Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

7 Temmuz 2023 Cuma

Cemre nine ölülerine okur da okur...

Uzun zaman oldu, Cemre ninenin aksiyonlarını yazmayalı...

Cemre nine artık 90'ına merdiven dayamış, kendinden küçük kardeşlerini bir bir öte âleme uğurluyor...

İnsan hâli, Cemre ninenin de bagaj tepeleme iyi kötü hatıralarla dolu... son yıllarda da kimi zaman kardeşleri ile hep didişerek bugünlere kadar gelmiş...

Niye didişmiş, çünkü Cemre nine hep haklı, ötekiler haksız, nine herşeyin en iyisini âlâsını bilir, ötekiler bilmez; ninenin vites kutusu bozuk, usturası da hep yan cebinde...

Nine vitesten atınca ise iki yol var hışmından kurtulmak için...

Ya susacaksın, ya sıvışacaksın !

Nine evinin önündeki bahçeye iner, elinde 99luk, gâh tespih çeker gâhi okur, evinin karşısında evi olan kardeşi de bahçesine çıkınca nine ona duyacağı sesle paket paket göndermeler yapar mes'elâ...

Kardeşler on keresinde susarlar da birinde cevap verirlerse vaveyla kopar...

Başa dönersek, kardeşlerini öteye uğurlamış Cemre nine yakın zamanlarda...

Kardeşi vefat edince gelini ile oğlunu arar Cemre nine, vasiyetimdir der:

"Ben ölünce mezarımı betondan yapıp üzerine beton kapak kapatmayın. Mezarım toprak olsun üzerine de tahta koyduktan sonra toprak atın ki mezarıma gelen ziyaretçileri duyayım. Bir de, ben küçük bir kadınım kıyamet kopunca herkes mahşer yerine giderken ben beton kapağı kaldırıp mahşer yerine gidemem, mezarımda kalırım..."

Cum'a günleri nine kabristana gider kardeşlerinin mezarı başına oturur; onlara hem okur, hem söyleşir, hem de söylenir...yakınlarda, arefe günü kabristana gitmiştir yine...

Kardeşlerinin mezarlarının başında önce Yasin okur ve ardından onlara duyuracağı yüksek sesle mezarlarına seslenir:

"Aha da geldim sana da Yasin okudum...Bu dünyada bana saldırıp duruyordun, bak sana gine de ben Yasin okudum işte, orda utan biraz utan..."

Böyle yaptığını anlatınca oğlu sorar:

"Cevap vermediler mi ?"

Nine:

"Yok anam yok, cevap mevap yok !"

Bu hikâyeyi duyunca Mehmet Âkif Ersoy'un aşağıdaki satırlarını hatırladım:

"Ey dipdiri meyyit! 
İki el bir baş içindir
Davransana!…
Eller de senin baş da senindir
His yok, hareket yok, acı yok... 
Leş mi kesildin? 
Hayret veriyorsun bana... 
Sen böyle değildin."

Bu dünyada fazilet ile rezalet arasında ince bir zar var... bir an  bile birinden diğerine kaymak içün yeterli bir zaman dilimi !

Dünyada iken imkan ve fırsat buldukça tekebbür kisvesine bürünen, kendini ululama/yüceltme hususu her hâllerinde görülenlerdeki bu durum aslında ve hakikatinde küfrün remzidir, işaretidir...Dışı inançlı gibi görülen bu içi kafirlere; kabir ehlinin "ölü" hâllerinden yola çıkarak, haydi ey kendini ululayan, ey kibirli/kafir "davransana, leş mi kesildin?" derken bir gün suskun, eli ayağı, başı kulağı iş görmez cesed olacağı hakikatini unutmadan yaşamayı, Mehmet Âkif bu satırlar ile öğütlüyor gibi değil mi?

Fazilet ile rezalet, inanç ile inkâr, iman ile küfür zıtlıklarından birinin tercihi insana kalmış...

Ey insan, ölüm de kabir de senin kapını çalacak olan hakikatler !