Yine kış, yine soğuk, ve yine sığıntı misafir, sığırcık kuşları…
Geceleri caddelerde ağaçlar tünek yine
Caddeler geceleri, sokak lambalarıyla ışıl ışıl, kuşlarla cıvıl cıvıl...
Bu cıvıltılar baharın neşe cıvıltılarına hiç benzemiyor, soğuk cıvıltılar...
Yoksa bunlar “karın gurultusu” mu...
Acaba açlık cıvıltısı mı ?
Hava çok soğuk, her yer beyaz, beyazın yüzü de soğuk kendide.. ölüm gibi, kefen gibi..
Misafirlerimiz, ağaçlarda birbirlerine sokulmuşlar, tüylerini de kabartarak...
Karınları aç, cıvıltıları ise soğuk ve soluk !
Yerde kar var...ağaçlarda serçeler, sığırcıklar...
Cıvıltıları kaldırımdan geçen tok ve kalın giyimli insanların kahkahalarına karışarak sönümleniyor...
Çok soğuk...
Açlık cıvıltılarıyla; aç, titrek, çaresiz ve medetsiziz diye sesleniyorlar
Kaçı bahara çıkacak bilinmez ki !
Sıcacık evlerde çorbaların buharı tütüyor, çatılardaki bacalardan dumanlar yükseliyor
Kuşlar buhar ve dumanları seyrederek insanlar için seviniyorlar, iyi dileklerle cıvıldıyorlar:
En azından beyazın soğuk yüzünü ve kendilerini sıcacık yuvalarındaki camın ardından seyredebilen insanlar var ya!
“Ne güzel işte, insan olarak yaratılmışlar” deyip fısıldaşıyorlar aralarında, titreyerek, takatsiz cıvıltılarla...
Ağaçlar çimenler ve toprak kar altında, her yer bembeyaz.
İnsanlar sıcacık çorbaları yudumlarken kuşlar için “dane-tohum”, “börtü-böcek” karaborsa, açlar aç!
Kış geldi; kuşlarımız, bereket getiren misafirlerimiz de geldi, yine ağaçlara tünediler...
Açız, açıktayız, size sığındık işte, anlayın n'olur diye cıvıldaşıyorlar...
Başımızı kaldırıpta aman üzerime pislemesin diye korunmaya çalışacağımıza, bağrışmalarını anlamaya çalışsak ya!
Doymazlarsa soğuk taa ciğerlerine işleyecek,
En azından beyazın soğuk yüzünü ve kendilerini sıcacık yuvalarındaki camın ardından seyredebilen insanlar var ya!
“Ne güzel işte, insan olarak yaratılmışlar” deyip fısıldaşıyorlar aralarında, titreyerek, takatsiz cıvıltılarla...
Ağaçlar çimenler ve toprak kar altında, her yer bembeyaz.
İnsanlar sıcacık çorbaları yudumlarken kuşlar için “dane-tohum”, “börtü-böcek” karaborsa, açlar aç!
Kış geldi; kuşlarımız, bereket getiren misafirlerimiz de geldi, yine ağaçlara tünediler...
Açız, açıktayız, size sığındık işte, anlayın n'olur diye cıvıldaşıyorlar...
Başımızı kaldırıpta aman üzerime pislemesin diye korunmaya çalışacağımıza, bağrışmalarını anlamaya çalışsak ya!
Doymazlarsa soğuk taa ciğerlerine işleyecek,
aç kalırlarsa soğuğa direnemeyecekler...
Belki üstümüz, belki kaldırımlarımız kirlenecek yine, ama o sevimli misafirlerimiz her kış, sığıntı ve aç !
Her yer beyaz; beyazın yüzü de soğuk kendi de, ölümün yüzü de
beyaz, kefenin rengi de...
Şehirlerin caddelerindeki kuşlar merhamete de tüneğe de yeme de muhtaçlar...
Evinizdeki bebeğinizin mamasını, bir yudum sevgi tatmini uğruna kafese hapsettiğiniz muhabbet kuşunuzun yemini, eksik tutabiliyor musunuz ?
Ey ehli insaf, ey ehli vicdan, ey ehli iman, ey reklamı sevenler, ey “gönüllüler” ve ey yerel yönetimler !
Atalarımız kuşları, köpekleri, kedileri pek sever, kuşları barındırıp beslemekle bereket kapısından girdiklerine inanırlarmış.
İstanbul sokaklarında kedileri ve köpekleri, ciğerci yahut sakatatçıdan aldığı parçalarla doyurmaya çalışan adamlara pek sık rastlanırmış.
Kayseri’de Gesi bağları civarında kuşlar için özel olarak yapılmış silindirik yapılı birkaç metre çapında ve yüksekliğindeki yuvaları gördüğümde bir kez daha bu necip millete hayran olmuştum. Bugün Gesi’de güney yamaçlara bakan kuytuluklarda onlarca yuva üzerine yüzlerce kuşun tünediğini ve barındığını görürsünüz...
Bu vesile ile ecdadın kuşlara verdiği önemi hatırlatmakta fayda var.
Osmanlı’da canlıya, yaratılana karşı duyulan sevginin ve merhametin somut ifadesi olarak kuş sarayları, kuş evleri inşa edilmiştir, insan ile birlikte şehirde yaşayan kuşların ayrı bir önemi hep olmuştur.
Belki üstümüz, belki kaldırımlarımız kirlenecek yine, ama o sevimli misafirlerimiz her kış, sığıntı ve aç !
Her yer beyaz; beyazın yüzü de soğuk kendi de, ölümün yüzü de
beyaz, kefenin rengi de...
Şehirlerin caddelerindeki kuşlar merhamete de tüneğe de yeme de muhtaçlar...
Evinizdeki bebeğinizin mamasını, bir yudum sevgi tatmini uğruna kafese hapsettiğiniz muhabbet kuşunuzun yemini, eksik tutabiliyor musunuz ?
Ey ehli insaf, ey ehli vicdan, ey ehli iman, ey reklamı sevenler, ey “gönüllüler” ve ey yerel yönetimler !
Atalarımız kuşları, köpekleri, kedileri pek sever, kuşları barındırıp beslemekle bereket kapısından girdiklerine inanırlarmış.
İstanbul sokaklarında kedileri ve köpekleri, ciğerci yahut sakatatçıdan aldığı parçalarla doyurmaya çalışan adamlara pek sık rastlanırmış.
Kayseri’de Gesi bağları civarında kuşlar için özel olarak yapılmış silindirik yapılı birkaç metre çapında ve yüksekliğindeki yuvaları gördüğümde bir kez daha bu necip millete hayran olmuştum. Bugün Gesi’de güney yamaçlara bakan kuytuluklarda onlarca yuva üzerine yüzlerce kuşun tünediğini ve barındığını görürsünüz...
Bu vesile ile ecdadın kuşlara verdiği önemi hatırlatmakta fayda var.
Osmanlı’da canlıya, yaratılana karşı duyulan sevginin ve merhametin somut ifadesi olarak kuş sarayları, kuş evleri inşa edilmiştir, insan ile birlikte şehirde yaşayan kuşların ayrı bir önemi hep olmuştur.
Bizler eskiden beri kumruların sevdalıları olmuşuz, kırlangıçların yuva yaptıkları evleri yangından koruduğuna inanmışız.
Leylek ve deniz kırlangıcı gibi göçmen kuşların kutsal yerlere gittiklerini düşündüğümüz için, hep himaye ederek beslemişizdir.
Bugün Osmanlı’daki geleneksel mimarinin öğelerini araştırdığınızda kuş sarayları veya kuş evlerinin, zarif mimarisi ile minyatür yapı harikaları olduğunu görürsünüz.
Serçe, saka, kırlangıç gibi kuşlara yapılan barınaklar ince bir zevk ürünü olarak çok zarif mimari örnekleri olarak karşınıza çıkar.
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yer alan İstanbul’dan Edirne’ye oradan Doğu Beyazıt'a kadar bir çok yerde inşa edilen camii, medrese, han, ev, köprü, kütüphane, türbe gibi eserlerde görülen kuş evleri veya sarayları taş ve tuğla kullanılarak yapılmış.
İnsanların ulaşamayacağı ve kuşların kendilerini güvende hissedebilecekleri yükseklikteki uygun yerlere yapılan bu yuvalar, güneş alan dış cephelerde ve sert esen rüzgarlardan korunaklı olarak inşa edilmiş, hem dış cephe estetiği ile bütünleşmiş hem de kuşların yaşantılarına uygun planlanmış.
Bugün ise kimi yerleşim yerlerinde; kuş kovucu ses cihazlarıyla, ya da ağaçlara CD’leri asarak kuşların şehirlere sığınması engelleniyor !
Bin, ikibin hatta yirmibin adet, estetik ve mimari dokuyla uyumlu kuş evi yaptırmak bunları caddelerdeki binaların dış cephelerinin uygun yerlerine, Camii’lerin hatta saat kulelerinin
cephelerine, sokak lambalarının direklerine, ağaçlara asmak çok mu maliyetli ya da zor ?
Kışın gelen misafirlerimizi sığıntı diye, davetsiz diye kovmak yakışır mı bize ?
Geceleri caddelerde konaklayan sığıntı misafirlerimizin sayısını hesaplayarak yeter sayıda kuş evi hatta kuş sarayını "Osmanlı döneminde yapılan kuş saraylarını" modelleyerek, kalıplar içine alçıdan döktürüp bir ayda imal ettirsek, misafirlerimizin istifadesine atalarımız gibi sunsak, iyi olmaz mı ?
Ağaçlara, direklere, binaların camilerin dış cephelerine asılacaklar olarak farklı tipte kuş sarayları imal ettirip monte ettirmeye ne dersiniz; kovmayalım ağırlayalım, yerel yönetimler gündemlerine alıp organize etsinler yeter, eminimki bunun maliyetini üslenmek isteyen iş adamları, esnaf ya da hayırseverler çıkacaktır, hatta müftülükler bu konuda cami cemaatinden de destek isteyecektir.
Belki de esnafın bereketi de bundandır.
Yunus Emre'nin dediği gibi:
“Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü”.
Unutmamak lâzım:
“Merhamet edene merhamet olunur”,
“Yerdekilere merhamet edene göktekiler merhamet eder”
”Misafir bereketle gelir” , değil mi ?
Leylek ve deniz kırlangıcı gibi göçmen kuşların kutsal yerlere gittiklerini düşündüğümüz için, hep himaye ederek beslemişizdir.
Bugün Osmanlı’daki geleneksel mimarinin öğelerini araştırdığınızda kuş sarayları veya kuş evlerinin, zarif mimarisi ile minyatür yapı harikaları olduğunu görürsünüz.
Serçe, saka, kırlangıç gibi kuşlara yapılan barınaklar ince bir zevk ürünü olarak çok zarif mimari örnekleri olarak karşınıza çıkar.
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yer alan İstanbul’dan Edirne’ye oradan Doğu Beyazıt'a kadar bir çok yerde inşa edilen camii, medrese, han, ev, köprü, kütüphane, türbe gibi eserlerde görülen kuş evleri veya sarayları taş ve tuğla kullanılarak yapılmış.
İnsanların ulaşamayacağı ve kuşların kendilerini güvende hissedebilecekleri yükseklikteki uygun yerlere yapılan bu yuvalar, güneş alan dış cephelerde ve sert esen rüzgarlardan korunaklı olarak inşa edilmiş, hem dış cephe estetiği ile bütünleşmiş hem de kuşların yaşantılarına uygun planlanmış.
Bugün ise kimi yerleşim yerlerinde; kuş kovucu ses cihazlarıyla, ya da ağaçlara CD’leri asarak kuşların şehirlere sığınması engelleniyor !
Bin, ikibin hatta yirmibin adet, estetik ve mimari dokuyla uyumlu kuş evi yaptırmak bunları caddelerdeki binaların dış cephelerinin uygun yerlerine, Camii’lerin hatta saat kulelerinin
cephelerine, sokak lambalarının direklerine, ağaçlara asmak çok mu maliyetli ya da zor ?
Kışın gelen misafirlerimizi sığıntı diye, davetsiz diye kovmak yakışır mı bize ?
Geceleri caddelerde konaklayan sığıntı misafirlerimizin sayısını hesaplayarak yeter sayıda kuş evi hatta kuş sarayını "Osmanlı döneminde yapılan kuş saraylarını" modelleyerek, kalıplar içine alçıdan döktürüp bir ayda imal ettirsek, misafirlerimizin istifadesine atalarımız gibi sunsak, iyi olmaz mı ?
Ağaçlara, direklere, binaların camilerin dış cephelerine asılacaklar olarak farklı tipte kuş sarayları imal ettirip monte ettirmeye ne dersiniz; kovmayalım ağırlayalım, yerel yönetimler gündemlerine alıp organize etsinler yeter, eminimki bunun maliyetini üslenmek isteyen iş adamları, esnaf ya da hayırseverler çıkacaktır, hatta müftülükler bu konuda cami cemaatinden de destek isteyecektir.
Belki de esnafın bereketi de bundandır.
Yunus Emre'nin dediği gibi:
“Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü”.
Unutmamak lâzım:
“Merhamet edene merhamet olunur”,
“Yerdekilere merhamet edene göktekiler merhamet eder”
”Misafir bereketle gelir” , değil mi ?