Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

2 Ekim 2022 Pazar

Akıl, sanem, put, heves, arzu, ihtiras...


İnsan aklı sürekli sorgulama ile iştigal etmekle yükümlü...bu sorgulamalar neticesinde ise evet/hayır, yap/yapma komutlarına göre davranış kalıpları ve yönelimleri belirler insan...

Aslında görünürde bir yandan hayatı idame etmek gayesi varken, hakikatte hayatı anlama çabası şuuraltında kıpırdaşır.

Varoluşun ve varlığın “nasılı, sebebi, niçini, ma'nâsı ve gayesi” içten içe (rölantide) çevrimiçi olarak arka planda çalışmaktadır.
 
İnsan, hayat yolunda başlangıçtan sona doğru "mecburi tek yön"lü olarak yürürken, her bir adımda sonraki adımların kilometre taşlarını döşediğinin farkındadır yahut değildir...ancak zaman arşivinde tutulan kayıtlara göre vakti gelince proje uygulama ve inşâ aşamasında başlatılır.

İnsanın, varoluşa ve kendi varlığının hakikatine dair sorguları eğer sadece gönülden ve vahiyden vareste olarak akla dayalı ise o zaman "aklını, kendi arzu ve heveslerini ilâh edinmiş"lerden olur...

İşte bunlar içün denirki:
"Şimdi Sen, kendi (nefsi) hevâsını ilâh edinip (bencil tutkularına, boş gurur ve kuruntularına tapınmaya başlamış) kimseyi görmez misin? Ki Allah da onu bir ilim üzere saptırmış, (yani bazı bilgi ve becerilerine kibirlenerek, onları yanlış tefsir ve tatbik ederek ve kendisini herkesten üstün görerek azıtmış olduğundan Cenab-ı Hakk) kulağına ve kalbine mühür basmış, (böylece nasihat dinlemez ve İlâhi hükümleri kabullenmez şekilde hidayeti kararmış) ve gözleri üstüne bir perde asılmış, (bu yüzden gerçekleri göremez şekilde feraseti alınmış kimselerin sapkınlığını ve azgınlığını fark edip sakınmanız gereken kişileri artık bilmelisiniz!) Şimdi Allah’tan sonra, kim ona hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp-düşünmeyecek misiniz?" (Câsiye sûresi, 23)

"Heva ve hevesini tanrı edinen kimseyi gördün mü? Şimdi onun üzerine sen mi vekil olacaksın (da onu Allah'ın azabından koruyacaksın)?" (Furkân sûresi, 43)
İnsanın yönelimini belirleyen karar merkezi olan aklın gündemine alınan ve işlerlik içün uygulamaya konulan zevk, arzu, çıkar, ihtiras ve duygular hayat yolunda ilâh edinilir ki, bu durumda fıtrata aykırı yaşantı ile nefsin ifade edilen arzuları ilâhlaşmış olur. Bu ise zillet denilen illeti yaşatır.

Aklın ilâhlaşması ve her şeyde sadece akla dayanması durumunda nefsani arzu ve isteklerin işgali altında fikirler filizlenir, vehim ve vesveseye dayalı akli(!) hedefler suretlenir, kibir ve kendini beğenmişlik haleti ile keyfi karar uygulamaya konur...sonrası ise insan derecesinden aşağı derekelere yuvarlanıp düşmeye doğru işleyiş başlar.

Akıl, vahye dayalı tefekkür çarkları ile, gönül ve akıl birlikteliği yani akl-ı selim ile hakikat arayışında ise ne âlâ... 

Böyle olunca aklî putlara, sanemlere, dış ve iç âlemindeki (afâk ve enfüsi) puthânede yer alan sanemlere, adak adama peşinde hevâ ve hevesini ilâh edinmiş insandan, tefekkür ve hikmet ehli kâmil akla sahip insana doğru evrilme gerçekleşir.
Fuzûlî şu beyitlerinde der:
"Sûreti zîbâ sanemler yok demen büt-hânede
Var çok ammâ bir sana benzer büt-i hunhâr yok"

"Aklı olur mu müdâm mestin
Îmânı olur mu putperestin"
Aklın ve nefsin bir arzu ve hevesten ötekine, bir ilâhtan ötekine,  bir konaktan diğerine göçerliğini terkedip de sonsuzluğa açılan gönül penceresinde yerleşik hayata geçmesi içün gayreti yoksa, bir sanemden ötekine adaklar adayarak, bir hevesten ötekine; daha çok konar da göçer ademoğlu, tâ ki mutlak göç vakti gelene dek...

Vesselâm...