"Helva şirin, nefs kafir" derler ya.
Nefs doyumsuzdur, gözünü toprak doyurur, yedikçe içtikçe daha fazlasını ister, orta halli zengin olmak ister, zengin olan ise daha çok zengin olmak içün kan ter içinde çabalar durur...
Hele bir de ihtiras kişilerin gözünü bürümeye başlamışsa...
★
"Mürekkep yalamış olmak avamilikten kurtulmaya yetmiyormuş"
Kasnak işiyle uğraşan ve hasbel kader beyliğe terfi etmiş elekçi, kasnak meşesini görünce ondan nasıl kasnaklar çıkaracağını düşünür ve ağacın etrafında dolanır, beyliğini de gereğini de unuturmuş...
Gaziantep'ten bir özlü söz şöyle:
Yazılı/görsel medyaya yansıyan yasal kılıfa uydurulmuş, hukuki ancak ahlâkî olmayan "bal tutan parmağını yalar"ı düstur edinmiş ahlâk fukaralarının haberlerine zaman zaman rastlıyoruz...rüşvet, irtikap, zimmet mevzularına da.
Kimi zaman kamu malı üzerinde tasarruf genelgeleri yayınlansa da, çakarlı lüks araçları, yetkisini kullanarak kamu malını har vurup harman savurmaları, pozisyonun sağladığı imkanları yasal ancak etik olmayan şekilde kullanmaları, isrâfı da okuyoruz, duyuyoruz...
★
Hep derler ya devlet malı deniz...
Aslında devlet malı (beytülmal) için "deniz suyu gibi"dir demeli...
Bilirsiniz tuzlu su, içeni içtikçe susatır...
Haramzâdelerin de içtikçe içesi gelir (helva üstüne içtikleri) tuzlu sudan, ancak onlar yine de kanmaz...
★
Kadim kültürümüzde beytülmal'ın manasını ve değerini bilen abide şahsiyyetlerin, kamu malı üzerinde tasarruf yetkisini kullanırken kılı kırk yardıklarına dair hikâyelerini biliriz...
Hz. Ömer'in devlet mumunu şahsi işleri sırasında söndürüp kendi mumunu yakma mes'elesini bilmeyen yoktur...Hz. Ömer derki: "Kamu yöneticileri görevleri süresince (dolayısı ile) zengin olamazlar."
Rüşveti reddeden ancak miktarı 100 altına dayanınca (nefsinin meyletmeye doğru kıpırdamaya başlaması üzerine) istifa eden Osmanlı Devletindeki vezir/paşaları da biliriz...
Evet "Helva şirin, nefs kafir" demişler...
O kafirin akibetini söylemeye gerek var mı ?