Ege'den Çanakkale'ye bodoslama girdiler...
Niyetleri;
hasta adamı lokma lokma yutmaktı,
yaz helvası gibi, lokum gibi zannettiler...
Bir kibir ve özgüvenle geldiler,
karşılanmaya davul-zurna beklediler,
sırmalı apoletler, "queen elizabeth"ler,
bir sürü toplar, gülleler ve tüfenkler
güya, ellerini kollarını sallayarak geçecekler...
Bu milleti yüzyıllardır sınayıp durdular
her seferinde boy ölçüsü verdiler, yine de unuttular...
Bu sefer kolay lokma olacak zannettiler
destansı mücâdelenin içine düşünce
binlerce bin pişman oldular...
Kolay lokma sandılar,
tarihten ders çıkartamadılar
anlayamadılar,
yine yanıldılar.
Halbuki;
Lokma var küçük, lokma var büyük...
Her lokma yutulmaz,
lokma ölçüp biçilmeden ağza alınmaz...
Lokma var sotelik lokma var kemik,
lokma var lokum, lokma var kılçık.
Lokma var iştiha artırır, lokma var boğaza takılır...
Lokmayı çiğnemeye diş,
evirip çevirmeye ve yutmaya
besmeleli dil lazım...
Lokmayı küçük görüp, boğaza ittirdiler...
takıldı kemik, battı kılçık...
Öksürdüler, tıksırdılar.
Nefesler tükendi morardılar...
Mavi sulara bir bir gömülüp
gözden kayboldular.
Ölümün yüzü soğuktu, boğazın suyu kadar....
Ve; denizinin dibini boyladılar, mahşere kadar...
Kefeni sırtında taşıyordu; genci yaşlısı
karamanca kazanacaklardı bu savaşı,
hepsi birer Yahya çavuş'tu, birer Seyit onbaşı...