e-Dergi: Fikir, Kültür, Edebiyat ve San'at, Popüler Bilim muhtevalı yazılar - Editör: Prof.Dr. Suat Kıyak - Redaktör: Nursultan Ahıskalı - İletişim: nefes.kelam@gmail.com
29 Haziran 2023 Perşembe
Ve güneş batar, gölgeler ölür !
28 Haziran 2023 Çarşamba
27 Haziran 2023 Salı
Kadim eski ile muvakkat yeniyi değiştirmek...
İnsanın estetik anlayışını ruhunu yüceltip olgunlaştıran değerler ve kültürü besler, belirler, şekillendirir...
Bir yanda binlerce yıllık kadim kültür ve medeniyyet objeleri ve onları inşâ ve ihyâ eden insan, diğer tarafta uygarlığı ithâl modern kültür zanneden paçozlar...millî ile gayri millî, inanç ile inkâr, iman ile küfür, teslimiyyet ile reddiyye çatışmaları ve bunların hayata yansımaları...
Modernizm; sanayileşme, kentleşme ve teknolojik ilerlemenin getirdiği hızlı değişimler sonucu ortaya çıkan kültür ve sanat anlayışı, yüzyıllara sari olarak ortaya çıkmış kadim insanî kültürü, medeniyet anlayışını berhava etmiş, eski yeni ile, kadim olan muvakkat olan ile yer değiştirince de ortaya köksüz, münferit, bencil insan tipi ve anlayışı çıkmıştır.
Ötekini müşteri, kullanılacak sırtına basılarak yükselinecek basamak olarak gören ve bunu teknoloji, sanat ve bilgi gibi donanımları ile insanlığın önüne koyan küresel güç odakları sekülarist bir toplum inşâ etmeye çalışırken kadîm kültürü törpülemeyi ve ortadan kaldırmayı amaçlamıştır...
Mes'elâ; modernite, hırsın önündeki bütün engelleri kaldıran bir ihtiras kamçısı olarak, muhteris bir toplum inşâ etmek ve tüketici bir toplum oluşturmak üzere koyduğu hedefleriyle kapitalist anlayışa hizmet etmiştir, etmektedir...
Modernitenin rasyonel değerleri ve karşılıkları vardır...mes'elâ her hâl ü kârda kadim kültürümüzdeki "merhâmet" modernitenin rasyonalitesi ile uyuşmaz...
Eski yeni çatışmasını körükleyenlerin sunduklarına bir küçük misâl;
Siyah beyaz TV yıllarından akılda kalan bir reklâmın sloganı şöyle idi: "eskimiş çorapları atın Jill geliyor..."
Evet, eskiyi kötüleyen bu anlayışın onun yerine koyduğu, koymayı plânladığı yeni; aslında naylon, sentetik; fıtrattan ve estetikten uzak, doğal değil yapay olan idi... insan dahil her şeyi metâ diye gören ve "kullan-at" felsefesini merkeze yerleştiren anlayış bu olunca, bizi biz yapan değerler manzumesi giderek önce dağarcığımızdan sonra cemiyetten uzaklaştı, uzaklaştırıldı !
Bunun neticesinde, maddeyi baş tâcı yapıp, maddiyatı, variyeti, ünvanı, makamı ile kimlik ve şahsiyyetinin oluştuğunu zanneden; zahiri mamur, batını kof "eşhâs-ı meşhûre !"ler çoğaldı da çoğaldı...
Halbuki insanlar ve dolayısı ile milletler maddi varlıkları ile değil, millî, mânevî ve kültürel değerleri ile şahsiyyet bulur, ayakta dururlar.
İnsanı değersizleştiren ise kimliksizliktir, silikliktir, yozluktur...
İşte bu anlayıştır ki, hem köklerinden kopartılmış insanı, hem de toplumu zehirleyince; san'atı, kültürü, edebiyatı, ahlâkı ve zarafeti, muhabbeti, nezaketi ve estetiği ve çevresiyle uyumu ile yaşanabilir olan şehirlerimizdeki alt/üst yapılar yanında insani ilişkileri de estetiği de ruhsuz, silik ve yoz hâle dönüştürmedi mi ?
Tasavvurumuzdaki şehir ve ahalisi ile mevcut "modern şehir", bugünkü hâliyle ve griliği ile, hiç mi hiç uyuşmuyor...
Nereden nereye...İnsanî değer üreten ve yaşayan şehirlerden, insanı ve değerleri tüketen, insanlığı et-kemikten ibaret vücuda indirgenmiş insanlardan müteşekkil şehirlere...
Beton, demir ve çelik...fabrika bacaları, araba egzostları, duman ve hava kirliliği...tarım ilaçları, daha çok ürün ve kanser vakaları...toprakla ilişiği kesilmiş, gökdelenlere tırmanmış ve rezidanslara hapsolmuş insancıklar...alafranga marazlar ile asrîleştiğini zannederek dağılıp saçılanlar...sanayi devrimi sonrası insanî değerlerden uzaklaşmış, insanlığını hatırlamaya vakit bulamamış, sürekli koşturan şehir halkı...sonuçta anne babayı dosdoğru göremeden kreş kültürü ile büyüyen çocuklar...huzurevi(!)nde son demlerini yaşamaya mecbur bırakılmış yaşlılar !
Ruhsuz şehirlerin kabristandan farkı var mı sizce, ne dersiniz !?
Kadim eski ile muvakkat yeniyi değiştirmeli miyiz ?
Eski(!) değerleri terk etmeli miyiz ?
Ne dersiniz ?Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden
Açar altın bir anahtarla rûh ufuklarını
Hemen yayılmaya başlar sadâ ve nûr akını
Ve seslenir büyük Itrî semâyı örten rûh
Peşinde dalgalanır bestesiyle Seyyid Nûh
En mutlu devrede Itrî'ye en yakın bir dost
Işıklı dantelalar bestekârı Hâfız Post
Bu neslin ortada dâhîcedir başardığı iş
Vatan nasıl karışır mûsıkîyle göstermiş
Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca'da
Baharda bir gece tanbûru dinle Çamlıca'da
Bu sazların duyulur her telinde sâde vatan
Sihirli rüzgâr eser dâimâ bu toprakdan
Evet bu eski nesil bir şerefli âlem açar
Duyuşda ince zamanlardan inkırâza kadar
Yüz elli yıl sıra dağlar birer birer yücelir
Ve âkıbet Dede'nin anlı şanlı devri gelir
Bu mûsıkîyi o son kudretiyle parlatdı
Ölünce ülkede bir muhteşem güneş batdı
26 Haziran 2023 Pazartesi
Bayram Ede Gönül Hanesi
25 Haziran 2023 Pazar
Kartal ve Sinek...
Nemrud, Allah ile savaşmak için bugünkü turist gezdiren balonlar gibi kartallara bağlattığı sepet ile göklere bile yükselir...
Nihayetinde burnundan giren topal bir sinek helakine sebep olmuştur.
Ey insan o çok güvendiğin, kibirlendiğin şey, hiç kimse bir şey yapamaz dediğin şey her ne ise; gün gelir küçük gördüğün veya önemsemediğin başka bir şey ile rastlaşır da seni de güvendiklerini de alaşağı eder, helak eder.
Yunus Emre meşhur şathiyesinde ne diyor:
"Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu"
Kartal iken tozlara bulaşmış mağrurların alaşağı olunca o kendine çok güvenenin kibirli hallerinden eser kalmıyor işte...
Evet Yunus baba, "biz de gördük tozunu billahi !"
"Kendilerini halkın üstünde görenler ve kendilerini büyük sayan kişiler, halkın sırtına yük yüklerler, kendileri de halka yük olurlar. Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı isteme, yoksulluk daha iyidir. Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin."
24 Haziran 2023 Cumartesi
Nicesi der: Bezm-i meyde dün gece peymane gibi döndüm !
Peymâne:Büyük kadeh, ve şarap manasında kullanıldığı gibi, ilahi iksir manasında kullanılmıştır.
Meyhâne: “Şarap-meyhâne” gibi mazmunlar semboliktir. Mesela, dergâh meyhâne ile mürşit meyhaneci ile, dergâha hizmet edenler sâkiler ile, alınan feyiz içilen şarap ile sembolize edilir.
Neler görür neler, hayatı tersinden okuyabilenler...
Çok zenginler ve muktedirler gördüm, şükürsüz, muhteris, gözü aç, huzura muhtaç; ve nice fukaralar gördüm şükür ehli, kanaatkâr, gözü tok, huzurlu, ve başında mutluluktan bir taç...
Çok entellektüeller gördüm, kitapsızın dik â'lâsı, câhilin ağa babası, etiketli câhil; ve münevverler gördüm hikmet ehli, ilmiyle âmil, özüyle sözüyle kâmil...
Çok köşk ve çiftlik gördüm, içinde örümcekler ağlar örmüş, yarasalar mekân tutmuş, baykuşlar tünemekte; ve çok kulübeler gördüm, içinde şen şakrak, mutlu ve huzurlu insanlar dolaşmakta...
Çok koltuklar gördüm, müstâmel, bilmem kaçıncı el; ve çok tahta sandalye gördüm huzur içre dededen toruna intikâl...
Çok kartallar gördüm, göklerin hâkimi imiş gibi zirvelerde uçuşan; ve sonunda yere konup sürüngenle yarışan...
Çok ademler gördüm, bedeni ruhdan bî-haber, aklı vicdanından âzâde; ve çok Âdemî gördüm, dünyâyı içine almadan, ruh adam gibi arzdan yürüyerek geçip gitmekde...
Çok mülk ve mal sahibi gördüm, binbir zahmet ve ihtirasla bir ömür onları istiflemiş; ve çok mirasyedi gördüm istiflenmişi har vurmuş harmanını da savurmuş...
Çok muktedirler gördüm gücüne çok güvenen, imkânsız nedir bilmez, sonrasında eşiklerde sürünen, itibar ve çare dilenen; ve çok muhtaçlar gördüm, ihtiyacını ve imkânsuzı sadece "Muin"den talep edince anında görüverilen.
★
Evet, neler görür neler, hayatı tersinden okuyabilenler...
Keşke "Tebbet"i, ne buyurduğunu anlamadan/bilmeden okuyanlar, bir de onu bilerek bugünkü şartlar için de okusalar !
"Tebbet"in tersi mi ?
Ne demiş Erzurumlu İbrahim Hakkı:
"Bak, sonunu seyreyle
Görelim Mevlâ neyler..."
23 Haziran 2023 Cuma
Rütbeye hevâ-dâr, içi kof !
Var ya şol büdelâ !
Sanırsın çıkmış keşfe
Mevcudâtı, gûyâ !
Zahirde olmuşmuş
Sanki kâşif-i esrâr-ı Hudâ
Zatını da vehmedermiş
Sultân-ı fenâ şâh-ı bekā
Erbâb-ı akl u basîret olanlar
Zahire aldanmazlar...
"Lâfzen adam"ın
Rütbeye hevâ-dâr olanın
İçi kof mu değil mi, ona bakarlar
22 Haziran 2023 Perşembe
"Titanik" enkazı, "Titan"ı da batırdı...
10 Nisan 1912’de, 2224 yolcusuyla İrlanda’nın Queenstown limanından okyanusa açılan 14 Nisan akşamı bölgede buz dağları var diye telgrafla uyarılan, buzdağına çarparak su almaya başlayan, son filika yola çıktığında, yani 15 Nisan 1912 de saat 02.05’te 1514 kişiyle suya gömülen Titanik transatlantik gemisi kazasından 111 yıl sonra Titanic'in enkazını yakından görmek isteyen turistler için üretilen Titan adlı denizaltı Atlantik okyanusunda Titanik enkazının 488 m yakınında "katastrofik patlama" ile parçalandı ve denizaltıdaki beş kişi de merak ettikleri gemi enkazı yakınında okyanusun karanlık sularına gömüldüler.
Titanik, 268 metre uzunlukta, 4 bacalı, 11 katlı, 46.000 ton ağırlığında, o dönemin en lüks gemilerinden biriydi. Gemide ana güvertede yüzme havuzları, spor salonu, dans salonu, Türk hamamı, kütüphane ve tenis kortu vardı. Ayrıca 8 üyeli Titanic orkestrası da mevcuttu. Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti. Dekorasyonda 14. Louis, İtalyan Rönesansı ve geleneksel Hollanda tarzı bir arada kullanılmıştı...
Yani gemi şu dönemde bile aktif olsa lüks klasmanında sayılırdı.
O günün şartlarında 7.5 milyon doları ile bugünkü maliyetlerle neredeyse 400 milyon dolarlık bir gemi.
- Titanic’in 5 mutfağında toplam 60 şef ve yardımcısı çalışıyordu. 34 ton et, 5 ton balık, 40 bin yumurta, 1 ton kahve, 360 kg çay, 4 buçuk ton şeker, 1500 şişe şarap, 40 ton patates vardı gemide.
- Geminin kendine ait gazetesi bile vardı: Atlantic Daily Bulletin!
- Gemideki en egzotik objelerden biri Ömer Hayyam’ın Rubaiyat’ıydı. Eser, 1050 değerli taşla süslüydü.
- “Milyonerlerin kaptanı” lakabıyla anılan Kaptan Smith’in emekliliğinden önce yaptığı son işti Titanic.
- Uğursuzluk getirdiği düşüncesiyle “13” numaralı bir kamara yoktu!
Bu dev geminin 1. sınıf yolcuya sunduğu konfor öylesine büyüktür ki, dönemin sanayicileri, ünlü sanatçıları, aristokratları alır yerini içinde. İkinci sınıf, işadamları ile Amerika’da yeni bir hayat kurmaya giden orta sınıf aileler ve tatilcileri bir araya getirirken üçüncü sınıf, “Amerikan rüyası”nın peşine düşmüş dar gelirli göçmenlerindir. Bu şatafata rağmen işin ilginç ve mide bulandıran tarafı birinci sınıf yolcular için gösterişli bir hamam tasarlanmış olsa da 700'den fazla üçüncü sınıf yolcusu yolculuk boyunca iki küvetten faydalanma hakkına sahipti.
Titanik, döneminin en büyük, en lüks gemisiydi.
Geminin bilet fiyatları ise çok astronomik;
The Washington Times'a göre, 1912’de Titanic’e ait biletlerin fiyatları, birinci sınıf bir salon paketi için 870 £ (şilin) veya 4.350 $(dolar) 'dan, üçüncü sınıf bir salon için maksimum £ 8 veya 40 $' a kadar değişiyordu. Bir asır sonra, 2012'de bu bilet fiyatları 50.000 - 460 $ arasındaydı.
Titanik'in ilave maliyeti ile ilgili diğer hizmetler. Yüzme havuzunun kullanımı mayo kiralamayı da içeren 1 şilindir. Yolcular ilk 10 kelime için yaklaşık 3,12 dolar ücret karşılığında telgraf gönderebildiler. 12 Nisandan 15 Nisan 1912'de batmadan öncesine kadar 250'den fazla telgraf gönderilmiş ve alınmış...
Titanic'te birinci sınıf bir süitte seyahat etmek 133.132 dolara, birinci sınıf rıhtımlar 4.591 dolara denk gelmekte. İkinci sınıfta seyahat etmek ise 1.834 dolara tekabül ediyor. Ekonomik üçüncü sınıf bilet 1.071 dolar...
Evet oldukça güzel bir yatırımdı Titanic !
Gelelim bilet kampanyası sloganına...geminin biletleri "Tanrı'nın bile batıramayacağı gemi" ("Even God himself couldn't sink this ship") sloganıyla satılıyor...
Geminin İngiltere-Southampton'dan ABD-New York'a doğru yapılacak ilk seferine katılacak "şanslı" insanlar arasında olabilmek için dünyanın sayılı zenginleri, kontesler, lordlar biletleri adeta kapıştılar...
Geminin maksimum kapasitesi 3547 kişiydi ama kazanın gerçekleştiği seferde toplam 1.339 yolcu ve 885 mürettebat üyesi vardı.
Altıncı hissi kuvvetli olan 20 yolcu geminin güvenilir namına rağmen batacağından korktukları için gemi hareket etmeden önce biletlerini iptal etmişler.
Titanikteki 2224 kişiden kaza sonrası 710 kişi sağ kurtuldu. 1.514 kişi öldü. Öncelikle filikalara 1. ve 2.sınıfta yolculuk yapan kadın ve çocuklar ardından erkekler, kısmen 3. sınıf yolcuları bindirildi. 885 mürettebatın 212’si kurtuldu...bu arada, o can pazarında filikalara rüşvet alarak bindiren görevliler olduğu da açık kaynaklarda var...
Orkestranın son çaldığı şarkının ne olduğu hususunda çok fazla spekülasyon ortaya çıkmıştır. Kanadalı Bayan Vera ***, orkestra tarafından çalınan son şarkının "Nearer, my God, to thee" (Tanrım sana daha yakın) olduğunu iddia etmiştir.
Titanik enkazına turist turları sunan firmaların bilet fiyatları 90.000 - 195.000 £'a (250.000 $) kadar çıkabiliyor. OceanGate Expeditions şirketi de, bu seferleri düzenleyen bir şirket.... Şirket Titanic'in enkazını yakından görmek isteyen turistler için üretilen Titan adlı bir denizaltı ile bu hizmeti vermekte...
2021'de OceanGate Titanik'in enkazını ziyaret etmeleri için Titan'da ücretli turistler almaya başladı. 2022 itibariyle, Titanik gemi enkazına bir OceanGate seferinde yolcu olmanın bedeli kişi başı 250.000 ABD dolar...
Ve Haziran 2023...
Denizaltında bulunanların tamamının öldüğüne inandıklarını belirten ABD Sahil Güvenlikten bir Tuğamiral, turistik denizaltının enkazını, 121 yıl önce batan Titanik'in pruvasına 488 metre uzaklıkta ve yüzeyden 4 kilometre derinlikte bulduklarını kaydetti.
Denizaltı uzmanı Paul Hankin de enkazın 5 parçaya ayrıldığını, bunun "olayın ne kadar feci olduğunun ilk göstergesi" olduğunu ifade etti.
Süleyman'ın teyzesi, Titanik denizaltısında ölen Pakistanlı milyarderin genç oğlunun seyahate çıkmak istemediğini, babalar günü olması münasebetiyle babasını kıramadığı için kabul ettiğini söylüyor...
ABD Sahil Güvenliği, enkazın yakınında "feci bir patlamada" kaybolan Titanik denizaltısındaki beş yolcunun cesetlerinin Atlantik'ten asla bulunamayacağını söyledi.
Koltuk başı 250.000 $'lık seferi yöneten özel şirket OceanGate, The Independent'a yaptığı açıklamada , gemideki beş yolcunun artık öldüğüne inanıldığını doğruladı.
Nemrut, Allah ile savaşmak için bugünkü turist gezdiren balonlar gibi kartallara bağlattığı sepet ile göklere yükselir, gücüne, kudretine, zenginliğine güvenen, zayıf ve fakirleri hor gören bir kibir ile büyüklenmiştir...nihayetinde burnundan giren bir topal sinek helakine sebep olmuştur.
Hani Covid-19' da ilmine teknolojisine, gelişmişliğine güvenen, dünyaya hakim olduğunu sıranın uzay keşiflerine geldiğini göstermeye çalışan çağımız insanını alt etti, iki sene evlerine hapsetti ya !
Yunus Emre meşhur şathiyesinde ne diyor:
"Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu"
O çok güvendiğin şey, hiç kimse bir şey yapamaz dediğin şey her ne ise; gün gelir küçük gördüğün veya önemsemediğin başka bir şey ile rastlaşır da seni de güvendiklerini de alaşağı eder, helak eder.
Yunus Emre’nin “ben de gördüm tozunu” dediği gibi, kartallarla uçan Nemrud'u bir topal sineğin alaşağı ettiği gibi; "Tanrı'nın bile batıramayacağı gemi" denilen Titanic adlı çelik yığınını yine su, yâni önemsenmeyen, mukavemet ve sertlik/dayanıklılık açısından çelikle mukayese bile edilemez suyun donmuş hali buz delip batırıverdi işte, yahut Titan denizaltısı derin okyanusta suyun basıncına dayanamadı ve infilak etti parçalandı işte !
Kartal iken tozlara bulaşmış mağrurların o güvenen hallerinden eser kalmış mıdır bu neticeleri görünce...
Evet Yunus baba, "biz de gördük tozunu billahi !"
Nemrud'un burnundan başına giren bir sivrisineğin sebep olduğu şiddetli ağrılar yüzünden sürekli olarak kafasını tokmakla dövdüren Nemrud sonunda büyük bir acıyla bağıra bağıra ölmüştür.
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harman gibi"
32. Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik koymuştuk.
33. Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık.
34. Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: "Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm."
35. Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."
36. "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum."
37. Arkadaşı, ona cevap vererek dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah'ı inkâr mı ediyorsun?"
38. "Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
39,40. "Bağına girdiğinde 'Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır' deseydin ya!. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir."
41. "Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile."
42. Derken bütün serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyor ve şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım.."
43. Onun, Allah'tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi.
44. İşte bu durumda velayet (himaye ve koruyuculuk) yalnızca hak olan Allah'a mahsustur. O'nun mükâfatı da daha hayırlıdır, vereceği sonuç da daha hayırlıdır.
20 Haziran 2023 Salı
Dışı sükût derûnu mahşer...
19 Haziran 2023 Pazartesi
Hikâye: "Kötülere iyilik etmek, iyilere kötülük etmek gibidir."
sığınak edinmişlerdi. O taraflardaki memleketlerin büyükleri bunların mazarratını def için istişare ettiler ve :
Yeni kök salan bir ağacı bir adam zorlanınca yerinden çıkarabilir; fakat o ağacı bir zaman hâli üzere bırakırsan birçok pehlivanlar getirsen dahi onu kökünden koparamazsın. Pınar başını bel ile kapatmak mümkündür. Su çoğalınca, fil ile dahi geçilemez.!
İstişare neticesinde bir gözcü gönderip fırsat gözetmeğe karar verdiler.
Gözcü bunlan gözetliyordu; nihayet bir gün bunlar bir kavmin üzerine sürmüş, gitmiş ve yerleri boş kalmıştı.
Nihayet gece oldu, hırsızlar döndüler, uzak yerlere gitmişler, ganimet getirmişlerdi. Silâhlarını çıkardılar. Ganimet eşyasını bir tarafa koydular.
Bunların başına ilk hücum eden düşman, uyku idi.
Gece, üç saat kadar bir zaman geçince yiğitler pusudan çıktılar, onların ellerini arkalarına bağladılar.
Sabah vakti padişahın huzuruna getirdiler. Padişah bunları görünce hepsinin katline ferman buyurdu.
Nasılsa bunların aralarında henüz gençliğin ilk çağlarında bir delikanlı vardı. Henüz başlıyan gençliğinin meyvası yeni yetişmişti.
Vezirlerden birisi padişahın tahtının ayağını öptü, şefaat yüzünü yere koydu ve:
Padişah bu sözden yüzünü ekşitti, bu söz onun yüce reyine muvafık gelmedi ve şöyle dedi:
-Soysuz kimse iyilerin terbiyesini alamaz. Kabiliyetsiz kimseyi terbiyeye çalışmak kubbe üzerinde ceviz durdurmak gibidir.
Vezir, bu sözü dinledi, ister istemez beğendi; padişahın güzel reyini takdir ile "hakikaten böyledir" diye tasdik etti ve:
Vezir bunu söyledi ve padişahın nedimlerinden bir takımı da şefaat hususunda ona yardım ettiler.
Nihayet padişah:
-Bilir misin Zal kahraman Rüstem'e ne dedi? Dedi ki:
Ona, güzel konuşmayı, güzel cevap vermeyi, padişahın huzurunda bilinmesi lâzım gelen her türlü âdabı öğrettiler. Çocuk pek iyi yetişti ve herkes artık onu çok beğeniyordu.
Bir gün vezir padişahın huzurunda çocuğun ahlâkından, evsafından biraz bahs ile:
Padişah bu sözü işitince gülümsedi ve şöyle dedi:
-Kurt yavrusu, insanlar arasında büyüse de, sonunda kurt olur.
Bunun üzerine bir iki yıl geçti-oğlan büyüdü-mahalle çapkınlarından bir takımları o hırsız oğlana yanaştılar.
Onunla arkadaşlığa karar verdiler. Oğlan bir fırsat düşürdü, veziri iki oğlu ile birlikte öldürdü. Bitmez, tükenmez parayı, malı kaldırdı, hırsızlar mağarasında babasının yerine geçti, oturdu; âsi oldu.
Padişah bu vak’ayı işitince hayretinden ellerini dişleriyle ısırdı, şöyle dedi:
-İnsan kötü demirden nasıl iyi kılıç yapar? Ey Akıllı zat bilmiş ol ki alçak kimse terbiye ile adam olmaz.
Misâl istersen yağmura bak ki, yağmurun tabiatı lâtif, temiz olduğundan ihtilâf yoktur; böyle olmakla beraber, yağan yağmurun tesiriyle bahçede lâle, çorak yerde çerçöp biter. Çorak yer sümbül bitirmez. Boş yere orada ümit tohumu ekip zayi etme. Kötülere iyilik etmek iyilere kötülük etmek gibidir.(*)
18 Haziran 2023 Pazar
Bu adam benim babam...
17 Haziran 2023 Cumartesi
Âlem-i hayât, âlem-i hayâl...
"Bir gün gelir bu âlem-i hayât âlem-i hayâl olur(Osman Hulûsi Efe.)
Dehrin nesi varsa cümle pâymâl olur
Her demi zevk ile geçen eyyâmın
Âhir encâmı firkat ü melâl olur."
16 Haziran 2023 Cuma
Kendime sorular !
Kendimle sohbete tutuştum, ben bana dedimki:
-sen hiç;
görmeden gören
duymadan duyan
konuşmadan söyleyen
gitmeden giden
yatmadan uyuyan
yemeden doyan
terazisiz tartan
gördün mü ?
-hayır !
-kediler var ya ! kulakları ile görüyorlar, sesleri referans ses olarak hafızaya bir kez kaydedince, gözü kapalı mevzuyu görüyorlar...sen; ya ilmini ve idrakini, firaset ve basiretini artır, ya da kedileri izle biraz, tercih sana kalmış, sen bilirsin !
-peki;
yolsuza yol
elsize el
gözsüze göz
ayaksıza ayak
akılsıza akıl
aşsıza aş
başsıza baş
yuvasıza yuva
dertliye derman
imkânsıza ferman
ıraktakine kurban
oldun mu ?
-belki, kısmen !
-sen; okuduklarını bir daha oku, ama iyi "Oku !"...."insan" kime derler, iyice bir anla !...el ayak, iki göz iki kulak, bir de ağızdan ibaretmiymiş değilmiymiş, düşün !....dünyana biçtiğin değer şu mu ?...ye, iç, süslen, eğlen; mal-mülk evlat sahibi ol; ömrünü tamamla ve öl, toprak ol !...yapıp ettiklerin yanına kâr kalıyor, hem kime ve niçin hesap verecekmişsin...öyle mi ?
★
Kendim, kendimin cehâlet ve vurdumduymazlığıma şaştım kaldım !
Üstelik bir de akıllı geçiniyordum...
Vesselâm...
15 Haziran 2023 Perşembe
Distopik bir düş...
bilgeden çok bilgiçlik taslayanı, bilgiliden çok malumatfuruşları vardı...
bilimciden çok filimcileri, san'atkârdan çok oyunbâzlar sahnedeydi...
değer üretenden çok değerlerden geçinenler, üreticiden çok pazarlamacılar revaçtaydı...
bostandan çok bostan korkuluğu, mütevazıdan çok kibirlileri alkışlanıyordu...
mektepliden çok diplomalıya, alaylıdan çok alaycı soytarı güruha talep fazlaydı...
ip cambazları, eşik palazları, ateşi yalayan ateşperestler, midesine ateş dolduran haramzâdeler makâm makam, mekân mekân dolaşmaktaydı...
füze ile uçanlar, kağıt uçakla uçtuğunu sananları sollayıp havalarını atmaktaydı...
ekmediği yerden biçenler, rençberlere tepeden bakıp burun kıvırmaktaydı...
kifayetsiz muhterisler, el etek öpme yarışındaydı...
tezgâhlarda, arkası kalın tenekelere yafta dokunmaktaydı...
içi kof dışı cafcaflı, alkış ve pohpohla besililer, müesses nizamın ve düzenin hakimiydi...
ve
adım başı denk gelinen kırıntıcılar el pençe dolaşıyorlardı etraflarında...meğer bu diyarın; cemaate hasret süslü namazgâhları, pazarlarında gezinen dışı kerli ferli içi kof kallavileri varmış...
esnafının terazileri eksik tartar, kasaları fazla yazarmış...
köle ve cariyeler senetsiz sepetsiz alınır-satılır, elden ele dolaştırılırlarmış...
çalışana salak gözüyle bakılır, uyanıklara madalya takılırmış...
tamtakır kalmış bomboş kütüphanelerinde fareler cirit atar, kedileri seyre dalarmış...
berduşu, ayyaşı, paydaşı kımıl gibi bulvarlarda gezinir, kaldırım ölçerlermiş...
yağcısı, yalakası, çokca kel alakası boruları öttürüyormuş...
sahtekârı, hilekârı, dolandırıcılarının tıklım tıklım doluştuğu, mahkeme salonları meşhurmuş...
hırsızı, arsızı dimdik yürüyüp beyfendi gibi itibar görüp gezerken; müştekileri, davacıları, iki büklüm köşelerde kala kalırlarmış...dediler: hiç soru sorma, yelkenler fora, haydi git yoluna !
bindim ceviz kabuğu kayığıma, vira vira, yelkenler fora, sancak alabanda...
14 Haziran 2023 Çarşamba
Vaktin de hırsızları var...
Her dünya mahluku için bir gün 24 saattir...
Zamanı hiç şaşırmayan ay 28 günlük çizelge ile hilal dolun, güneş günlük doğuş batış, gece-gündüz halinde 24 saatlik vakit dilimlerini adeta hatırlatır, saniye sekmeden !
Mevcûdat bu düzene hep uyar, gece vardiyasında çalışan canlı gündüz uyur, gündüz çalışanı da gece...yarasa gececil, güvercin gündüzcüldür meselâ...insan dışındaki canlılar vakti yerli yerince kullanılırlar...
Mes'elâ, horoz zamanı gelince şafak vakti öter ! (her ne kadar vaktinden erken öten horoz kesime gitse de, istisnâdır)...Ayı kışı uykuda geçirir !
Ya insan, "özgürüm" dilediğimi dilediğim zaman yaparım/yaşarım diyen insan !
Bilim ve teknoloji üreten, insanlığa katkı sağlayan mucitler, ciltler dolusu kitap yazanlar, vakıflar dernekler, cemiyetler kurarak hayır ve iyilik yapan, han, hamam, kervansaray, çeşme, köprü, inşa edenlerin de her günü 24 saat değil mi ?
Vakti harcayan ile vakti tasarruflu kullanan arasındaki fark, zaman ilerleyince ortaya çıkıyor !
Ne çok vakit ayırıyor toplum; televizyon dizilerine, başı boş ve amaçsız internet gezintilerine, dedi-koduya, lâubâlî sohbetlere...değil mi ?
Hani boş lakırdı ile vakit öldürme meclisi arayıp, oturunca kalkmayı bilmez boş beleş kişilerin "eeee, daha daha nasılsınız" diye, fındık kabuğunu doldurmayan lâf ü güzaf ile sözü uzatma çabaları yok mu ?
Yahyâ Kemâl ne hoş demiş:"Elhan duyulmadıkça belâgat giran gelirLâf ü güzaftan mütehassıl kesel gibi"
Kul hakkı, insan hakkı umurunda olmayan, kendinden özgeye saygısı olmayan şeyler ne kadar çoğaldı, öyleki; bilgeden çok bilgiç, bilgiliden çok malumatfuruş, bilimciden çok filimci, san'atkârdan çok oyunbâz, üreticiden çok pazarlamacı, mütevazıdan çok kibirli, mektepliden çok diplomalı, alaylıdan çok alaycı, değer üretenden çok değerlerden geçinen, dışı cafcaflı içi kof, insandan çok insansı var etrafta... ve malesef adım başı denk geliniyor !
Lâf ü güzaf içün gereksiz vakit harcama ve vakit israfı aslında gerekli meşgalelerden vakit çalmak, ömürden ve sayılı nefesi boşa harcamaktan başka bir şey değil !
"Ya hayır söyle ya sus, boş işlerden yüz çevir" düsturlarını ilke edinmek varken !
Bu yüzden asli işlere ya da kişilere tahsis edilmesi gereken vakit israf edilirken, vakit hırsızına da kapı aralanır, hatta ardına kadar açılır !
Vakti planlı yaşamak ve fayda üretmek için vakit hırsızlarına vakti kaptırmamak gerek...
Çünkü boşa harcadığımız her bir saniyenin bile önce kendimize, sonra çevremize karşı bir ihanet olduğunu, bunun da sorumluluğunun olduğunu unutmamak gerek !
Değilse, keşkeler, ah vahlar ve dövünmelere başlar insan, geçti Bor'un pazarı hikâyesini döner bir daha bir daha okur !
Bir görüşme için bile muhatabın vakit ayırıp ayıramayacağına dair izin istemek yerine, keyfe keder babından çat kapı, damdan düşer gibi çene çalma talepleri, yekdigerinin vaktine tecavüz, gasp, vakti çalmak değilse nedir mes'elâ ?
Her şeyin bir vakti var...Her şey ve kese vakit planlı bir şekilde tahsis edilmeli...işte o zaman vakti/nefesi/ömrü hoyratça harcamaktan kurtulur insan.
Gerekli iş ve kişilere ayrılması gereken vakti gereksiz iş ve kişiler için harcamaz, vakti verimli ve tasarruflu kullanır... vakit, vakit hırsızlarına kaptırılmaz...
İsraf edilecek vakti olmadığını hatırından çıkartmamalı insan, o vakitlerde neler yapabileceğini, neler üretebileceğini hesap etmeli, kendine ve insanlığa katkıda bulunabilmek için sayılı nefesi doğru kullanmalı insan, değil mi ?
“Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya (bunları) seven ol, ya dinleyen ol, beşincisi olma, helak olursun.” (Hadis-i Şerif)
Vaktin hırsızı var da ömrün yok mu ?
Ömür törpüsü...
Olmaz olur mu...
13 Haziran 2023 Salı
Bostan ve Gülistan'dan hikâyeler- 2
Daranın bir sürek avında askerlerinden uzaklaşıp ayrı kaldığını duydum.
Haykırışları duyan Dara rahatlamış ve gülerek;
Çoban da gülerek karşılık vermiş;
Bu öğütler Dara’nın çok hoşuna gitmiş ve hemen oracıkta çobanı ödüllendirmiş.
Bîr gece halkın yanık bağrından çıkan ah ateşinin, Bağdat’ın yarısını küle çevirdiğini duydum. O anda adamın biri ellerini havaya kaldırıp Allah’a şöyle dua etmiş;
Mutlu olmak isteyen irfan sahibi kimseye Sadi’nin şu sözü yetişir. Dinlersen sana da Öğüt vereyim;
Saltanattan daha yüksek bir makam olamaz, deme; zira yücelttiğin makam, fakirin derecesinden daha üstün değildir.
Kaygı da geçer, sevinç de. Yeter ki ölmeyegörsün insan. İster başında taç, ister boynunda vergi; sonun toprak olduktan sonra ne fark eder!
İyi işli kimseye, kötülük uğramaz; kötülük edenin yoluna, iyilik bulaşmaz.
12 Haziran 2023 Pazartesi
Leylâ...Ela gözlü bir çöl ahusu !
“İlla birini seveceksen tene değil cana değeceksin. İlla birini seveceksen, dışını değil içini seveceksin..."
Ezelî muhabbet, kâinatın mevcudiyetinin ve kaimiyetinin olmazsa olmazıdır.
Yûnus Emre der;
Leylâ-i Mecnûn benem,Şeydâ-yı Rahmân benem,Leylâ yüzün görmeğe,Mecnûn olasım gelir !
Fuzûlî de, Mecnûn’dan daha ileri bir âşık olmak hevesini şöyle ifâde eder:
Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istîdâdı var,Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var!
Yûnus Emre’nin aşk hakkındaki şu beyti ne kadar derûnîdir:
Aşk imamdır bize gönül cemaat,Dost yüzü kıbledir dâimdir salât…
Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn'un fenâya ermeleri sebebiyle aralarında bir fark olmadığını Mecnûn’un dilinden şöyle anlatır:
Bende âşikâr olan sensin!Ben hod yokum, ol ki var, sensin!Ger ben ben isem, nesin sen ey yâr?Ve ger sen isen, neyim men-i zâr?
Yûnus Emre, bu girift bilmeceyi şöyle ifâdelendirir:
Ete kemiğe büründüm,Yûnus diye göründüm!
Kanuni Sultan Süleyman, 1534’te Bağdat’ı fethedince Bağdat seferinde yer alan ileri gelenler Fuzûlî’den bir ‘Leylâ ile Mecnûn’ eseri yazmasını isterler. Fuzûlî lirik –epik türündeki 3 bin 96 beyitlik ‘Leylâ ile Mecnûn’u 1535’te tamamlayarak Bağdat valisi Üveys Paşa'ya sunmuş...
Bestekâr Üzeyir Hacıbeyov, 1907’de Fuzûlî’nin "Leylâ ile Mecnûn"unu Azerbaycan'da Opera eseri olarak sahneye koymuş...
Necid’de bulunan Benî Âmir kabilesine mensup Kays ile Leylâ, kabilelerinin hayvanlarını otlatırken birbirlerini severler.
Mecnûn'u, çölde ahularla, ceylanlarla ve kuşlarla arkadaşlık eden, hayattan vazgeçen biri olarak bulur...
Leyla’yı gören Mecnûn;
Leylâ, Kays’ın erdiğini, kavuşmalarının imkânsız hale geldiğini düşünse de, yine de onsuz yaşayamaz, bu ıstırap ile hastalanıp yataklara düşer ve ölür.
Mecnûn, Leylâ'nın ölüm haberini alınca gider mezarına, sarılır ve şöyle dedikten sonra son nefesini verir;
"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmezCânânsuz cihân gerekmez."
Bu akşam rüyâmda Leylâ'yı gördümDerdini ağlarken yanan bir muma;İpek saçlarını elimle ördüm,Ve bir kemend gibi taktım boynumaBu akşam rüyâmda Leylâ'yı gördüm.
Leylâ...Ela gözlü bir çöl ahusuSaçları bahtından daha siyahtır.Kurmuş diye sevda yolunda pusuDöktüğü gözyaşı, çektiği ahdır.Leylâ...Ela gözlü bir çöl ahusu.
Bir damla inciydi kirpiklerinde,Aşkın ızdırapla dolu rüyâsıBir başka güzellik var kederindeBir başka âlem ki ruhunun yasıSessiz incileşir kirpiklerinde.
Aşkın ıssız bir çölmüş, susuzum sana ey yârBen de Mecnûndan öte, bilmediğim bir hâl varGözlerimin önünden gitmiyor hatıralar
Bir yarım şarkı gibi zamansız bitme akınSerap olma ne olur, kaybolup gitme sakın
Dağlar bile dayanmaz gönlümün feryâdınaMelekler yetişirmiş âşığın imdâdınaKara sevda diyorlar bu derdimin adına
Bir yarım şarkı gibi zamansız bitme akınSerap olma ne olur, kaybolup gitme sakın
Leylâ aşkı, mecnûnunu ilâhî aşk ufuklarında dolaştırarak Mevlâ’sında sükûn buldurur...
(*)Hikâye için kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/leyla-ve-mecnun