"Âlem-i bâlâya pervâz et nişânın kalmasın" (Leskofçalı Gālib).
(Yücelere, yüksek yerlere kanat açarak uç da, nişânın kalmasın) der Gâlib...
Âlî olanın nezdinde esfelin, deryâda damlanın, kürrede zerrenin hükmü var mı ki, esamesi okunsun !
İtibar şekle mi ki, günü gelir, vade yeter, nefes biter de namzet-i turab olanı aid olduğu çukura gömerler...
Akıllı ona derler, gölgenin ardında koşmaya...
Fikirli ona derler, fenâdan bekâya tarassut eyleye...
Pes doğrusu, bir aciz-i heykelden ibaret olduğunu idrak etmez abdi âcizin, efendilik taslaması ne fakr-ı mutlak bir hâldir...
İtibar heykeline değil ey adem, itibar o heykelden görüp bilene, konuşup dinleyene !
Bir acize misafir olan "Sultan"ın itibarından geçinmek ise aciz içün hiç makul ve makbul değil...
O hâlde; fakiri-i mutlak abdın fahrı, abes ile iştigal değil ise nedir !
Fakrını bil ki, faniden namütenahiye açılan gönül penceresine firar edebilesin...
Nâmık Kemâl der ya; "En ednâsındaki neşv ü nemâya bakılırsa âlemin her zerresinde bir ruh tecellî ediyor zannolunur"...en ednânın neşv ü nemâsı zerrede mevcut esrârın tecellisi olsa gerek desek yanlış olmaz, ayın ışığı kendinden değil ki, ışığını güneşten alıyorken kendine ait olmayanla övünmesi ne kadar muhal değil mi ?
Ednânın itibârı Âlâ ile var olur, değilse hiç olur...
Alvarlı Efe ne demiş:"Seyreyle güzel Kudret-i Mevlâ neler eyler, canan canan"
Kudret-i Mevlâ dilerse âlâyı ednâ, ednâyı âlâ yapmaya muktedir...
★
Gün gelir, vade yeter, nefes biter de heykeli turab olmaya mecbur olunca, dünyalık nişânın da esamesinin de faydasız olduğunu anlar adem, ve belki vakit çoktan geçmiş olur !
Leskofçalı Gālib ne demişti;
"Âlem-i bâlâya pervâz et nişânın kalmasın"
Yüce divana, huzura dünyada cari nişân ile varılmaz, ey kul !