Ya da boş (!) kalınca insan, eline alır tesbihini, lakırdı ile akşamı ederken, boş lakırdıların uğultuları ile sallanan tesbihlerin şakırtıları birbirine karışır... boşluktakilerin kültürü ile boş adam zirve yapmaya çalışır atalarından gördüğü şekliyle.
Ne yazık ki Kur'anın bu konuda ikazı kulak ardı edilir; âyette şöyle buyruluyor:
"Ve onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler. Boş yere söylenilen sözden ve işlerden sakınırlar." (Mü'minun suresi, 3)
Kimi insan "oyalanır" tesbih denilen boncuklar ile gâh çekerek, gâh sallayarak; kimisi de “oya”lar hayatı tesbih ile, tefekkür ile...zamanın "an" tanecikleri üzerine düşünür ve her "an"ını mânâsıyla yaşamaya bakar, tesbih taneleri parmakları arasından bir bir geçerken nişane/durak denilen onbir tanenin sonuna gelince durur nefeslenir, düşünür ve yeniden devam eder, bir sonraki durağa kadar.
Sonunda başladığı yere (imameye) gelmiştir turu tamamlayarak.
Her tur, zâhirî olarak ayniyle ilk tur gibi görünse de, aslında enfüsî olarak farklıdır, şuurunda olarak yol alınıyor ise...
İkinci tura başlarken hayatındaki "an"ların, günlerin, ayların, mevsimlerin birbirini takip ettiğini, zamanın durağan değil süreğen olduğunu idrak eder kişi; yıllık/mevsimlik/aylık/günlük
devr-i daimlerin ve değişimlerin evren de süreğen olduğunu, evrenin "an"a şartsız bir şekilde teslimiyetini anlar.
Aslında tesbihdeki devr-i daim, bakılan yere göre, her bir tane için hem(ya) başlangıç hem de(ya da) sondur.
Her an yeni bir şeyler doğmakta/vücuda gelmekte mevcut bir şeylerin de kıyameti kopmaktadır; yıldızların, hücrelerin, çiçeğin, böceğin, moleküllerin ...
Mevlâna; “Elindeki tesbihin imamesi gibiyim Yâr… İtsen de çeksen de sana gelirim” der ya...
Bütün mesele "an"ı kaçırmamak, bütün evren ile birlikte "an"da var olduğunun idrakini yaşamak ve anlamaktan ibaret ise; çekilsek de itilsek de, ileri vites yahut geri vites gitsek de, zaman geleceğe yani "O"na götürmektedir her şeyi...
An’ın mânâsından bîhaber yaşayan öksüzdür…
Sahib’ul vakt, Malik’ul mülk, Fail-i mutlak’tan bîhaber ve gafil yaşamamak için, unutmadım, aklımdasın, benimlesin, Sen'deyim diyebilmelidir her an...
Tesbihat; na-mütenahiye aralanmış gönlün semasındaki kehkeşanlara ellerini uzatmak, onları okşamak, onlarla komşu olmaktır...
Misbah-ı kalbin şem'asını uyandırmaktır...örtüye bürünmüş derunî hakikatın faş olmasıdır.
"Of"demekten kurtulmak, şikayeti terk etmek, "ah-vah" ve "keşke"lere son vermek, "oh" şükür diyebilmektir...
Sünuhat-ı gayb kapısını tesbih açar ve ancak onunla "oya" lanmış hayatta huzur demlenir...
“…Kalpler ancak Allahʼı zikretmekle huzur bulur.” (Ra‘d suresi, 28)
...huzur demliğinden içmek isteyen hazirînin boş(!) bardaklarına da huzur dolduruluverir, dem isteğine göre, tabi bardağı dolu olmayana...
"Dem"li huzur içmek isteyen bardağını boşaltsın, yıkasın da huzura öyle çıksın...