Resim : Mehmet Ali Diyarbakırlıoğlu |
"Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan"
☆☆☆
Hoca sorar:
-“Söyleyin bakalım, Yaradan’ın kudretine sahip olsaydınız, neler yapar ya da neleri değiştirirdiniz ?” talebelerden biri:
-“İçki insanın aklını gideren bir bela, tamamen ortadan kaldırırdım efendim”,
Bir diğeri:
-“Hastalıkların tamamına şifa olacak ilaç yaratırdım”,
Öteki biri:
-“Sadece müslümanları yaratırdım”.
Söz alan diğerleri “Huzur, mutluluk, sulh, kısıtsız yaşama modeli...” gibi akılları miktarı, fikirleri boyunca farklı çözümlerden bahsederler.
Musa adlı talebe söz alır ve der ki;
-“Hocam, ben fakir, her şeyi yerli yerinde, olduğu gibi, merkezinde bırakırdım. Hiç şüphesiz şânı yüce Yaratıcımız isteseydi kâinatı daha farklı yaratmaya muktedir idi.
Murâdı böyle ise en hayırlısı da böylesidir.
Kâinat ve içindeki her şey muntazam ve mükemmel bir ahenk içinde...Yaradan olsaydım, “hâşâ ve kellâ”, ölen bir arsızın yerine arsız, bir hırsızın yerine hırsız, bir delinin yerine deli, velinin yerine de yine bir veli yaratırdım. Bu ahengi korur, kıyamete kadar da bu hâlde devam ettirirdim.”
Bu cevap hocanın çok hoşuna gider ve talebesi Musa'ya, "Merkez Efendi" diye seslenmeye başlar.
Bu dönemin en önde gelen âlim ve veli zatlarından olarak bilinen Musa yahut nam-ı diger "Merkez Efendi", hem Yavuz Sultan Selim, hem de Kanuni Sultan Süleyman'ın takdirlerini ve hayranlıklarını kazanır.
Manisa’da her yıl yapılan şenlikte, türlü derde deva 40 çeşit baharat ihtiva eden "mesir macunu"nu Merkez efendi terkib ve imal etmiştir.
☆☆☆
Fakir bir köylünün bir kaç kilim büyüklüğü kadar toprağı varmış, hasat ettiği buğday ile de kıt kanaat hasat zamanına kadar hayatta kalacak ekmeğini çıkarırmış.
Çuvallara doldurduğu buğdayları öğütmeye götürmek üzere eşeğine yüklemiş ve yakınlardaki su değirmenine doğru yola çıkmış...
Hikâye bu ya, o gün naz ve niyâz ehli bir "abdal" rabbine yakarmaktaymış;
-"Ey şânı yüce âlemlerin Rabbi ! Bir kaç saatliğine yeryüzünün idaresini bana verir misin, tasarruf bu fakir kulunda olsun..."
Dua kapısının "abdal"a açık olduğu eşref saatine denk gelmiş ve duası kabul olunmuş.O esnada gönül gözü açılıvermiş. Bir de ne görsün. Değirmende buğdayı öğütülmüş olan fakir köylünün ununun değirmen taşı altında kalan "hak" dışında değirmenci avuç avuç hakkı olmayan unu da araklıyor, hemen meleklere talimat vermiş;
-"Çabuk şu değirmen taşını yerinden oynatın taş kırılsın, değirmencinin ayağına düşsün ayakları kırılsın, fukaranın unundan çalıyor"
Gereği yapılır ancak tasarruf ve idarecilik süresi de bu zaman zarfında dolmak üzeredir.
Bir melek gelir;
-"Rabbim o abdal kuluma deyin ki, yanlış yaptın, adalet böyle tesis olunmaz, hırsızlığı gördün hemen cezasını verdin, ama değirmencinin hanımı çoçukları onun kazancına muhtaçlar, şimdi o uzun süre çalışamayacak, eline bakanlar aç bî- ilaç kalacaklar. Ben şöyle tasarruf ederim. Değirmenciden bereketi kaldırır, fakir köylüye veririm, unu bereketlenir, normalinden uzun süre kendilerine yeter" diyor !
Abdal hemen secdeye kapanarak;
-"Estağfirullah Rabbimiz, estağfirullah, haddimi aştım estağfirullah..."
☆☆☆
Bir diğer Musa (a.s.), Hızır ile hikmet öğrenmek üzere yola düştüğünde, kendisi ile sözleşme yapılmamış mıydı, yaptıklarından sual eylemeyeceğine dair(Kehf suresi)...dayanamayıp üçüncü kez sorgulamasında işin arka planı kendisine izah edildikten sonra yolları ayrılmamış mıydı ?
Demekki baş gözü ile görünen her zaman göründüğünden ibaret değil, arkasında başka ilintileri ve ilişkileri barındırmakta...
☆☆☆
Madem her şey yerli yerinde, bu gayret niye ?
Hayat okulunda okumak için, zıtların birliğini idrak için, "ikide bir"i görmek için olsa gerek...
Sınanmak için olsa gerek...
Eğriyi bilmeyene doğruyu nasıl tarif edeceksin ki ?
Beyazı, siyahı bildiğimizden ayırt etmez miyiz ?
Ya da kısa-uzun, dar-geniş, küçük-büyük, var-yok, âlim-cahil, ilâ-âhir...
Birlemek (tevhid), ikilik(şirk)ten kurtulmak için yapılır değil mi ?
Gereğini gayretle yaparım, yerli yerince görürüm, gerisine karışmam;
"Neylerse güzel eyler, bekleyip görelim neyler"
Mülk kendinin, mutasarruf "O"...
__________
Hâşâ ve kellâ: Hiçbir vakit, kat’iyen, asla.
İlâ-âhir: Sona kadar, diğerleri de böyledir, ve başkaları.