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah'ın kalplerini temizlemeyi istemediği kimselerdir.  Onlara dünyada bir rüsvaylık, ahirette ise yine onlara büyük bir azap vardır.
*) Nahl, 111. Ayet: Herkesin nefsi için mücadele ederek geleceği, kendilerine zulmedilmeksizin herkese yaptığının karşılığının eksiksiz ödeneceği günü düşün.
*) Muhammed, 23. Ayet: İşte bunlar, Allah'ın lânetleyip, kulaklarını sağır, gözlerini kör ettiği kimselerdir.
*) Enfâl, 22. Ayet: Şüphesiz, yeryüzünde yürüyen canlıların Allah katında en kötüsü, akıllarını kullanmayan (gerçeği görmeyen) sağırlar, dilsizlerdir.

13 Haziran 2018 Çarşamba

Aşıka vuslat devlet, neş’e, sürur Sultanım.../Halit Yıldırım

Haktan gelen âşıklar Hakka yürür Sultanım
Sineleri bir acı hasret bürür Sultanım

Akarken coşkun sular kıvrım kıvrım ummana
Alınan her nefeste zaman erir Sultanım

Dünyaya meyledenler kanar onun süsüne
Hakka ram olan gözler neler görür Sultanım

Maksudunu bilmeyen, matlubunu ne bilsin
Pusulasız yolcular nere varır Sultanım

İnsanı kâmil olan anlar insan halini
Zalimlerin elinde güller kurur Sultanım

Kapına yüz sürenler gördü sendeki sırrı
Geç kalanlar başını taşa vurur Sultanım

Aşkı senden öğrendik, edep erkânı senden
Muhabbetin kalplerde her dem durur Sultanım

Yetim çocuklar gibi kaldık âlemde sensiz
Teselliye muhtacız kimler verir Sultanım

Âşıklar göçüp gider adı kalır geride
Aşkı tatmayan sine elbet çürür Sultanım

Sen erersin vuslata hicranın kalır bize
Aşıka vuslat devlet, neş’e, sürur Sultanım

12 Haziran 2018 Salı

Nefs mi ? ...nankör, serhoş, serseri ! /Muhammed Talha Efe

Evvel güneş idin, pâk görürdün herşeyi,
Sanma gece "Ay"dandır, nefs perdeler "Güneş"i.

Gafil iken azap sandın,  Rabb'den gelme ni'meti,
Zâhire aldanıp da, kalma bâtından beri.

Nefs beden zindanında, nankör  sarhoş serseri,
Zanneder ukbâ yoktur, dünya benim ebedî.

Haşrolunur cümle insan, yoktur bişey fuzûli,
Var "EFE", tevbe yoluna, kolay sanma cenneti.

11 Haziran 2018 Pazartesi

Bilimsel çıktıların iyi ve kötü yanları -2


İklim değişikliği...

Logoloji
denilen bir bilim disiplini var…bu disiplin bilim çevrelerini; hem bilimi hem de bilimin uygulayıcılarını bütün cihetleriyle inceleyen bir disiplin.

Bilim ve bilimin uygulama alanları, biyolojik, psikolojik, felsefik, sosyolojik, tarihsel, politik, finansal, kurumsal ve saha araştırmaları yönleri ile irdeler ve değerlendirir. Kavramın karşılığı "bilim bilimi" “bilim sosyolojisi”, ”bilim araştırması” anlamlarını içerir, bu çalışmaları yapan bilim insanına da “logolojist” ya da “logolog” denir

Bu ön bilgiden sonra, bunun ışığında ve geçen yazının devamı olarak bilimsel çıktıların kötü yanlarına örnekler vermeye devam edelim.

Bu yazıda çevreye ve insan sağlığına zararları logolojik açıdan sonraki yıllarda ortaya konulmuş olan bir mekanik ve kimya mühendisinin geliştirdiği ürünlerden bahsedeceğim.

Amerikalı Thomas Midgley Jr. (18 Mayıs 1889 - 2 Kasım 1944) 1911 yılında Cornell Üniversitesi makine mühendisliği bölümünü bitirmiş. Yaptığı araştırma sonuçları ve geliştirdiği ürünleri ticarileştirerek patentlerini alan bir araştırmacı. Bu şahsın dünyada geliştirerek kullanıma sunduğu ürünlerden birisi Kurşunlu benzin (Tetraethyllead).

Midgley’in geliştirdiği ilk ürün; kurşunlu benzin…
1916'da “General Motors”da çalışmaya başlar. 1921’de General Motors'ın yan kuruluşu olan Dayton araştırmada çalışırken, Midgley, “tetraetilkurşun”un benzine eklenmesinin, içten yanmalı motorlarda "vurma/vuruntu" yu önlediğini keşfeder. Kettering ve Midgley tarafından ortaklaşa geliştirilmiş bu
Ozon tabakası ve sera gazlarına
karbon ve azot oksitlerin zararlı etkisi
fotonik reaksiyonlar
ürünün patent sahibi olan General Motors, petrol ürünlerine tetraetilkurşun katkısını, daha az az kâr edebilecekleri etanol veya etanol karışımlı yakıtlara alternatif olarak piyasaya sürer.
Tabi bu arada Midgley, Amerikan Kimya Derneği tarafından “Motor Yakıtlarındaki anti-vuruntu Maddelerin Kullanılması” ile ilgili ürün geliştirdiği için madalya alır. Daha sonraki yıllarda da madalya ve ödüller ard arda gelir…buna ilerde döneceğiz.

1923'te General Motors, DuPont şirketi tarafından tetraetilkurşun üretimi için General Motors Chemical Company'yi (GMCC) kurar ve Midgley’de bu şirkette başkan yardımcısı olur. Ancak, prototip üretim fabrikasında kurşun zehirlenmesi yüzünden iki ölüm vakasınnın görülmesinden sonra, bu kez Deepwater'daki DuPont'un fabrikasında da sekiz kişi ölür.
1924'te, DuPont'un tetraetilkurşun üretiminin "bromür prosesi" ile hızlandırılmasından memnun olmayan General Motors ve New Jersey Standart Petrol Şirketi (şimdilerde Exxon Mobil olarak bilinen), tetraetilkurşun üretmek ve pazarlamak için “Ethyl Gasoline Corporation”ı kurarlar. Ethyl Corporation, New Jersey'deki Bayway Rafinerisinde yüksek sıcaklıkta etil klorür prosesi ile üretim yapacak olan yeni bir kimya tesisi kurar. Bu tesisin faaliyete geçmesi ile birlikte ilk iki ayda, çevrede kurşun zehirlenmesi vakaları artar, özellikle üretimde çalışanlarda olmak üzere halüsinasyonlar, delirme gibi nörolojik bozukluklar görülmeye başlar ve beş kişi akciğerlerindeki kurşun zehirlenmesi sonucunda nefes alamaz duruma gelir, boğulur ve ölürler.

30 Ekim 1924'te Midgley tetraetilkurşunun zararsız olduğunu(!) göstermek için bir basın toplantısı düzenler, tetraetilkurşunu ellerine döker, kapağını açtığı bir şişe içinde tetraetilkurşun vardır, bunu burnunun altına yerleştirir ve buharını 60 saniye boyunca solur.

Buna rağmen New Jersey Eyaleti yönetimi ölümlerden ve nörolojik sendromlardan sorumlu gördüğü Bayway tesisinin bu basın toplantısından birkaç gün sonra kapatılmasını emreder ve Jersey Standard'ın devlet izni olmadan tekrar tetraetilkurşun üretmesini yasaklar.

Bu gösteriyi yapan, ürünü geliştiren ve patent sahibi Midgley bir süre sonra rahatsızlanır, kendisine kurşun zehirlenmesi teşhisi konulur, çünkü üzerinde çalıştığı ve temas ettiği kimyasal maddeler yüzünden akciğerleri kurşundan etkilenmiştir, 1923'te bu yüzden bütün işlerini bırakır tedavisi devam ederken temiz hava solumak için tatile çıkar...

Nisan 1925'te yöneticilik konularındaki yetersizliği nedeniyle GMCC başkan yardımcılığından ayrılmak zorunda bırakılır, ve General Motors'un sade bir çalışanı olarak çalışmaya devan eder.

Midgley’in geliştirdiği ikinci ürüne gelirsek;
Midgley’in geliştirdiği ürünlerden bir diğeri ise (“Freon” markasıyla tanınan) kloroflorokarbonlar (CFC)dır. Midgley kloroflorokarbonların (CFC) dünyada ilk geliştiricilerindendir.

1920'li yıllarda, klima ve soğutma sistemlerinde, amonyak (NH3), klorometan (CH3Cl), propan ve kükürt dioksit (SO2) gibi bileşikler soğutucu olarak kullanılmaktadır.

Bu kimyasallar soğutucu olarak etkili olsalar da, zehirli, yanıcı veya patlayıcı kimyasallardır. O dönemde bu kimyasalların önde gelen bir üreticisi olan General Motors'un soğutma/iklimlendirme bölümü, bu soğutuculara zehirsiz ve yanıcı olmayan bir alternatif arayışına girer. General Motors Research Corporation'ın başkan yardımcısı Kettering, böyle bir bileşiği geliştirmek için Midgley ve Albert Leon Henne'un yürütücülüğünde bir ekip kurar.

Bu ekip, çok geçmeden kimyasal olarak inert olduğu bilinen, alkil halitlere (karbon zincirleri ve
Ozon tabakasının delinmesi/incelmesine
sebep olan kloroflorokarbon (CFC),
 aeresol kullanımına hayır
halojenlerin kombinasyonu) odaklanırlar. Sonunda, hidrokarbon içine florin katarak bu sorunu halledebileceklerini görürler, işin vahim tarafı ise bu bileşiklerin toksik(zehirli) olacağı varsayımını da reddederler.
Ve ekip sonunda “diklorodiflorometan”ı sentezler, ürüne "Freon" adını verirler.
Bu, sentezlenen ilk kloroflorokarbon (CFC)’dur. Bu bileşik günümüzde "Freon 12" veya "R12" olarak bilinmektedir.

Freon ve diğer CFC'ler, kısa bir süre sonra diğer soğutucu kimyasalların yerini alır ve giderek aerosol sprey kutuları ve astım inhalatörlerindeki iticiler gibi diğer uygulamalarda da kullanılmaya başlanır.
Kimya Endüstrisi Topluluğu Freon – CFC -ürününü geliştirdiği için 1937 yılında Midgley’e Perkin Madalyası verir.

Patentleri, ödülleri ve sonrasında gelen feci ölümü…
Aslında insan sağlığı ve çevre üzerindeki olumsuz ve zararlı etkilerinden dolayı yasaklanmış her iki ürünü geliştiren Midgley parlak(!) kariyeri boyunca 100'den fazla patent yanında bir çok ödül ve madalyalar almış bir araştırmacıdır.

1941'de Amerikan Kimya Derneği, Midgley'e en yüksek ödülü olan “Priestley Madalyası” verir. 1942'de Willard Gibbs ödülü alır. Sonrasında iki onur derecesi daha alır ve “Amerika Birleşik Devletleri Ulusal Bilimler Akademisi”ne üye olarak seçilir. 1944'te ise Amerikan Kimya Derneği başkanı seçilir.

Ancak 1940'da, 51 yaşındayken, Midgley poliomyelitis” (çocuk felci) hastalığı ile tanışır, poliovirüsün sebep olduğu Poliomyelitis esas olarak küçük çocukları etkileyen oldukça bulaşıcı bir viral hastalıktır. Bulaşan virüs bağırsakta çoğalır, sinir sistemini istila edebilir ve felce neden olur. Hastalık belirli sinir lifi yolları boyunca yayılır, tercihen omurilik, beyin sapı veya motor korteks içindeki motor nöron hücrelerde çoğalır ve onları yok eder, bu da paralitik (felçli) poliomyelitin gelişmesine yol açar, bunun çeşitli tipleri (spinal, bulbar ve bulbospinal) ise ortaya çıkan nöronal hasar ve inflamasyon derecesine göre değişir.

Nöron(sinir) hücrelerinin yıkımı sonucu omurganın sinir gangliyonları içinde lezyonlara oluşur. Sinir hücresi tahribatı ile ilişkili iltihaplanma ve ön beyin bölgesinde özellikle de hipotalamus ve talamusta paralitik(felç edici) hastalık ile ilişkili diğer yıkıcı değişiklikler ortaya çıkar. Semptomları arasında ateş, halsizlik, baş ağrısı, kusma, sırt ve boyunda sertlik, çeşitli kasların asimetrik zayıflığı, dokunmaya duyarlılık, yutma güçlüğü , kas ağrısı, yüzeysel ve derin refleks kaybı, sinirlilik, kabızlık, ya da idrar zorluğu, ve uzuvlarda ağrı gibi belirtileri  de vardır.

Bu felç vakalarının yaklaşık yüzde 0,5'inde görülen kas güçsüzlüğü,  hareket edememe ile sonuçlanır.

Kas zayıflığı genellikle bacaklarda, ancak daha az sıklıkla baş, boyun ve diyafram kaslarında görülür.
Felç geçiren birçok insan tamamen iyileşir. Ancak kas zayıflığı olan çocukların yaklaşık yüzde 2-5'i, yetişkinlerin ise yüzde 15-30'u ölmektedir.

Bu hastalık ve felç durumu Midgley’i kendi başına yataktan kalkamayacak şekilde engelli hâle getirir. Makine mühendisliği okumuş olan Midgley bakıcılarının kendisini yataktan kaldırmasına yardımcı olmak için halatlı kasnak sistemi tasarlar.

Ve Midgley aslında ölüm fermanını kendi eliyle tasarlamış ve hayata geçirmiştir.

Ve Midgleyin feci sonu…
Tasarlayıp yaptırdığı düzenekteki halatlar yalnızken boynuna dolanır ve boğulma sonucu ölür…tıpkı tetraetilkurşun üretiminde çalışan işçilerin akciğerleri kurşun zehirlenmesi sonucu nefes alamaz hâle gelip de nefessizlikten boğularak öldükleri gibi…

Midgley kendi yaşadığı dönem ve sonraki nesillere kurşunlu benzin ile kloroflorokarbon içeren kimyasal bileşenleri kötü ve zararlı sonuçları olan bir miras olarak bıraktı…

Çevre bilim tarihçisi J.R. McNeill, Midgley
"Dünya insanlık tarihinde diğer tüm organizmalardan daha fazla çevreye zaralı etki yarattı"  demiştir ve Bill Bryson da, Midgley'in yaptığı çalışmalar sonucu geliştirdiği ürünler yüzünden herhangi bir "pişmanlık duygusuna " sahip olmadığını da belirtmiştir.

Kurşunlu benzinle ilgili çalışmaların ekolojik denge ve organizmaların sağlığı üzerinde etkileri takip eden yıllarda gör0lmeye başkanır.
Dünyanın her yerinde kurşunlu benzinin uzun yıllar boyunca otomotivlerde kullanılması ve motorlarda meydana gelen yanma olayları sonucu atılan egzost  ile atmosfere büyük ölçekli ve çok miktarda kurşun salınımı olmuştur.

Atmosferdeki bu yüksek kurşun seviyesi ise; kurşun zehirlenmelerinin yanı sıra nörolojik bozukluklara, çocukluktan itibaren ciddi ve uzun vadeli sağlık sorunlarına yol açmıştır.

Bunun doğal sonucu olarak  (egzost dumanı ile havaya atılan kurşunun solunum yoluyla vücuda alınması sonucu) şehir hayatında yer alan insanlarda nörolojik hastalıklarda belirgin artış olmuştur. Bununla birlikte artan şiddet eğilimleri ve suçluluk oranları artışında da solunan kurşunun önemli bir faktör olduğu belirtilmektedir.

Time dergisinin, "The 50 Worst Inventions" (En Kötü Buluşlar) listesi arasında kurşunlu benzin de yer almıştır.

Midgley tarafından geliştirilip sentezlenen kloroflorokarbonların(CFC) kullanımı sonucunda atmosferimizde bulunan ozon tabakası kimyasal reaksiyonlarla tükenmeye başlamış, incelmiştir (dolayısı ile güneş radyasyonunun insana ve diğer organizmalara zararlı etkileri ortaya çıkmıştır, bugün de bu etkiler devam etmektedir).

Yine atmosferde karbondioksit miktarının aşırı artması sonucu ortaya çıkan sera gazı etkileri (dünya ortalama sıcaklığının bu gazlar etkisi ile sürekli artış eğilimini sürdürmesi sonucu buzulların erimesi, iklim değişiklikleri, çölleşmenin ılıman kuşağa doğru yaygınlaşması, giderek verimli kıyı ovalarının buzul erimesi sonucu su altında kalarak verimli tarım arazilerinin gelecekte yitirilmesi…) gibi olumsuzluklara sebep olmuştur...

Midgley, sentezlediği kimyasalların zararlı etkilerinin sonuçlarını görmeden ölür, bu etkiler ise 30 yıl sonra ortaya çıkmaya başlar...

1987'de "Ozon tabakasını incelten maddeler"e ilişkin Montreal Protokolü imzalanarak, Freon gibi CFC'lerin üretimi ve kullanımını aşamalı olarak azaltacak katı tedbirler gündeme alınır. 

Şimdi ilk yazıdaki (Bilimsel çıktıların iyi ve kötü yanları -1)sorularımızı tekrarlayalım !

· Bütün bilim adamlarının çalışmalarının motivasyonunun, vizyon ve/veya misyonunun ülkelerin yahut insanların ihtiyaçlarından yahut kendi hırs ve çıkarcılıklarından bağımsız olduğunu söyleyebilir miyiz ?

· Ya da, küresel ölçekte bilimsel/teknolojik gelişmelerin ekosistemlerdeki dengeyi bozarak canlılar ve insan aleyhine tehdit ve risk oluşturduğunu görmezlikten gelebilir miyiz ?

· Araştırma sonuçları ve belgeler ile ispatlanmış bu tehlikeli gidişat karşısında duyarsız kalabilir miyiz ?

· Gelecek kuşaklar için de bir tehdit oluşturan bu gelişmeleri ve buna benzer nicelerini görmezden gelebilir miyiz ?

· Bilim tarihi, ülkelerin siyasi tarihleri ve insanlık tarihi, yukarıdaki sorulara cevaplar ile dolu.

Bu örnekte de görüldüğü üzere, kapitalizm, daha çok kazanma ve hükmetme duygusu, yine bilimsel hırsların kötü sonuçları dar bir çerçevede kalmayıp bütün dünyayı, dünyadaki bütün canlı organizmaları ve insanı nesiller boyunca etkilemektedir, etkileyecektir de...

Çevre kirliliğine sebep olan ürünlerin sentezlenmesine karşı son yıllarda “sürdürülebilir kimya” bir başka ifade ile “yeşil kimya”ya yönelik çalışmalar ve bu doğrultuda bilinç oluşmaya da başlamıştır.

Bir başka yazıda “sürdürülebilir kimya” bir başka ifade ile “yeşil kimya”yı bahis konusu edeceğiz…
__________
Kaynaklar:
https://en.wikipedia.org/wiki/Poliomyelitis
https://en.wikipedia.org/wiki/Thomas_Midgley_Jr.

10 Haziran 2018 Pazar

Leylâ'dan geçti de Mevlâ'yı buldu...

Leyle-i kadr, leylet-ül-vasl ola, mübârek ola...

Sordular Mecnûn'a aşkı sordular
Aşk Leylâ'dır, Leylâ da aşktır dedi(*)

Buldunmu Leylâ'yı diye sordular
Lisandan gönüle yol buldu dedi

Vardı mı gönüle Leylâ dediler
Varınca anladım gönlümde dedi

Leylâ  leyl midir nehâr mı dediler
Leyl ü nehâr da Mevlâ'nınmış dedi

Leylâ Mevlâ'ya yolmuymuş dediler
Leylâ  Leylâm sandım meğer ben dedi
☆☆☆
Hem gönül Leylâ'ya aşığım sandı
Hem tutuşup aşkla kavruldu yandı

Leylâ'yı dışarda aradı durdu
Özünde ünsü ve maşuku buldu

Leylâ kulundan örtüsü kalkınca
İkiyi terk edip "Bir"den bakınca
Hem gönülde ne var ne yok yakınca

'Leylâ'yla âlemi seyre dalınca
Leylâ'dan geçerek Mevlâ'yı buldu
Mecnûndu  meczub-u ilahî oldu
☆☆☆
Belki Mecnûn'a leyle-i kadr oldu
"Leyle-i kadr" "leylet-ül-vasl"  oldu
__________
(*)Leylâ bir sembol olarak masivadır. İnsanoğlunun gönlüne yerleştirdiği bir (çok) "Leylâ"sı olabilir...para, mal, makam...gönülde bunlar oldukça  Mevlâ bulunmaz der hakîkat ehli.
Leyl: gece
nehâr:gündüz

9 Haziran 2018 Cumartesi

Berzah....gelmedi mi ecelimin eceli ! /Halit Yıldırım

Hangi berzahtan geçiyorum
Hangi imtihana tutuldum acep
Sabrım incelmişken bir zar kadar
Kırılmışken tahammül kanatlarım
Meçhul bir menzile uçuyorum
Bir ses kılavuzluk ediyor
Aha şurası
Aha burası diyerek
Ne şura bitiyor
Ne de burası
Yürüyorum bulana dek

Hangi ağacın sığınsam gölgesine
Ya yaprakları düşüyor
Ya da kırılıyor dalları
Fırtınalar doluyor hışırtı sesine
En çürük meyvesini bile
Vermezken cimri ağaçlar özünden
Yıldızların yerine
Hüzünleri topluyorum
Karanlık gökyüzünden

Hangi pınara el uzatsam
Ya çekiliyor suyu
Ya da abı hayat akarken
İçilmez bir hal alıyor
Soğuklar sıcak oluyor, tatlarsa tuzlu
Geceler doluyor ciğerlerime simsiyah geceler
Saçlarımı tarıyor karanlık
Eserken nazlı nazlı

Hangi berzahtan geçiyorum
Hangi imtihanın yükümlüsüyüm
Sabrımın inceldiği yerde dönüyor dünya
Tüm renkler matlaşmış
Gündüzlerim bile geceli
Kırk yıllık ömre sığan şu elem keder
Daha kaç yıl sürer bilemem
Ne kadar kaldı kabre kim bilir
Kendi kendime soruyorum
Gelmedi mi ecelimin eceli

19.06.2009 / Medine

8 Haziran 2018 Cuma

Medeniyyet ufku ve kalite sorunu...

Modernleşmeden ne anladık, ne anlıyoruz ?

Başka/öteki kültür coğrafyalarında, fikir ikliminde, inanç dünyasında mayalanan ve ikrâm(!) edilenleri, hazımsızlık çeke çeke dışardan destekli ecza yardımıyla hazmetmeye çalışıp ötekilere benzemek, ötekinin kötü taklitleri olmak çabası ve dolayısı ile kendimiz olmaktan çıkmayı anladıysak eyvah !

Evet ve maa-t-teessüf eski zamanlar ile şimdiyi sosyo-kültürel gelişmişlik düzeyi olarak mukayese ettiğimizde eyvah dediğimiz noktada olduğumuzu acizâne görüyoruz.

 
Birkaç on yıllık sürelerle ve birkaç nesil üzerinde gözlemleyebildiğimiz çok hızlı medenileşme(!) ve modernleşme(!) süreci sosyolojik anlamda göçü yolda dizdiğimizi ve kör topal modernleşme serüveni içinde savrulduğumuzu eksiklik ve defolarıyla ortaya koymaktadır.

Köy/kent nüfusunun birkaç on yılda yüzde 70/30’oranından yüzde 30/70’e değişmesi bir toplum hayatı için çok önemli bir değişmeyi ve yanında da sorunları toplumun önüne koymuştur

Tepeden inmeci/jakoben dürtmelerle modernleşme yerine, toplumun olağan gelişme ve değişmesinin önünü açacak hür düşünce, ilim-bilim alt yapısı, medeni hayatın gereği olan burjuvanın doğasına uygun oluşması, aristokrasinin, bürokrasının ve akademyanın nitelikli hâle getirilmesinin…… tedbirleri alınmalıydı ki; modernleşme süreci doğal akışında seyretsin.

Ancak milletimiz için modernleşme kültür, dünyaya bakış, millî ve manevî değerler açısından bize ait olmayan, kalıbımıza uymayan farklı elbiseleri bedenimize zorla giymekten ibaret bir idrak seviyesi olarak karşılık buldu. Suretâ medeni görünsek de, medenî/modern karakteristikler oluşmadığından, eğreti kaldığından, siretimiz bedevî kaldı.

Eğer modernleşme için gösterilen hedef batı dünyası ise, frenk olan, anglo-sakson olan her türlü öğe (giyim-kuşam, yeme-içme alışkanlıkları, pozitivist düşünce sistemi ile kendi evrenimize bakış, …)’yi kuşandığımızda; modern, yâ’ni frenk yahut anglo-sakson olmuş yanılgısına düştük. Bunun en güzel örneğini de “jön türkler” de gördük.

Bize ait olanlara bile, batı bize oriyent(al) şark/doğu diye baktığından, biz de oriyental dedik; halaya, horona…çünkü bize aitti ama batılı için oriental idi.

Bu aşağılık kompleksi hali içinde kültür kökleri ile de bağlarımız kopartıldığında muvazenemiz bozuldu. Halayın, horonun yerini; valsler, danslar, tangolar aldı.

Hani ilik kanserinde doku nakli yapılmadan önce kemoterapi ile kanserli kan hücresi üreten doku tamamen yok edilir ki, bünye gelen yeni iliği kabullensin. İşte aynen öyle.

Bu aşamada toplum kültürel enfeksiyonlara hazır hale gelmiş ise, yok edilenin yerine ne konursa, doku uyuşmazlığı da baskılandığı için uyum sağlayacaktır.

Bu değişim kültürel enfeksiyonlara açık toplumlarda yozlaşmaya doğru giden bir süreç hâlinde işler.

Değişim ile ilgili olarak Mehmet Akif Ersoy'a kulak verelim; "Safahat"ta M. Akif “Medenî(!) Avrupa”yı şöyle tasvir eder;.

Fransız'ın nesi var? Fuhşu, bir de ilhâdı; / Kapıştı bunları "yirminci asrın evlâdı!" / Ya Alman'ın nesi var zevki okşayan? Birası, / Unuttu ayranı, ma'tûha döndü kahrolası, / Heriflerin, hani, dünya kadar bedâyi'i var; / Ulûmu var, edebiyatı var, sanâyi'i var. / Giden birer avuç olsun getirse memlekete; / Döner muhîtimiz elbet muhît-i ma'rifete. / Kucak kucak taşıyor olmadık mesâvîyi, / Beğenmezsek, "medeniyyet!" diyor, inandık, iyi! / "Ne var biraz da ma'ârif getirmiş olsa... desek; / Emîn olun size "hammallık etmedim?" diyecek. (*)

M. Akif  batı medeniyetinin çirkin yanlarını, onun ahlâkî zaaflarını ele alarak içki, fuhuş, dinsizlik, gibi batı'nın hayat tarzı ve inanç sistemini resmeder. Batı medeniyetinin iyi tarafını ise, ilim, fen, sanayi olarak tarif eder ve bunları batıdan almamız gerektiğini belirtir.
Malumdur ki; tanzimat fermanı sonrası birçok gencimiz, batılılaşalım fikri çerçevesinde avrupaya gönderildi. Batı'ya giden bu gençler, avrupa'nın ilmi yerine hayat tarzını ve kültürünü edinerek döndüler ki, Akif’in bu durumdan son derece muzdarip olduğu cümlelerinde açıkça görülmektedir.

M.Akif’in "Avrupalı tarifi" ile bitirelim: "Avrupalı / Denince rûhu sağır, kalbi his için kapalı, / Müebbeden bize düşman bir ümmet anlardık."(*)

Millî ve manevî açıdan vizyonu ve misyonu olmayan, ilim-irfan yoksulu/yoksunu, medenî(şehirli kültürüne ait) öğelere sahip olmayan, nitelikli insanlardan oluşmamış bir toplum; özenti, aşağılık kompleksi ve kötü taklit ile medeniyet ufkuna erişemez, medeni topluma dönüşemez !
__________
Ersoy, Mehmet Akif, (1990): Safahat (Edisyon kritik), haz: M Ertuğrul Düzdağ, Kültür Bak. Yay., Ankara.

7 Haziran 2018 Perşembe

Sözün özü - (2)...


Hükmü muhafaza… 
Hakîkat hükümlerini öğrenmek ve muhafaza etmek için hikmet tahsilini teşvik et, ilme hürmet  et !
☆☆☆
İlâhî gazab… 
Küfür ehliyle oturup kalkmak ilâhî gazaba mazhar kılar !
☆☆☆
İmtihan… 
Allah'ın kullarını imtihan etmesi, "kendi hallerini kendilerine bildirmek" içindir demiş ehl-i hikmet.
☆☆☆
İlminle âmil ol ! 
İlimle iştigal eden nice insan vardır ki karınca misâli yeryüzünü gezer bulduğunu  yer altına gömer, yuvasıyla sınırlı dünyası yağmur suları yuvaya dolunca son bulur...ey bulduğu her tohumu yuvasına gece gündüz taşıyan bencil, gözün doysun, tohumu ek de başka mahlûk da yesin...hakîkat ve hikmet fukarası olma !
☆☆☆
Dünün gölgesi… 
Dünün gölgesi bugüne düşse de gel gölgede kalma sen, güneşe çık !
☆☆☆
Tüketici… 
İnsanın para ve kalori tüketimi artınca mutlu olduğunu sanması en büyük yanılgıdır. Kişi elindekine ve sahip olduklarına yüklediği anlam ve amaç ile mutlu olur.
☆☆☆
Tasavvurun tuvalde… 
İnsan aklın tasavvur fırçası ile muhayyile tuvaline dokunur. Fırça bulaşık ise tuvalin temiz olması neye yarar.
☆☆☆
Talep… 
Hayatın talep ettiklerini kulak arkasına atarak talep ettiği hayatı ummak safdilliktir.
☆☆☆
Sonsuzluğa komşu… 
İnanç boşluğa düşmeyi engeller. Gönlündeki boşluğu imanla dolduran, sonsuzluğa komşu kılan, yalnız olmadığını anlar.
☆☆☆
Yol… 
Yolu yoldan gelene sor, yolunu kesene değil !
☆☆☆
Boğa… 
Kızana gelmiş boğanın gözü samanmı görürmüş !
☆☆☆
Zaafiyet… 
Zaaflar şahsiyetin erozyonuna sebep olur. Çünkü iblis ve iblisleşmiş insanlar, kişileri (var ise eğer) yumuşak karınlarından yakalar.
☆☆☆
Entrika… 
Şeytanı dost tutanın entrikası bitmez. Amma her günün gecesi de var...
☆☆☆
Hükümsüz… 
Aklı kirada olanın verdiği kararlar kendine ait değildir, hükümsüzdür.
☆☆☆
Hırsız… 
Hırsıza fener tutanın malı emniyette olmaz. İblisin adımlarına uyan huzûr hakkını giderek kaybeder...
☆☆☆
Dolambaç… 
Egosu için ince hesap yapanın yolu dolambaç olur.
☆☆☆
Dar… 
Dara düşenin darası hesaba katılmaz.
☆☆☆
Tahkik-taklit 
Taklit et amma taklit ettiğin şeyi tefekkür etmeyi unutma. Tahkiksiz taklit tefekkürü yok eder.
☆☆☆
Soru-cevap… 
İnsan her an kendi imtihan sorusunu yazmaya çabalıyor, keşke cevabı doğru verebilse; cevabını (vere)bileceği soruları sormaya yeltense...Okusa cevap şıkları kitapta var, kitaba bakmak da serbest...
☆☆☆
Hayatın matematiği...
İman+güzel ahlâk+salih amel= ?
şeytan+inkâr+yerilmiş ahlâk= ?
veya 
(.....)+(.....)+(.....)= Rıza ve cennet
(.....)+(.....)+(.....)= azap ve cehennem
Biraz matematik bilen eşitliğin bir tarafını görünce eşitliğin diğer tarafına doğru cevabı verir...Hayat yolcusunun tuttuğu yola bak varacağı köyü söyle...
☆☆☆
İnsanlık kokusu… 
İnsanlığın kokusu (hz.) Ahmed'den geliyor..(hz.).Ahmed mi ? Mim'in semâsı...
☆☆☆
İnsanlık nefesi… 
İnsan atmosferine gir ki nefeslenesin. Hayvanın soluğu seni zehirler.
☆☆☆
Geviş… 
Aklının bütün gevişlerini gönlünün onaylamasını bekleme !
☆☆☆
Nakkaş… 
Ey mekân tuvaline zaman fırçası ile her an yeni bir darbe vuran nakkaş...meded !
☆☆☆
İ'mar… 
Mevcud vehimleri yıkmadan gönül köşkünü nereye yapmayı düşlüyorsun !
☆☆☆
Ma'mûr… 
İçi harab dışı ma'mûr olan var, dışı harab içi ma'mûr olan var. Kârda olan ebediyet için i'mar çalışması yapan...