Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

4 Temmuz 2023 Salı

Mesnevi'den hikâye:Bakkal dükkanında papağanın gül yağını dökmesi


Bir bakkalla onun bir papağanı vardı. Güzel sesli, yeşil renkli, konuşkan bir papağandı.

Dükkânda, oraya bekçilik eder, bütün tacirlerle şakalaşırdı.

İnsanlara hitap etmede [insan gibi] konuşkandı. Papağan gibi ötmede de ustaydı.

Dükkânın bir yanından sıçrayıp öte yanına kaçtı; gülyağı şişelerini döktü.

Efendisi evden çıkageldi; dükkânında, efendiler gibi huzur içinde oturdu.

Gördü ki dükkân yağa batmış, elbisesi de yağ içinde. Başına vurdu, bu vuruş yüzünden papağan kel oldu.

Papağan birkaç gün söz söylemez oldu; bakkal pişmanlıktan ah çekti.

Sakalını yoluyor: 

Yazık! Nimet güneşim bulut altına girdi, diyordu.

O tatlı dillinin başına vurduğumda, üç gün üç gece şaşkın, üzgün, ümitsizce dükkânında oturduktan sonra kuşu yine dile gelsin diye her yoksula hediyeler veriyordu. Olur da dile gelir diye, o kuşa her çeşit olmadık şeyler gösteriyordu.

[O sırada oradan] başı, tasın ve leğenin arkası gibi saçsız, çıplak kafalı bir Cavlaki geçiyordu.

Papağan birdenbire dile geldi, akıllılar gibi dervişe bağırıp: Hey, filan, dedi.

Nasıl oldu da kel oldun, keller arasına katıldın? Yoksa sen de mi şişeden yağ döktün?

Onun bu kıyasına halkın güleceği geldi. Çünkü o hırka sahibini kendisi gibi sanmıştı.

Yazı(dilinde)da şîr (aslan) şîr (süt)’e benzese bile, sen temiz kişilerin işini kendinle kıyaslama.

Bütün dünya bu yüzden yoldan çıktı; 

Hak abdallarından pek az kişi haberdar oldu.

Peygamberlerle eşitliğe/denkliğe kalkıştılar; velileri de kendileri gibi sandılar. İşte biz de insanız, onlar da insan. Biz de uykuya ve yemeğe bağımlıyız, onlar da, dediler.

Körlükleri yüzünden, arada sonsuz bir fark olduğunu bilmediler.

İki çeşit arı aynı yerden yedi; ama bununki zehir oldu, ötekininki bal. İki çeşit ceylan ot yiyip su içti; birinden fışkı meydana geldi ötekinden halis misk. İki çeşit kamış aynı kaynaktan su içti; birisi boş, öteki şekerle dolu.

Böyle birbirine benzeyen yüz binlerce şeye bak da aradaki yetmiş yıllık yol farkını gör.

Bu yer, ondan pislik çıkar; o yer, tastamam Hak nuru olur.

Bu yer, tümüyle cimrilik ve haset doğar; o yer, tümüyle bir ve tek olan Allah’ın nuru doğar.

Burası tertemiz topraktır, orası çorak ve kötü. Bu tertemiz melektir, o Şeytan ve canavar.

Her iki şeklin birbirine benzemesi mümkündür; acı su da tatlı su da berraktır.

Bunu zevk sahibinden başka kim anlayabilir? Onu bul. Tatlı suyu acı sudan o ayırır.

[Zevk sahibi olmayan] büyüyü, mucize ile kıyaslayıp her ikisinin de esasının gözbağcılığı olduğunu sanır.

Musa ile mücadele eden büyücüler, [ellerine] onun asası gibi bir asa aldılar.

Bu asa ile o asa arasında derin bir fark var; bu işle o iş arasında hayret verici bir yol var.

Bu işin arkasında Allah’ın laneti var; o işe karşılık vefa olarak Allah’ın rahmeti var.

Kâfirler muhalefet etmede maymun tabiatlıdırlar. Huy, göğsün içinde bir âfettir.

İnsan her ne yapsa, maymun da her zaman insandan gördüğünü yapar.

Ben de onun gibi yaptım sanır. O muhalif suratlı aradaki farkı nereden bilecek?

Bu, emirden dolayı, o, muhalefeti yüzünden yapar; muhaliflerin başlarına toprak saç.

O münafık, emre uyanla beraber, muhalefet için uyup namaza durur; yakarmak için değil.

Müminler namazda, oruçta, hacda, zekâtta münafıkla birlikte kazanıp kaybetmektedirler.

Müminler için sonunda kazanç vardır, münafığa ise âhirette mat olma.

Her ikisi de bir oyunun başında, her ikisi de birlikte, ama biri Mervli biri Reyli.

Her biri kendi durağına gider, her biri kendi adına uygun olarak yürür.

Onu mümin diye çağırırlarsa, canı hoşlanır. Münafık derlerse öfkelenir, ateş kesilir.

Onun adının sevimliliği kendi zatı yüzündendir; bunun adının sevimsizliği âfetleri yüzündendir.

Mim, vav, mim ve nun [harflerinde] bir şeref yoktur. Mümin sözü ancak tanımlama içindir...

Ona münafık dersen, bu aşağılık ad, içini akrep gibi sokar.

Bu ad, cehennemden türemediyse niçin onda cehennem tadı var?

O kötü adın çirkinliği harften değildir. O deniz suyunun acılığı kaptan değildir.

Harf kaba benzer, ondaki anlam ise su gibidir. Anlam denizi ise “Ümmü’l-Kitâb”ı katında bulundurandır.

Dünyada acı deniz de vardır tatlı deniz de. Aralarında bir perde/engel vardır, birbirine karışmazlar.

Ne var ki bu iki deniz tek bir kaynaktan akarlar; sen bu ikisinden de geç, kaynağına kadar git.

Kalp altınla halis altının ayarını mihenge vurmadıkça [değerini] göz kararıyla bilemezsin.

Allah kimin canına mihenk koyduysa, kesin olanı şüpheli olandan o ayırt edebilir.

Bir canlının ağzına bir çöp kaçacak olsa, ancak onu çıkardığında rahatlar.

Binlerce lokma içinde ufacık bir çöp çıkacak olsa, canlının duygusu bunu hemen algılar.

Dünya duygusu, bu dünyanın merdivenidir; din duygusu ise göğün merdiveni.

Bu duygunun sağlığını tabipten arayın; o duygunun sağlığını ise sevgiliden isteyin.

Bu duygunun sağlığı, bedenin sağlamlığından; o duygunun sağlığı ise bedenin yıkılmasından [geçer].

Can yolu, bedeni yıkar; bu yıkıştan sonra onu [yeniden] imar eder.

Evi, altın definesi için harap etmiştir; sonra o define ile evi daha bayındır hale getirir.

Suyu kesmiş, yatağını temizlemiş, ondan sonra ırmağa içilecek su akıtmıştır.

Deriyi yarmış, okun ucunu çıkarmış, ondan sonra orada taze deri bitmiştir.

Kaleyi yıkmış, kâfirden almış, ondan sonra oraya yüzlerce burç ve hendek yapmıştır.

Neliksiz [Allah’ın] işini kim nitelendirebilir? Bunları bana sadece zaruret söyletiyor.

Bazen böyle görünür, bazen de bunun zıddı; din işi hayranlıktan başka bir şey değildir.

Ama sırtı ona dönük olan hayran değil, aksine sevgiliye dalmış, onunla sarhoş olmuş hayrandır bu.

Birisinin yüzü sevgiliye dönüktür; birisinin yüzü ise zaten sevgilinin yüzüdür.

Her birinin yüzüne bak, hatırında tut; ola ki hizmetten ötürü yüzleri tanır hale gelirsin.

Değil mi ki nice insan yüzlü Şeytan vardır; öyleyse her ele el vermek yakışık almaz.

Çünkü kuş avcısı, kuşu aldatmak için [onun sesine benzeyen] bir ıslık çalar.

O kuş, kendi cinsinin sesini işitince havadan iner, tuzağı ve iğneyi bulur.

Aşağılık adam, doğru kişinin üzerine afsun okumak için dervişlerin sözlerini çalar.

Erlerin işi aydınlık ve sıcaklıktır. 

Aşağılıkların işi ise hile ve utanmazlıktır.

Dilenmek için yünden aslan yapar, Ebu Museylim’e Ahmet lakabı verirler.

Ebu Müseylim’in lakabı “kezzâb”, Muhammed’in ise “ulü’l-elbab” olarak kaldı.

O Hak şarabının sonunda halis misk vardır; [sıradan] şarabın sonunda ise pis koku ve azap..

__________

Kaynak: Derya Örs, Hicabi Kırlangıç, 2015, "Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî/Mesnevî-i Manevi" 1.Defter (247-323.beyitler)