Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

1 Aralık 2021 Çarşamba

Önce yeryüzünü kirlet, sonra uzayda yaşamaya uygun koloni kur…!

 
Malumunuz olduğu üzere sanayi devrimi sonrası sanayileşme faaliyetleri ile çağdaşı olduğumuz günümüz insanı, yaşam konforunu insanlık tarihinde görülmediği kadar zirve düzeyde yaşıyor.
İnsanoğlunun  faaliyetleri sonucu dünyamız artık belki de geri döndürülmesi imkansız yahut  zor bir sürece girmiştir. 1800'lerden bu yana dünya üzerinde olağandışı bir değişime sebep olunduğunun  etkilerini görmekte, şahit  olmaktayız. Mesela, biyoçeşitlilik ve ekosistemlerdeki tahribat ve yokoluş hızı artmış, diğer taraftan küresel ısınma, iklim krizi, sera etkisi, ekosistemlerin kirletilmesi ve daha nice etkiler gün yüzüne çıkmıştır.

Ancak bugün gelinen noktada bu nimetin külfeti de giderek artarken canlı küremizi/biyosferi tehdit eder bir seviyeye de maalesef gelmiştir ve bilim insanları dünya tarihinde gerçekleşen 5 yok oluşun ardından 6. Yok oluşun insan kaynaklı olacağını, antroposen olarak adlandırılan bu çağda, insan kaynaklı bu yok oluşun işaret fişeklerinin atıldığını uzun zamandır yazıp çizmeye başlamışlardır.
Antroposen terimi; insanların dünya ekolojisi üzerinde her geçen gün artan etkisini ifade eder.

Dünyamız canlılar için hassas ekolojik denge ve düzene sahip yapıda inşâ edilmiş, adeta bir kundak, bir küvöz gibidir.
Dünyamız; güneşten gelen ölümcül etkili elektronları süzen manyetik kalkandan tutunuz, zararlı UV ışınlarını süzen ozon tabakasına, hidrolojik çevrimden tutunuz karbon ve diğer elementlerin ekolojik çevrimine kadar canlılık için hassas bir biyo-ekolojik şartlara sahip...
Ancak sanayileşme kaynaklı antropojen faaliyetler ile, sanayileşme ile daha çok üretim ve kazanma adına insanoğlu fosil yakıtları fütursuzca kullanarak karbondioksit emisyonu ile sera gazlarının artışına ve dolayısı ile iklim krizine sebep olmuştur, Bugün iklim anlaşmaları ve CO2 emisyonunun belirli bir değerde tutulması anlaşmalarına özellikle de gelişmiş ülkeler pek yanaşmamaktadırlar.

Dünyayı tehdit eden bir diğer mes’ele ise aşırı pestisit kullanımı ile toprak su ve havayı canlılığın aleyhine kirletmiş olmak ki, gerek evsel atıklar, gerekse sanayi atıkları ve kullanılan kimyasalların ekosistemleri giderek türler için barınamaz, yaşayamaz duruma doğru zorlamaktadır.

Ancak göz ardı edilmemesi gereken bir şey var ki, o da canlıların genotipik yapısının tolerans sınırları…Canlılar insan faaliyetleri ile çevreye boşaltılan hava, su ve topraktaki kirleticilerin aşırı yükü karşısında zorlanıyor ve bu durum türlerin yok oluşları hızlandırmış durumda…

Bugün, yeryüzünde bildiğimiz canlı türü sayısı 1.8 milyon, yapılan simülasyonlara göre ise dünyamızın ~ 8,5 milyon türe ev sahipliği yaptığı bildiriliyor.

Gelinen bu noktada sadece bilim insanlarının, mevcut durumu tesbiti ve gelecek projeksiyonları ile ilgili çabaları bu gidişatı durdurmaya yetmez, özellikle ve öncelikle pollutantların/kirleticilerin aşırı salınımından sorumlu devletlerin yöneticilerinin, iktidarların, STK ların ve ülkelerin vatandaşlarının da gerekli ve yeterli adımları atması ve alınacak tedbirlerin hayata geçirilmesi ve topyekün mücadele gerekmektedir.

Bilhassa ekosistem ve habitatların tahribatını izleme çalışmaları, ekositem ve kommunite ekolojisi gibi bilgilere haiz daha fazla ekologlar, taksonomistlere ihtiyaç var dünyanın geleceği için.

Diğer taraftan gen teknolojileri ve biyo-teknolojide geldiğimiz nokta itibarı ile, hayatımıza girmiş olan genetiği değiştirilmiş (genetiği ile oynanmış) canlılar (GDO), virüsler bakterileri de günlük hayatımızda ve bunların istikbalde açılımların ne olacağını, ne getirip ne götüreceklerini kestirmek oldukça zor…

İki yıldır dünya insanı covid 19 salgını ile karşı karşıya ve bir RNA zinciri halindeki, kendi başına canlılık işlevlerini yürütemeyen, ancak canlı hücreye girince onun sentez mekanizmalarını kullanarak kendini çoğaltan bir yapıya karşı biyoloji ve biyoteknoloji bilgileri sayesinde aşı üretimini çok kısa sürede bilim insanları gerçekleştirdi… kullanılan m-RNA teknolojisi ile üretilen ürün ile bugün toplumun her kesimi tanışmak zorunda kaldı..

Artan dünya nüfusunu bekleyen önemli tehlikelerden biri de, iklim krizinin neticesi ortaya çıkan tatlı su ve gıda arzı krizi...

Bu hususta da besin olarak kullanılan türlerin korunması, nesli kaybolma tehlikesi altında olan ve/veya endemik türlerin tohumları için tohum bankaları ile ilgili çalışmalar ve organizmalardaki ıslah çalışmaları yeterli olmasa da dünyanın birçok yerinde giderek daha fazla yapılmaya başlanmıştır.

Dünyamızda yaşayan (bugün bildiklerimiz) 1.8 milyon canlı türünün yarısından biraz fazlası böcek türüdür ve dünyamızda 300 bin civarında olan çiçekli bitkilerin büyük çoğunluğunun tozlaşma yapabilmesi için böcekler olmazsa olmaz şarttır. Pestisit ve insektisit kullanımı ile böcek türleri yok olursa ki malesef olmakta, tozlaştırdıkları bitki türleri de ortadan kalkacaktır. Bu ise iklim krizi kaynaklı kuraklığa ilaveten gıda krizinin dolaylı müsebbiblerinden bir diğeri olacaktır.

Biyolojik mücadele ile doğayı, toprağı suyu ve havayı kirletici/pollutantlara baş vurmadan doğal dengeyi korumada da yine disiplinler arası bilim insanlarından oluşan ekiplerin top yekün araştırmaları öne çıkmaktadır.

Sonuç olarak, geldiğimiz noktada yaşam bilimleri günümüz dünyasında; hem temel bilim açısından, hem de diğer bilimlere (eczacılık, tıp, ziraat, gıda, ekolojik dengenin korunması ve iklim değişikliği alanlarına) temel teşkil edecek bilgi birikimi ve araştırma konuları ile son yıllarda yeniden öne çıkmıştır.
 
Elimizde olanı korumak yerine uzay çalışmalarına ve dünyanın başına bir şey gelirse (nükleer serpinti, radyasyon, kuraklık v.s.) uzay şartlarında/gezegenlerde canlıları yaşatabilecek (su, oksijen, besin) imkanlara sahip ve yaşama uygun koloniler kurmak için astronomik rakamlı bütçeler ayıran insanoğlunun bu çabalarını, doğrusu, garip buluyor ve şüphe ile yaklaşıyorum.