Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

19 Kasım 2018 Pazartesi

Güz güllerini döven dede, söz vermek ve Mustafâ…

Güneşli bir kasım günü, vakit öğlenin biraz sonu…bir saat içinde gördüklerim, yaşadıklarım ve düşündürdükleri:

14.30 için sözleştiğimiz bir ağabeyim ile görüşeceğimiz tesise beş dakika öncesinde vardım, ha bu arada yeri gelmişken, gençlik yıllarımdan bu yaşıma kadar randevulaşma ve randevu saati hakkında çok hassas olduğumu söylemeliyim… yol ve trafik durumu şartlarını da göz önüne alarak 5-10 dakika evvelinden gideceğim yerde olmak, bir ilke oldu bütün hayatımda.

Bununla ilgili olarak bir çok âyette ve hz. Peygamberin vaadleşme konusundaki davranış ve  hadislerinde bu düstûr insana hatırlatılır !

"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz"(Saff sûresi, 2).

"Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir"(Saff sûresi, 3)

"Allah, [sözleşmeleri bozmaktan]sakınanları sever" (Tevbe sûresi, 7)

"Ey iman edenler ! Sözlerinizi yerine getirin" (Maide sûresi, 1)

"Ahde (verilen söze) vefa edin; hiç şüphesiz ahitten (verilen sözlerden dolayı) hesap sorulacaktır"(İsra sûresi, 34)

"Müminler içinde Allah'a verdiği sözde duran nice erler var" (Ahzab sûresi, 23)

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm'de Meryem sûresinde hz.İsmail (54. âyet) ve hz. İshak (56. âyet) için;
"O, va’dinde, sözünde sâdıktı" buyurmaktadır.
☆☆☆
Sözünde durmakla ilgili olarak Peygamberimiz de "Söz vermek borç gibidir" buyurmuştur.

Diğer Hadis-i Şeriflerde de buyruldu ki:
"Vaat, söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun". (Deylemi)

"Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak". (İbni Neccar)

"Sözünde durmamak münafıklık alametidir". (İbni Neccar)

Yarın Kıyamet gününde içinizden bana en yakın olanınız, konuşurken en doğru konuşanınız, emaneti en iyi eda edeniniz, verdiği söze ve ahde en çok sadık kalanınız, ahlakı en güzel olanınız ve halka en yakın olanınızdır. (onların dertleriyle en çok ilgileneninizdir)

Sözünde durmayan kimsenin dini olmaz

Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, mutlaka verdiği sözü yerine getirsin

Hz.Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik gelmeden önceki dönemde  Hz. Peygamber (s.a.v.)le ticaret ilişkisi olan Abdullah Ebî'l-Hamsâ adlı bir genç peygambere bir defasında (filan zamanda ve yerde) beni biraz bekle, hemen gidip geleceğim hesaplarımızı te­mizleriz diyerek gider. Ancak verdiği sözü unutur.
Abdullah der ki;
Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, O’nu aynı yerde beklerken buldum. Resûlullâh (s.a.v.), yaptığım kusur karşısında beni azarlamayıp:

-Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum, buyurdu diye nakletmiştir.
☆☆☆ 
 Milli sairimiz Akif’in ahde vefayla ilgili bir hatırası...
M.Akif bir gün arkadaşı Eşref Edip ile öğle yemeğinde buluşmak için sözleşir.
Eşref Edip Vaniköy’de oturuyor; kendisi Beylerbeyinde.
Mehmed Akif öğleden bir saat evvel oraya gidecektir, o gün öyle bir yağmur yağmaktadır ki, sokaklardan seller akar.
Eşref Edip, Mehmet Akif'in böyle bir yağmurda gelemeyeceğini düşünür, hizmetçisine döneceğini söyleyerek, evden çıkıp yakın bir komşuya gider.
Bu arada yağmur da yağmaya devam etmektedir.
Eşref Edip evden çıktıktan bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura rağmen Eşref Edip’in evine gelmiştir.
Eşref Edip, evine döndüğünde Akif'in geldiğini hizmetçiden öğrenir. Akif sırılsıklam bir halde olmasına rağmen içeriye girmemiş, "selâm söyle" diyerek yağmura aldırmadan gerisin geriye gitmiştir.
Eşref Edip ertesi gün Akif'i bulur durumu anlatarak özür dilemek ister. Bu hadise sebebiyle çok kırılmış olan Mehmet Akif Eşref Edip’e:

-Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir….
☆☆☆
Nerde kalmıştık…
Ha evet, ağabeyim ile görüşmek üzere randavulaşmıştık…

Dışarıda verandanın altı da bir masada çay içip sohbet ettik.
Bir ara ağabey içeri gitti. Seyre dalıyorum masanın sol tarafında verandanın hemen dışındaki gülleri, sonbaharın son günlerinde beyazı kırmızısı sarısıyla arz-ı endâm etmeye devam etmekteler.

Yazdan kalan güllerin ter ü tâze yapraklarından eser kalmıyor giderek…pörsümeye yüz tutmuşlar, üşümüşler zâhir…son demlerini yaşıyorlar.

O da ne !
Elinde bastonuyla beli bükük, sağa sola yalpalayan, verandanın öteki ucundan bana doğru yürüyerek gelen bir dede...ama ne geliş…

Bastonunu havaya kaldırarak güz güllerini bastonuyla öldüresiye döverek, güllerin yapraklarını bir bir indiriyor.
Şaşkınlıkla bir an izleyip yerimden fırlayarak dedenin yanına vardım;

-Hayr'ola gülleri neden dövüyorsunuz ? Sizi çok mu üzdüler, kızdırdılar.

Dede, bir yandan bastonuyla son demlerini yaşamakta olan gülleri dövüyor, bir yandan da yere düşmekte olan gül yapraklarını seyrederek konuşuyordu...

-Bunları döküyorum ki yenileri gelecek, bunlar dökülmeden yenisi gelmez, ben bu işi biliyorum, bunların dökülmesi lâzım... diye diye vurmaya devam ediyordu.

Bu sırada ağabeyim içeriden çıktı, ben dedeyle konuşmaya çalışırken yanımıza geldi, aynı sözleri söylemeye devam eden dedenin dediklerini duyunca:

-Bak böyle yapınca dökülenin yerine yeni gül gelmez, bunlarda meyve oluşmaya başlamış, burayı dalıyla koparınca yeni sürgün sürer, diyen ağabeyime de dede aynı sözleri tekrarlayıp durdu:

-Ben biliyorum, bunlar dökülmeden yenisi gelmez
☆☆☆
-Ağabeyim mi ?
-O iş adamı, yerli ve millî sanayiye önem veren, imalatını ihraç eden, başarılı ve çalışkan bir fabrikatör…karşısındaki kim olursa olsun lafı eğip bükmeden söyleyen, (menfaat düşkünü olanlar gibi) nüfuz ve güç karşısında eğilip bükülmeyen, mütevazı, eğitime ciddi destekler sağlayan sosyal sorumluluk bilinci yüksek, dosdoğru bir adam…şehrin varoşlarında yaşayan fakir fukara, garip gurebayı kimliğini gizli tutarak giydiren, yediren, okul çağındaki onlarca fakir çocuğu tepeden tırnağa giydirerek ihtiyaçlarını gideren bir Allah kulu.

Böyle ahlâk sahiplerini Kur'an-ı Kerim şöyle tasvir eder: "Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak veren, her başağında yüz tanesi bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah (ihsanı) geniş olan ve hakkıyla bilendir." (Bakara sûresi, 261)

Ancak insanda infak ibadetine karşı bir muhalif yapı da vardır ki; o nefs…
Kur'an-ı Kerim'de;
"Nefisler cimriliğe meyillidir."(Nisa, süresi, 128) âyeti ile bu hakıkat bildirilmiştir.

Nefsin muhalefetine rağmen Allah'a itaat ve ibadet maksadı ile yapılacak faydalı her bir harcama(infak) "Allah yolunda" yapılmış olur, yâ'ni "fî sebîlillâh"tır. Bunun karşılığı ise, toprağa ekilen ve bire yedi yüz veren habbe/tohum örneği ile yukarıdaki âyette açıklanmıştır.

Allah Teâlâ ağabeyim gibi varlıklı insanların sayısını artırsın, varlarını çok ve bereketli etsin inşâ'Allah…
☆☆☆
İnsan seçkin, seçilmiş, safîleştirilmiş rafine insan, yâ'ni "Mustafâ" olmalı…bunu yaşantısında sürdürmeli ve şeytanî-nefsanî dürtülere teslim olup kirletmemeli !

Mustafâ, safvet kökünden gelir. Istıfâ(bir şeyin iyisini seçip ayıklamak, bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek. (seçmek), has ve seçilmiş mânâsına gelen bir isim. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu mübârek ismi, Sa'd sûresi 47. ayet âyette geçer: "Bismillahirrahmanirrahim""Ve innehum indenâ le minel mustafeynel ahyâr"(Şüphesiz onlar, bizim katımızda hayırlı, seçkin kimselerdendir).

Mustafâ ismi insanlık tarihinde ilk defa hz. Muhammed Mustafâ'ya verilen bir isim. Hakk teâlâ hz. Âdem'den o güne kadar bu ismi mahfuz tutmuş… bu isim hz. Peygambere dedesi Abdulmuttalip tarafından verilmiştir.

Ahlâk-ı Mustafâviyye (Hz. Muhammed Mustafâ'nın ahlâkı ki, Kur'an ahlâkıdır) sahibi olmaya çalışmak bütün mü'minlerin amacı değil midir !
☆☆☆
Konu güz güllerini döven dededen nerelere uzandı…
☆☆☆
Dede bastonuyla tam gaz vurup giderken masaya oturduk ve güz güllerini bastonuyla döven dedenin bana hatırlattığı âyeti konu ettik, âyet meali;

"Sizleri yaratan O'dur. Yaşlılık dönemine ulaştıracak, ömrünün son demlerindeki düşkünlük haline, bildiği şeyleri bilemeyecek hale geleceği günlere ulaştıran da O'dur" (Nahl sûresi, 70)

Evet dedenin bu davranışı bana yukarıda zikredilen âyeti hatırlattı, "dede bildiğini bilmez hale gelmişti", çocuklaşmıştı dede, işte bir âyetin tecellisi !

Hz. Peygamber yaşlılar ve yaşlılık hakkında buyuruyor ki;
"Allah'ım! Ömrün son demlerindeki düşkünlükten Sana sığınırım." (Buhâri)

"Yaşından dolayı bir yaşlıya hürmet eden gence, Allah yaşlılığında hürmet edecek kimseleri nasib eder." (Tirmizî)

Ve ne güzel o yaşlıya ki aşağıdaki müjdeyi duyanlardan olur:

"Rabbimiz Allah'tır diyerek dosdoğru bir hayat yaşayanlar, vefatları anında meleklerden şu müjdeyi alırlar: Korkmayın, üzülmeyin. Aksine size söz verilen cennete kavuşacağınız için sevinin. Biz bu dünyada sizin dostlarınız idik. Ahiret hayatında da yine dostlarınız olacağız. Şu andan itibaren artık canınız çektiği her şey ve Allah'ın size va'dettikleri; O, affı ve bağışı bol olan Rabbinizden bir ikram olarak sizi bekliyor." (Fussilet sûresi, 30)

Evet bir yaşlı adam düşünün ki, melekler kendisine yukarıdaki âyette bildirilen bir müjde veriyor !

Varlıklı bir iş adamı, bire yedi yüz hatta daha fazlası müjdesinin mazharı olacak infak ahlâkı sergiliyor !