29 Haziran 2023 Perşembe

Ve güneş batar, gölgeler ölür !

Whatsapp ile Paylaş


bembeyaz bulutlar dolaşır
masmavi semâda
hem de salına salına, pamuk gibi...

ya yeryüzü;
beyaz bulutların
simsiyah gölgesi düşünce
yerin yüzüne,
karartır onu
hem de kapkara çizer
kara kalem gibi...

say ki ruh;
masmavi semâda süzülür
aheste aheste, beyaz mı beyaz
pamuklar gibi...
bulutun aslı mı ?
aslı su ve gerçek !

say ki nefs;
o bulutun gölgesi
düşmüş yere
yerin yüzünü karartmış
karartma geceleri gibi...

gölge mi ?
o elle tutulmaz
gözle görülür
aslı nereye o oraya
illüzyon gibi sihir gibi...
zamanda yürüyen
varlığın gölgesi gibi...

ve güneş batınca
karanlık gece
gölgenin zevali gibi

sanki;
beden ve ruh
hayat ve ölüm gibi...
derlerki:
güneşe sırtını dönen 
önüne düşen gölgesini kovalar;
yüzünü dönenin gölgesi
onun ardınca onu takip eder
gölge olarak geçip gittiğimiz
şu dünya denilen gölgelikte
düşünürler ile birlikte düşünmeye
birazcık vaktiniz vardır umarım, 
buyrunuz:

27 Haziran 2023 Salı

Kadim eski ile muvakkat yeniyi değiştirmek...

Whatsapp ile Paylaş


İnsanın estetik anlayışını ruhunu yüceltip olgunlaştıran değerler ve kültürü besler, belirler, şekillendirir...

Bir yanda binlerce yıllık kadim kültür ve medeniyyet objeleri ve onları inşâ ve ihyâ eden insan, diğer tarafta uygarlığı ithâl modern kültür zanneden paçozlar...millî ile gayri millî, inanç ile inkâr, iman ile küfür, teslimiyyet ile reddiyye çatışmaları ve bunların hayata yansımaları...

Modernizm; sanayileşme, kentleşme ve teknolojik ilerlemenin getirdiği hızlı değişimler sonucu ortaya çıkan kültür ve sanat anlayışı, yüzyıllara sari olarak ortaya çıkmış kadim insanî kültürü, medeniyet anlayışını berhava etmiş, eski yeni ile, kadim olan muvakkat olan ile yer değiştirince de ortaya köksüz, münferit, bencil insan tipi ve anlayışı çıkmıştır.

Ötekini müşteri, kullanılacak sırtına basılarak yükselinecek basamak olarak gören ve bunu teknoloji, sanat ve bilgi gibi donanımları ile insanlığın önüne koyan küresel güç odakları sekülarist bir toplum inşâ etmeye çalışırken kadîm kültürü törpülemeyi ve ortadan kaldırmayı amaçlamıştır...

Mes'elâ; modernite, hırsın önündeki bütün engelleri kaldıran bir ihtiras kamçısı olarak, muhteris bir toplum inşâ etmek ve tüketici bir toplum oluşturmak üzere koyduğu hedefleriyle kapitalist anlayışa hizmet etmiştir, etmektedir...

Modernitenin rasyonel değerleri ve karşılıkları vardır...mes'elâ her hâl ü kârda kadim kültürümüzdeki "merhâmet" modernitenin rasyonalitesi ile uyuşmaz...

Eski yeni çatışmasını körükleyenlerin sunduklarına bir küçük misâl;

Siyah beyaz TV yıllarından akılda kalan bir reklâmın sloganı şöyle idi: "eskimiş çorapları atın Jill geliyor..."

Evet, eskiyi kötüleyen bu anlayışın onun yerine koyduğu, koymayı plânladığı yeni; aslında naylon, sentetik; fıtrattan ve estetikten uzak, doğal değil yapay olan idi... insan dahil her şeyi metâ diye gören ve "kullan-at" felsefesini merkeze yerleştiren anlayış bu olunca, bizi biz yapan değerler manzumesi giderek önce dağarcığımızdan sonra cemiyetten uzaklaştı, uzaklaştırıldı !

Bunun neticesinde, maddeyi baş tâcı yapıp, maddiyatı, variyeti, ünvanı, makamı ile kimlik ve şahsiyyetinin oluştuğunu zanneden; zahiri mamur, batını kof "eşhâs-ı meşhûre !"ler çoğaldı da çoğaldı...

Halbuki insanlar ve dolayısı ile milletler maddi varlıkları ile değil, millî, mânevî ve kültürel değerleri ile şahsiyyet bulur, ayakta dururlar.

İnsanı değersizleştiren ise kimliksizliktir, silikliktir, yozluktur...

İşte bu anlayıştır ki, hem köklerinden kopartılmış insanı, hem de toplumu zehirleyince; san'atı, kültürü, edebiyatı, ahlâkı ve zarafeti, muhabbeti, nezaketi ve estetiği ve çevresiyle uyumu ile yaşanabilir olan şehirlerimizdeki alt/üst yapılar yanında insani ilişkileri de estetiği de ruhsuz, silik ve yoz hâle dönüştürmedi mi ?

Tasavvurumuzdaki şehir ve ahalisi ile mevcut "modern şehir", bugünkü hâliyle ve griliği ile, hiç mi hiç uyuşmuyor...

Nereden nereye...İnsanî değer üreten ve yaşayan şehirlerden, insanı ve değerleri tüketen, insanlığı et-kemikten ibaret vücuda indirgenmiş insanlardan müteşekkil şehirlere...

Beton, demir ve çelik...fabrika bacaları, araba egzostları, duman ve hava kirliliği...tarım ilaçları, daha çok ürün ve kanser vakaları...toprakla ilişiği kesilmiş, gökdelenlere tırmanmış ve rezidanslara hapsolmuş insancıklar...alafranga marazlar ile asrîleştiğini zannederek dağılıp saçılanlar...sanayi devrimi sonrası insanî değerlerden uzaklaşmış, insanlığını hatırlamaya vakit bulamamış, sürekli koşturan şehir halkı...sonuçta anne babayı dosdoğru göremeden kreş kültürü ile büyüyen çocuklar...huzurevi(!)nde son demlerini yaşamaya mecbur bırakılmış yaşlılar ! 

Ruhsuz şehirlerin kabristandan farkı var mı sizce, ne dersiniz !?

Kadim eski ile muvakkat yeniyi değiştirmeli miyiz ?

Eski(!) değerleri terk etmeli miyiz ?

Ne dersiniz ?
Yahyâ Kemâl Beyatlı'ya kulak verelim, kadim olandan anlamayan bir şey anlamaz bizden, diyor  "Eski Mûsıkî" şiirinde üstâd:

Çok insan anlayamaz eski mûsıkîmizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden

Açar altın bir anahtarla rûh ufuklarını
Hemen yayılmaya başlar sadâ ve nûr akını

Ve seslenir büyük Itrî semâyı örten rûh
Peşinde dalgalanır bestesiyle Seyyid Nûh

En mutlu devrede Itrî'ye en yakın bir dost
Işıklı dantelalar bestekârı Hâfız Post

Bu neslin ortada dâhîcedir başardığı iş
Vatan nasıl karışır mûsıkîyle göstermiş

Bu yaz kemençeyi bir dinledinse Kanlıca'da
Baharda bir gece tanbûru dinle Çamlıca'da

Bu sazların duyulur her telinde sâde vatan
Sihirli rüzgâr eser dâimâ bu toprakdan

Evet bu eski nesil bir şerefli âlem açar
Duyuşda ince zamanlardan inkırâza kadar

Yüz elli yıl sıra dağlar birer birer yücelir
Ve âkıbet Dede'nin anlı şanlı devri gelir

Bu mûsıkîyi o son kudretiyle parlatdı
Ölünce ülkede bir muhteşem güneş batdı

26 Haziran 2023 Pazartesi

Bayram Ede Gönül Hanesi

Whatsapp ile Paylaş

Sıla-i Rahim et kurbiyyet olsun
Ki bayram ede gönül hanesi

Anaya ataya hizmet hürmet et
Ki bayram ede gönül hanesi

Yetimi sevindir buyurdu Allah
Ki bayram ede gönül hanesi

Açları doyur çıplağı giydir
Ki bayram ede gönül hanesi

Komşuya yolcuya hakkını da ver
Ki bayram ede gönül hanesi

Evlâd-ı âdemin gönlünü kazan
Ki bayram ede gönül hanesi

Edebi ikmal et ilmi tahsil et
Ki bayram ede gönül hanesi

Nefsini te'dib et şeytanı def et
Ki bayram ede gönül hanesi

Gaflet uykusunu uyan da terket
Ki bayram ede gönül hanesi

Kurban et nefsini yakın ol O'na
Ki bayram ede gönül hanesi

Firakın dönsün artık vuslata
Ki bayram ede gönül hanesi
Ahmet Özhan: Bayram edelim Allah Allah...

25 Haziran 2023 Pazar

Kartal ve Sinek...

Whatsapp ile Paylaş
Nemrut, gücüne, kudretine ve zenginliğine güvenen, ilâhlık iddia eden, zayıf ve fakirleri hor gören, zalim ve kibirli biri,  firavunlar da öyle..

Nemrud, Allah ile savaşmak için bugünkü turist gezdiren balonlar gibi kartallara bağlattığı sepet ile göklere bile yükselir...

Nihayetinde burnundan giren topal bir sinek helakine sebep olmuştur.

Ey insan o çok güvendiğin, kibirlendiğin şey, hiç kimse bir şey yapamaz dediğin şey her ne ise; gün gelir küçük gördüğün veya önemsemediğin başka bir şey ile rastlaşır da seni de güvendiklerini de alaşağı eder, helak eder.

Yunus Emre meşhur şathiyesinde ne diyor:
"Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu"


Mısırda Firavun'un yardımcısı Haman'a talimatı Kur'anda zikredilir:
"Firavun: Haman! Benim için bir kule inşa et, dedi, umarım ki böylece yükselebilir, göklere yol bulur da Musa’nın Tanrısına ulaşırım. Gerçi ben onun yalancı olduğunu zannediyorum ya, (neyse!)
İşte böylece, Firavun’un kötü gidişatı kendisine cazip göründü ve yoldan çıkarıldı. Sonuç itibariyle Firavunun hilesi ve düzeni de tamamen boşa çıktı.” (Mümin, 36-37).

Firavun’un yüksek bir kule yaptırıp oraya çıkarak Allah’ın olup olmadığını anlayacağını söylemesi, halkı kandırmak için bir düzen, bir hile... 
Halk (avam tabakası), Tanrı’nın yukarıda olduğuna inanır. Plâna göre Firavun, kimsenin çıkamayacağı bir yüksekliğe ulaşmış, fakat Tanrı’yı görememiş olacak; inince de “Baktım, göremedim, şu halde Tanrı yok” diyecekti.

Hz. Musa'nın Tanrısı ile dalga geçen o kibirlinin sonu ikiye yarılan Kızıldeniz'de boğulmak oldu...hem de secde vaziyetinde bulundu cesedi, ibret-i âlem müzede sergileniyor !

Yunus Emre’nin “ben de gördüm tozunu” dediği gibi, kartallarla uçan Nemrud'u bir topal sineğin alaşağı ettiği gibi; önemsenmeyen basit bir sebep; gücüne, variyetine, makamına, rütbesine, ardındaki kalabalığa güveneni gün gelir alaşağı eder işte !

Kartal iken tozlara bulaşmış mağrurların alaşağı olunca o kendine çok güvenenin kibirli hallerinden eser kalmıyor işte...

Evet Yunus baba, "biz de gördük tozunu billahi !"

Mevlana Celaleddin-i Rumi der:
"Kendilerini halkın üstünde görenler ve kendilerini büyük sayan kişiler, halkın sırtına yük yüklerler, kendileri de halka yük olurlar. Yükünü herkese yükleme, kendine yükle. Baş olmayı isteme, yoksulluk daha iyidir. Halkın boynuna binme de ayaklarına nikris illeti gelmesin."

Ve Nahl sûresi 23'de buyrulur:
"Hiç kuşkunuz olmasın; Allah, onların gizledikleri ve açığa vurdukları her şeyi biliyor ve hak ettikleri cezayı onlara verecektir! Çünkü O, büyüklük taslayanları asla sevmez!"

24 Haziran 2023 Cumartesi

Nicesi der: Bezm-i meyde dün gece peymane gibi döndüm !

Whatsapp ile Paylaş

Dem çeken nicesine, bu âlem bir meyhâne
Nicesi var demlenir, peymâne be peymâne
Nicesi var ehl-i kâldir, çıkar bir gün meydâne
Ehl-i hâldir hem nicesi, yaşar ilâ nihâye
Buyrunuz;
Beste-Güfte: Necip Mirkelâmoğlu

Bezm-i Meyde Dün Gece Peymane Gibi Döndüm
Canımın Etrafında Pervane Gibi Döndüm
Fasl-ı Aşkı Geçenler Sabaya Başlayınca
Muhabbet Sahnesinde Mevlana Diye Döndüm
Aheng-i Neye Uyup Divane Gibi Döndüm

Hüseyni Beste - Rakım Elkutlu / Güfte: Bâki

Müheyyâ oldu meclis sâkiyâ peymâneler dönsün.
Gel gel gel işvebazım
Gel gel gel çâre sâzım
Ter dil li te ne nen te nen te nen nen
Na de re dil li ney vay yâr
Yâr peymâneler dönsün

Bu bezm-i ruh bahşın şevkine mestâneler dönsün.
Gel gel gel işvebazım
Gel gel gel çâre sâzım
Ter dil li te ne nen te nen te nen nen
Na de re dil li ney vay yâr
Yâr peymâneler dönsün

(Ey içki dağıtan güzel, meclis hazır; kadehler gelip gitsin. Bu cana can katan toplantının neşesine kadehler dolup; boşalsın. Ey gönül, aşk şarabını öyle iç ki, sen değil gökyüzü sarhoş olsun, çınlasın; şarap mahzeni feleğin başında dönsün.)

Açıklama: 
Tasavvuf edebiyatında;
Sâki:İnsanda Allah aşkını uyandıran, gönüle Allah sevgisi sunan kimse.
Peymâne:Büyük kadeh, ve şarap manasında kullanıldığı gibi, ilahi iksir manasında kullanılmıştır.
Meyhâne: “Şarap-meyhâne” gibi mazmunlar semboliktir. Mesela, dergâh meyhâne ile mürşit meyhaneci ile, dergâha hizmet edenler sâkiler ile, alınan feyiz içilen şarap ile sembolize edilir.

Neler görür neler, hayatı tersinden okuyabilenler...

Whatsapp ile Paylaş

Çok zenginler ve muktedirler gördüm, şükürsüz, muhteris,  gözü aç, huzura muhtaç; ve nice fukaralar gördüm şükür ehli, kanaatkâr, gözü tok, huzurlu, ve başında mutluluktan bir taç...

Çok entellektüeller gördüm, kitapsızın dik â'lâsı, câhilin ağa babası, etiketli câhil; ve münevverler gördüm hikmet ehli, ilmiyle âmil, özüyle sözüyle kâmil...

Çok köşk ve çiftlik gördüm, içinde örümcekler ağlar örmüş, yarasalar mekân tutmuş, baykuşlar tünemekte; ve çok kulübeler gördüm, içinde şen şakrak, mutlu ve huzurlu insanlar dolaşmakta...

Çok koltuklar gördüm, müstâmel, bilmem kaçıncı el; ve çok tahta sandalye gördüm huzur içre dededen toruna intikâl...

Çok kartallar gördüm, göklerin hâkimi imiş gibi zirvelerde uçuşan; ve sonunda yere konup sürüngenle yarışan...

Çok ademler gördüm, bedeni ruhdan bî-haber, aklı vicdanından âzâde; ve çok Âdemî gördüm, dünyâyı içine almadan, ruh adam gibi arzdan yürüyerek geçip gitmekde...

Çok mülk ve mal sahibi gördüm, binbir zahmet ve ihtirasla bir ömür onları istiflemiş; ve çok mirasyedi gördüm istiflenmişi har vurmuş harmanını da savurmuş...

Çok muktedirler gördüm gücüne çok güvenen, imkânsız nedir bilmez, sonrasında eşiklerde sürünen, itibar ve çare dilenen; ve çok muhtaçlar gördüm, ihtiyacını ve imkânsuzı sadece "Muin"den talep edince anında görüverilen.

Evet, neler görür neler, hayatı tersinden okuyabilenler...

Keşke "Tebbet"i, ne buyurduğunu anlamadan/bilmeden okuyanlar, bir de onu bilerek bugünkü şartlar için de okusalar !

"Tebbet"in  tersi mi ?

Ne demiş Erzurumlu İbrahim Hakkı:

"Bak, sonunu seyreyle
Görelim Mevlâ neyler..."

23 Haziran 2023 Cuma

Rütbeye hevâ-dâr, içi kof !

Whatsapp ile Paylaş

Var ya şol büdelâ !

Sanırsın çıkmış keşfe  

Mevcudâtı, gûyâ !


Zahirde olmuşmuş

Sanki kâşif-i esrâr-ı Hudâ

Zatını da vehmedermiş

Sultân-ı fenâ şâh-ı bekā


Erbâb-ı akl u basîret olanlar

Zahire aldanmazlar...


"Lâfzen adam"ın

Rütbeye hevâ-dâr olanın

İçi kof mu değil mi, ona bakarlar

22 Haziran 2023 Perşembe

"Titanik" enkazı, "Titan"ı da batırdı...

Whatsapp ile Paylaş

10 Nisan 1912’de, 2224 yolcusuyla İrlanda’nın Queenstown limanından okyanusa açılan 14 Nisan akşamı  bölgede buz dağları var diye telgrafla uyarılan, buzdağına çarparak su almaya başlayan, son filika yola çıktığında, yani 15 Nisan 1912 de saat 02.05’te 1514 kişiyle suya gömülen Titanik transatlantik gemisi kazasından 111 yıl sonra Titanic'in enkazını yakından görmek isteyen turistler için üretilen Titan adlı denizaltı Atlantik okyanusunda Titanik enkazının 488 m yakınında "katastrofik patlama" ile parçalandı ve denizaltıdaki beş kişi de merak ettikleri gemi enkazı yakınında okyanusun karanlık sularına gömüldüler.

Titanik, 268 metre uzunlukta, 4 bacalı, 11 katlı, 46.000 ton ağırlığında, o dönemin en lüks gemilerinden biriydi. Gemide ana güvertede yüzme havuzları, spor salonu, dans salonu, Türk hamamı, kütüphane ve tenis kortu vardı. Ayrıca 8 üyeli Titanic orkestrası da mevcuttu. Birinci sınıf ortak odaları çok özel ağaç işlemeciliği, pahalı mobilyalar ve diğer dekorasyonlar ile süslenmişti. Dekorasyonda 14. Louis, İtalyan Rönesansı ve geleneksel Hollanda tarzı bir arada kullanılmıştı...

Yani gemi şu dönemde bile aktif olsa lüks klasmanında sayılırdı.
O günün şartlarında 7.5 milyon doları ile bugünkü maliyetlerle neredeyse 400 milyon dolarlık bir gemi.
- Titanic’in 5 mutfağında toplam 60 şef ve yardımcısı çalışıyordu. 34 ton et, 5 ton balık, 40 bin yumurta, 1 ton kahve, 360 kg çay, 4 buçuk ton şeker, 1500 şişe şarap, 40 ton patates vardı gemide.
- Geminin kendine ait gazetesi bile vardı: Atlantic Daily Bulletin!
- Gemideki en egzotik objelerden biri Ömer Hayyam’ın Rubaiyat’ıydı. Eser, 1050 değerli taşla süslüydü.
- “Milyonerlerin kaptanı” lakabıyla anılan Kaptan Smith’in emekliliğinden önce yaptığı son işti Titanic.
- Uğursuzluk getirdiği düşüncesiyle “13” numaralı bir kamara yoktu!
Bu dev geminin 1. sınıf yolcuya sunduğu konfor öylesine büyüktür ki, dönemin sanayicileri, ünlü sanatçıları, aristokratları alır yerini içinde. İkinci sınıf, işadamları ile Amerika’da yeni bir hayat kurmaya giden orta sınıf aileler ve tatilcileri bir araya getirirken üçüncü sınıf, “Amerikan rüyası”nın peşine düşmüş dar gelirli göçmenlerindir. Bu şatafata rağmen işin ilginç ve mide bulandıran tarafı birinci sınıf yolcular için gösterişli bir hamam tasarlanmış olsa da 700'den fazla üçüncü sınıf yolcusu yolculuk boyunca iki küvetten faydalanma hakkına sahipti.

Titanik, döneminin en büyük, en lüks gemisiydi.

Geminin bilet fiyatları ise çok astronomik;
The Washington Times'a göre, 1912’de Titanic’e ait biletlerin fiyatları, birinci sınıf bir salon paketi için 870 £ (şilin) veya 4.350 $(dolar) 'dan, üçüncü sınıf bir salon için maksimum £ 8 veya 40 $' a kadar değişiyordu. Bir asır sonra, 2012'de bu bilet fiyatları 50.000 - 460 $ arasındaydı.

Titanik'in ilave maliyeti ile ilgili diğer hizmetler. Yüzme havuzunun kullanımı mayo kiralamayı da içeren 1 şilindir. Yolcular ilk 10 kelime için yaklaşık 3,12 dolar ücret karşılığında telgraf gönderebildiler. 12 Nisandan 15 Nisan 1912'de batmadan öncesine kadar 250'den fazla telgraf gönderilmiş ve alınmış...

Bilet fiyatları günümüz ekonomik göstergelerine göre muhtemelen şöyle olacaktı:
Titanic'te birinci sınıf bir süitte seyahat etmek 133.132 dolara, birinci sınıf rıhtımlar 4.591 dolara denk gelmekte. İkinci sınıfta seyahat etmek ise 1.834 dolara tekabül ediyor. Ekonomik üçüncü sınıf bilet 1.071 dolar...
Yukarıdaki bilgileri dikkate alırsak ve tüm birinci sınıf yolcuların rıhtım ücreti (o zamanlar rıhtım ücreti olarak biletten ayrı ödenen ekstra bir ücret vardı) olarak 6 dolar ödediğini varsayarsak, toplam ücret 1912'de 90.455 dolar ediyor, bugünün parasına göre hesaplarsak 2,75 milyon dolar ediyor.

Evet oldukça güzel bir yatırımdı Titanic !

Gelelim bilet kampanyası sloganına...geminin biletleri "Tanrı'nın bile batıramayacağı gemi" ("Even God himself couldn't sink this ship") sloganıyla satılıyor...

Geminin İngiltere-Southampton'dan ABD-New York'a doğru yapılacak ilk seferine katılacak "şanslı" insanlar arasında olabilmek için dünyanın sayılı zenginleri, kontesler, lordlar biletleri adeta kapıştılar...

Geminin maksimum kapasitesi 3547 kişiydi ama kazanın gerçekleştiği seferde toplam 1.339 yolcu ve 885 mürettebat üyesi vardı.

Altıncı hissi kuvvetli olan 20 yolcu geminin güvenilir namına rağmen batacağından korktukları için gemi hareket etmeden önce biletlerini iptal etmişler.

Belfast’ta inşa edilen gemi, ilk seferinde İngiltere ve Fransa’ya uğradıktan sonra 10 Nisan 1912’de, toplamı 2224 yolcu ve mürettebat ile İrlanda’nın Queenstown limanından okyanusa açıldı. 14 Nisan akşamı telgrafla uyarıldı. Bölgede buz dağları vardı. Yolculuğun 5’inci gününde 14 Nisan 1912’de saat 23:30’da dev gemi bir buzdağına çarptı, buzdağı gövdede bir delik açtı.  5-6 kompartman suyla doldu. Kaptan Smith, 2 saatte batacaklarını tahmin etmişti. SOS verildi, kadın ve çocuklar filikalara bindirildi. Son filika yola çıktığında, yani 15 Nisan saat 02.05’te gemi suya gömüldü. Kaptan son ana kadar gemiyi terk etmeyerek tahliyeleri yönetmeye çalıştı ve o da sulara gömüldü. Ölümlerin çoğu buzlu suyun yarattığı şok ve donmadan kaynaklandı. Batması 3 saat sürdü. Kurtulanların çoğu 1’inci ve 2’nci sınıf kamara yolcularıydı. Gemide, üçüncü sınıftaki yolcuların bir ve ikinci sınıf yolcularıyla bir araya gelmesini, hastalık bulaştırmasını engellemek, rahatsızlık vermemelerini sağlamak için bir otomatik kilit sistemi vardı ve gece o sistem devreye sokuluyordu, kilitlenmişti ve bu kabinlerde kalan yolcuların üçte ikisi gemiyle birlikte suya gömüldüler...

Titanikteki 2224 kişiden kaza sonrası 710 kişi sağ kurtuldu. 1.514 kişi öldü. Öncelikle filikalara 1. ve 2.sınıfta yolculuk yapan kadın ve çocuklar ardından erkekler, kısmen 3. sınıf yolcuları bindirildi. 885 mürettebatın 212’si kurtuldu...bu arada, o can pazarında filikalara rüşvet alarak bindiren görevliler olduğu da açık kaynaklarda var...  
Filika sayısı mevcuda yeterli olmasa da yeterince can yeleği vardı ancak ölenlerin çoğu boğularak değil, -2 derecedeki su yüzünden (hipotermiden) öldüler.

Titanic'in batışı esnasındaki Wallace Hartley tarafından yönetilen sekiz üyeli orkestra, yolcuları sakinleştirmek ve daha iyimser tutabilmek için geminin birinci sınıf bölümünde toplanmıştı. Wallace Hartley diğer 7 orkestra üyesine kaçmaları için izin verdi ancak hepsi Hartley ile kaldı. Orkestra daha sonra ilerideki bot güvertesine geçti ve gemi tamamen batarken bile müzik çalmaya devam ettiler. Gemi battıktan sonra tüm orkestra üyeleri hayatlarını kaybetmiştir.

Orkestranın son çaldığı şarkının ne olduğu hususunda çok fazla spekülasyon ortaya çıkmıştır. Kanadalı Bayan Vera ***, orkestra tarafından çalınan son şarkının "Nearer, my God, to thee" (Tanrım sana daha yakın) olduğunu iddia etmiştir. 

Kazadan kurtulup hayatta kalanlar Titanic'in sahibi White Star Line şirketine 16 milyon dolarlık dava açtı. Bunun için cesed toplama/bulma gemisi tutuldu, ödeme yapılabilmesi için gemideki kişilere ait ceset, ya da giysi kişisel eşyanın kanıt olarak getirilmesi gerekiyordu...1.sınıftaki zengin milyarder yolcuların giysilerinde isim ve soyisimlerinin baş harfleri olduğundan o kişilerin cesed toplama gemisine alındığı, kimliği tespit edilemeyenlerin gemiye alınmayıp okyanusun sularına bırakıldığı haberleri de gerçekten kapitalizmmin vahşi yüzünü ortaya koymakta...Açılan davalar sonucunda White Star Line yalnızca 664.000 $ ödedi.
"Titan" Yunan mitolojisinde bir tanrı ırkına verilen isim...

38 yıl önce 1985 yılında Titanik'in enkazı Kuzey Atlantik okyanusunda okyanusun 12.500 fit derinliğinde bulundu.

Titanic enkazını ziyaret turu için üretilen Titan adlı denizaltı son günlerde gündemdeydi, Atlas okyanusunda dalış yaptıktan sonra kayboldu denizaltı...arama çalışmaları sürüyor....

1912'de batan Titanic Gemisinin enkazı son zamanlarda 3D taramalarla ortaya çıkarılmıştı.  

Titanik enkazına turist turları sunan firmaların bilet fiyatları 90.000 - 195.000 £'a (250.000 $) kadar çıkabiliyor. OceanGate Expeditions şirketi de, bu seferleri düzenleyen bir şirket.... Şirket Titanic'in enkazını yakından görmek isteyen turistler için üretilen Titan adlı bir denizaltı ile bu hizmeti vermekte...

OceanGate'in CEO'su Stockton Rush, daha önceleri CBC'ye yaptığı açıklamada, "Titan, Titanic'in derinliğine ulaşabilen dünyadaki tek beş kişilik denizaltıdır, her şey dokunmatik ekranlar ve bilgisayarlarla yapılır, bu da aracın bir parçası olduğunuz anlamına gelir." dedi.

2021'de OceanGate Titanik'in enkazını ziyaret etmeleri için Titan'da ücretli turistler almaya başladı. 2022 itibariyle, Titanik gemi enkazına bir OceanGate seferinde yolcu olmanın bedeli kişi başı 250.000 ABD dolar...

Ve Haziran 2023... 
Titanic'in enkazını ziyaret etmek isteyen turistler için üretilen denizaltı Atlantik Okyanusunda tura çıkar ve bir süre sonra bağlantı kesilir, iletişim kurulamaz, kaybolur. 

Yaklaşık 96 saatlik oksijen kaynağıyla yola çıkan ve yolculuk esnasında bağdağ kurarak daracık mekanda oturan, yolculuk süresinin 2,5 saat öngörüldüğü Titan isimli denizaltının, "Polar Prince" adlı gemiyle iletişimi, dalıştan 1 saat 45 dakika sonra kesilmiştir.

Kurtarma ekipleri arama faaliyetlerine başladılar. Arama operasyonu devam ederken 22 haziran perşembe günü, kayıp Titan denizaltısının Titanic gemi enkazının yakınında patladığının/ parçalandığının tespit edildiği bilgisi verilir.

Denizaltında bulunanların tamamının öldüğüne inandıklarını belirten ABD Sahil Güvenlikten bir Tuğamiral, turistik denizaltının enkazını, 121 yıl önce batan Titanik'in pruvasına 488 metre uzaklıkta ve yüzeyden 4 kilometre derinlikte bulduklarını kaydetti.

Denizaltı uzmanı Paul Hankin de enkazın 5 parçaya ayrıldığını, bunun "olayın ne kadar feci olduğunun ilk göstergesi" olduğunu ifade etti.

Evet; Titan, Titanik gemi enkazı alanına yapılan bir yolculuk sırasında bir patlama ile parçalanır, şirket kurucusu Stockton Rush da dahil olmak üzere denizaltıdaki 5 kişinin hepsi ölür. OceanGate şirketi denizaltısına hizmet verecek veya onu kurtaracak donanıma sahip olmadığı için uluslararası bir arama kurtarma operasyonu başlatıldı. 22 Haziran'da enkaz, Titanic enkaz alanının yakınında deniz tabanında bulundu. OceanGate Titan'ın basınç odası, uzaktan kumandalı bir araç (ROV) tarafından deniz tabanında Titanik'in pruvasından yaklaşık 1.600 fit uzakta, diğer enkazların arasında bulundu.

Denizaltında bulunan OceanGate Expeditions'ın kurucusu ve CEO'su Stockton Rush, İngiliz milyarder Hamish Harding, ünlü Fransız dalgıç Paul-Henri Nargeolet, Pakistanlı iş adamı Sahzade Davud ve 19 yaşındaki oğlu Süleyman, parçalananTitan'da olan ve ölen kişiler.
Süleyman'ın teyzesi, Titanik denizaltısında ölen Pakistanlı milyarderin genç oğlunun seyahate çıkmak istemediğini, babalar günü olması münasebetiyle babasını kıramadığı için kabul ettiğini söylüyor...
Titan denizaltısında yer alan isimlerden OceanGate CEO'su Stockton Rush'un eşi Wendy Rush'ın, 1912'deki Titanic kazasında ölen Isidor Straus ve eşi Ida Straus'un  torunu olduğu da ortaya çıktı.

ABD Sahil Güvenliği, enkazın yakınında "feci bir patlamada" kaybolan Titanik denizaltısındaki beş yolcunun cesetlerinin Atlantik'ten asla bulunamayacağını söyledi.

Koltuk başı 250.000 $'lık seferi yöneten özel şirket OceanGate, The Independent'a yaptığı açıklamada , gemideki beş yolcunun artık öldüğüne inanıldığını doğruladı.
"Tanrı'nın bile batıramayacağı gemi"  (!) olan Titanic  ilk seferini yaptığında ancak 5 gün yüzebildi ve Atlas okyanusunun dibini boyladı, 4000 metre derinliğe battı...

Nemrut, Allah ile savaşmak için bugünkü turist gezdiren balonlar gibi kartallara bağlattığı sepet ile göklere yükselir, gücüne, kudretine, zenginliğine güvenen, zayıf ve fakirleri hor gören bir kibir ile büyüklenmiştir...nihayetinde burnundan giren bir topal sinek  helakine sebep olmuştur.


Hani Covid-19' da ilmine teknolojisine, gelişmişliğine güvenen, dünyaya hakim olduğunu sıranın uzay keşiflerine geldiğini göstermeye çalışan çağımız  insanını alt etti, iki sene evlerine hapsetti ya !

Yunus Emre meşhur şathiyesinde ne diyor:
"Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu"

O çok güvendiğin şey, hiç kimse bir şey yapamaz dediğin şey her ne ise; gün gelir küçük gördüğün veya önemsemediğin başka bir şey ile rastlaşır da seni de güvendiklerini de alaşağı eder, helak eder.

Yunus Emre’nin “ben de gördüm tozunu” dediği gibi, kartallarla uçan Nemrud'u bir topal sineğin alaşağı ettiği gibi; "Tanrı'nın bile batıramayacağı gemi"  denilen Titanic adlı çelik yığınını yine su, yâni önemsenmeyen, mukavemet ve sertlik/dayanıklılık açısından çelikle mukayese bile edilemez suyun donmuş hali buz delip batırıverdi işte, yahut Titan denizaltısı derin okyanusta suyun basıncına dayanamadı ve infilak etti parçalandı işte !

Kartal iken tozlara bulaşmış mağrurların o güvenen hallerinden eser kalmış mıdır bu neticeleri görünce...

Evet Yunus baba, "biz de gördük tozunu billahi !"

Titan denizaltısına dönecek olursak; ancak bağdaş kurarak oturulabilecek daracık bir araç (Titan denizaltısı) ile okyanusun altında 4000 m derinliğe 2.5 saatlik seyahat turuyla inip enkazı görmek nasıl bir hissiyat acaba, hem de kişi başı 250.000 dolar ödeyerek...

Konu ile ilgili haberlere yapılan yorumlardan bir kaçı dikkatimi çekti:

"Allahım böyle bir serveti bu akıl ile birlikte verme."...

"250 bin dolara ahirete bilet aldılar."...

"Peygamber Efendimiz Tebük Seferi’ne giderken Lut Kavmi’nin helak edildiği bu bölgelerden geçiyor. Sahabiler yorgun-argın, kıt kanaat imkanlarla yolculuk yapıyorlar. Bu bölgede konaklanıldığında buralardaki su kaynaklarından, kuyulardan su temin ediyorlar. O sularla ellerinde bulunan undan hamur yapıyorlar. Efendimiz -aleyhissalatü vesselam- hadiseden haberdar olunca derhal o bölgeyi boşaltmalarını emrediyor. Ve oradan aldıkları suları dökmelerini, o sularla yaptıkları hamurları da boşaltmalarını istiyor. Sebebini de “Buraya Allah’ın laneti yağmıştır. O lanetin izleri hala bulunmaktadır, diye açıklıyor."

"Peygamber Efendimiz Semûd kavminin helâk olduğu Hicr mevk­iinden geçerken, Allâh Resûlü ashâb-ı kirâma: "Burası kaçılacak bir vâdidir !” buyurdular. Ardından:"Kendilerine zulmedenlerin yurduna ağlayarak girin. Yoksa onların başına gelenler sizin de başınıza gelebilir.” buyurdular. Sonra başlarını örterek o bölgeyi hızlı geçtiler. Oradan alınan suları dök­türdüler. İsraf husûsunda çok titiz olmalarına rağmen, bu su ile yapılmış olan hamurları da at­tırdılar." 

Evet,  ne kadar doğru...111 yıllık batık geminin çürümekte olan enkazını okyanusun 4000 metre altına gidip görmek ne kazandıracaktı bu milyarderlere...Tanrı'nın gazabının isabet ettiği "Tanrı'nın bile batıramayacağı gemi"  batmıştı işte sonuçta değil mi ?

Yukarıda da ifade edildiği gibi, Nemrud da Allah'a meydan okumuştu değil mi ?

Nemrud'un burnundan başına giren bir sivrisineğin sebep olduğu şiddetli ağrılar yüzünden sürekli olarak kafasını tokmakla dövdüren Nemrud sonunda büyük bir acıyla bağıra bağıra ölmüştür.

Elindeki nimet, güç yahut imkân içün 'bunun hiçbir zaman yok olacağını sanmam' (Kehf sûresi, 35) diyerek üstünlüğe yeltenenlerin hâli ve sonları ne kötüdür (*), yukarıdaki hikâyelerde de görüldüğü üzere !

Ne demiş irfân ehli:
"Mâla mülke mağrûr olma deme var mı ben gibi
Bir muhâlif rüzgâr eser savurur harman gibi"

İbret alacak ne çok şey var değil mi, boş gözlerle bakmayana !

Ez cümle siz siz olun kartallığınıza sakın ha güvenmeyin, bir sinek gelir, tozunuzu attırır vallahi ve billahi...
__________
(*)Kehf sûresi 32-44.âyetler:

32. Onlara şu iki adamı örnek ver: Onlardan birine iki üzüm bağı vermiş, bağların çevresini hurmalarla donatmış, ikisinin arasına da bir ekinlik koymuştuk.
33. Her iki bağ da meyvelerini vermiş ve ürünlerinden hiçbir şeyi eksik bırakmamıştı. Bu iki bağın arasından bir de nehir fışkırtmıştık.
34. Derken onun büyük bir serveti oldu. Arkadaşıyla konuşurken ona dedi ki: "Benim malım seninkinden daha çok. Adamlardan yana da senden daha üstünüm."
35. Derken kendine zulmederek bağına girdi. Şöyle dedi: "Bunun sonsuza değin yok olacağını sanmıyorum."
36. "Kıyametin kopacağını da sanmıyorum. Rabbime döndürülsem bile andolsun bundan daha iyi bir sonuç bulurum."
37. Arkadaşı, ona cevap vererek dedi ki: "Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah'ı inkâr mı ediyorsun?"
38. "Fakat O Allah benim Rabbimdir. Ben Rabbime hiç kimseyi ortak koşmam."
39,40. "Bağına girdiğinde 'Mâşaallah! Kuvvet yalnız Allah'ındır' deseydin ya!. Eğer benim malımı ve çocuklarımı kendininkilerden daha az görüyorsan, belki Rabbim bana, senin bağından daha iyisini verir. Seninkinin üzerine de gökten bir afet indirir de bağ kupkuru ve yalçın bir toprak hâline geliverir."
41. "Ya da suyu çekiliverir de (bırak bir daha bulmayı) artık onu arayamazsın bile."
42. Derken bütün serveti helâk edildi. (Yıkılmış) çardakları üzerine çökmüş hâldeki bağına yaptığı harcamalar karşısında ellerini oğuşturuyor ve şöyle diyordu: "Keşke Rabbime hiçbir kimseyi ortak koşmasaydım.."
43. Onun, Allah'tan başka kendisine yardım edebilecek kimseleri yoktu. Kendi kendini kurtaracak güçte de değildi.
44. İşte bu durumda velayet (himaye ve koruyuculuk) yalnızca hak olan Allah'a mahsustur. O'nun mükâfatı da daha hayırlıdır, vereceği sonuç da daha hayırlıdır.

20 Haziran 2023 Salı

Dışı sükût derûnu mahşer...

Whatsapp ile Paylaş

 

Kim hak ettiğinden fazla olur ise pâyedar
Pâye ile şımarır da aslını eder pâymal
Kimini küçük düşürür pâyenin büyüklüğü
Kimini belâya sokar ahlâkta düşüklüğü
Her kimki bilmez kadrini insanlık pâyesinin
Dışı sükût eder de derûnu mahşerdir zâhir

19 Haziran 2023 Pazartesi

Hikâye: "Kötülere iyilik etmek, iyilere kötülük etmek gibidir."

Whatsapp ile Paylaş

Yazıyı sesli dinleyin...

Sadi Şirazî'nini meşhur eseri "Bostan ve Gülistan"dan ibretlik bir hikâye, buyrunuz:

Bir takım haramiler bir dağ başında yerleşmiş, kervanın yolunu kapatmışlardı. O civardaki memleketlerin ahalisi onların hilelerinden korkmuş, üzerlerine giden hükümet askeri de yenilmiş idi. Çünkü sarp, varılması müşkül bir dağ başını ele geçirmişler ve orasını kale gibi kendilerine
sığınak edinmişlerdi. O taraflardaki memleketlerin büyükleri bunların mazarratını def için istişare ettiler ve :
-Bu taife bu hâl üzere biraz daha kalırsa artık onlar ile başa çıkılmaz, dediler.

Yeni kök salan bir ağacı bir adam zorlanınca yerinden çıkarabilir; fakat o ağacı bir zaman hâli üzere bırakırsan  birçok pehlivanlar getirsen dahi onu kökünden koparamazsın. Pınar başını bel ile kapatmak mümkündür. Su çoğalınca, fil ile dahi geçilemez.!

İstişare neticesinde bir gözcü gönderip fırsat gözetmeğe karar verdiler.

Gözcü bunlan gözetliyordu; nihayet bir gün bunlar bir kavmin üzerine sürmüş, gitmiş ve yerleri boş kalmıştı. 
Gözcü geldi, haber verdi. Derhal bir takım başından işler geçmiş, cenklerde bulunmuş yiğitler gönderdiler. 
Bu yiğitler dağdaki hendeklerde saklandılar. 
Nihayet gece oldu, hırsızlar döndüler, uzak yerlere gitmişler, ganimet getirmişlerdi. Silâhlarını çıkardılar. Ganimet eşyasını bir tarafa koydular.

Bunların başına ilk hücum eden düşman, uyku idi.

Çörek şeklindeki güneş batmış, karanlığa girmişti. Sanki Yunus peygamberi balık yutmuştu.

Gece, üç saat kadar bir zaman geçince yiğitler pusudan çıktılar, onların ellerini arkalarına bağladılar.
Sabah vakti padişahın huzuruna getirdiler. Padişah bunları görünce hepsinin katline ferman buyurdu.

Nasılsa bunların aralarında henüz gençliğin ilk çağlarında bir delikanlı vardı. Henüz başlıyan gençliğinin meyvası yeni yetişmişti. 

Vezirlerden birisi padişahın tahtının ayağını öptü, şefaat yüzünü yere koydu ve:
-Bu çocuk hayat bahçesinden henüz meyva vermemiş, yeni başlıyan gençliğinden bir fayda görmemiştir. Onun kanını bağışlamakla bendelerinin minnettar buyurulmasını efendimin kerem ahlâkından rica ederim, dedi.

Padişah bu sözden yüzünü ekşitti, bu söz onun yüce reyine muvafık gelmedi ve şöyle dedi:
-Soysuz kimse iyilerin terbiyesini alamaz. Kabiliyetsiz kimseyi terbiyeye çalışmak kubbe üzerinde ceviz durdurmak gibidir.
Bunların çoluk çocuklarını, kavim ve kabilesini kesmek daha mâkûl; köklerini, temellerini kazımak, çıkarmak daha iyidir; çünkü ateşi söndürüp korunu bırakmak, yılanı öldürüp yavrusunu muhafaza etmek akıllıların işi değildir.
Bulutlar âb-ı hayat yağdırsâ dahi söğüt dalından asla meyva yiyemezsin. Soysuz kimse ile vaktini geçirme; çünkü hasır kamışından şeker yiyemezsin.

Vezir, bu sözü dinledi, ister istemez beğendi; padişahın güzel reyini takdir ile "hakikaten böyledir" diye tasdik etti ve:
-Allah mülkünü daim etsin, padişahın  buyurduğu mahzı hakikattir, dedi.
Ancak eğer bu çocuğun o kötülerle arkadaşlığı devam etseydi onların  terbiyelerini alacak ve onlardan birisi olacak idi.
Halbuki o henüz çocuk denecek kadar gençtir. O güruhun isyan ve tuğyanından ibaret huylar onun tabiatında henüz yerleşmemiştir. Ümit ederim ki iyilerle bir arada bulunarak güzel bir terbiye alır ve akıllı insanların ahlâkını benimser.
Peygamberimizin bir hadisinde: "Ne kadar doğan çocuk varsa müslüman yaratılışı ile doğar; fakat ebeveyni onu hali fıtrîde bırakmıyarak yahudi, nasranî veya mecûsî yaparlar" buyurmuştur.
Hazreti Lût’un zevcesi (Musahhah nüshada: Nuhun oğlu) kötülerle arkadaş olduğu için hanedan-ı nübüvvetten olmak şerefini kaybetti. Halbuki Ashab-ı Kehf'in köpeği birkaç gün iyilerin arkasına düştü, insan şerefi kazandı.

Vezir bunu söyledi ve padişahın nedimlerinden bir takımı da şefaat hususunda ona yardım ettiler.

Nihayet padişah:
-Doğru bulmadım ama hadi affettim, dedi ve sözüne şöyle devam etti:
-Bilir misin Zal kahraman Rüstem'e ne dedi? Dedi ki:
-Düşmanı ehemmiyetsiz, âciz saymak doğru değildir; çünkü çok gördük ki küçük bir kaynağın suyu çoğaldıkça deveyi yüküyle beraber almış götürmüştür! 

Hülâsa vezir çocuğu aldı, evine götürdü. Naz ve nimetle besledi, terbiyesi için edib bir üstad tâyin etti.
Ona, güzel konuşmayı, güzel cevap vermeyi, padişahın huzurunda bilinmesi lâzım gelen her türlü âdabı öğrettiler. Çocuk pek iyi yetişti ve herkes artık onu çok beğeniyordu.

Bir gün vezir padişahın huzurunda çocuğun ahlâkından, evsafından biraz bahs ile:
-Akıllı insanların terbiyesi ona tesir etmiş, eski cehaleti tabiatinden zail olmuştur, dedi.

Padişah bu sözü işitince gülümsedi ve şöyle dedi:
-Kurt yavrusu, insanlar arasında büyüse de, sonunda kurt olur.

Bunun üzerine bir iki yıl geçti-oğlan büyüdü-mahalle çapkınlarından bir takımları o hırsız oğlana yanaştılar.

Onunla arkadaşlığa karar verdiler. Oğlan bir fırsat düşürdü, veziri iki oğlu ile birlikte öldürdü. Bitmez, tükenmez parayı, malı kaldırdı, hırsızlar mağarasında babasının yerine geçti, oturdu; âsi oldu.

Padişah bu vak’ayı işitince hayretinden ellerini dişleriyle ısırdı, şöyle dedi:
-İnsan kötü demirden nasıl iyi kılıç yapar? Ey Akıllı zat bilmiş ol ki alçak kimse terbiye ile adam olmaz.
Misâl istersen yağmura bak ki, yağmurun tabiatı lâtif, temiz olduğundan ihtilâf yoktur; böyle olmakla beraber, yağan yağmurun tesiriyle bahçede lâle, çorak yerde çerçöp biter. Çorak yer sümbül bitirmez. Boş yere orada ümit tohumu ekip zayi etme. Kötülere iyilik etmek iyilere kötülük etmek gibidir.(*)
Hikâye edilen yukarıdaki husus bugün de cari değil mi ? Yaşadığınız çevreye şöyle bir bakınız...
"Merhametten maraz doğar" sözünü boşuna dememiş akiller !

kötüler de var, kötü de var, kötülük de var
kötülere kötü diyemeyenler var
kötülere göz yumanlar var
kötülere teslim olanlar var
kötüleri alkışlayanlar var
kötüleri destekleyenler var
kötülere omuz verenler var
kötüleri besleyenler var
kötülerden geçinenler var
kötülükten geçinenler var
kötünün iyisini seçenler var
kötüyü iyi göstermeye çalışanlar var
kötüyü kullanan iyi(!)ler var
kötüye kötülüğü yakıştıramayanlar var
kötülüğe çanak tutanlar var
kötüye yanak uzatanlar var
kötüye muhabbet duyanlar var
kötüye el uzatanlar var
kötü bana dokunmasın bin yaşasın diyenler var
kötüye razı olup Allah beterinden korusun diyenler var...

Rabbimiz Nûr sûresi (21.âyet)'nde buyurur:
"Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilin ki o, ısrarla hayâsızlığı, çirkin ve kötü işleri yapmayı emreder. Eğer üzerinizde Allah’ın lutfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiç kimse ebediyen temize çıkamazdı. Ancak Allah dilediği kullarını temize çıkarır. Allah her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir."
__________
(*)Kaynak:Bostan ve Gülistan, Ş.Sadi Şirazi,Tercüme: Kilisli Rifat Efendi

18 Haziran 2023 Pazar

Bu adam benim babam...

Whatsapp ile Paylaş

O adam benim babam 
Sekiz köşe kasketiyle 
Omuzunda sakosuyla heeyyy! 
Ahh
O adam benim babam 
Sekiz köşe kasketiyle 
Omuzunda omuzunda sakosuyla hey hey hey hey hey heeeey! 

Cebinde yok parası 
Bafra'dır cigarası 
Yüreğindedir, ciğerindedir yarası yarası 
Altı çocuk büyütmüş 
Gariban maaşıyla 
O adam, ahh o adam 
O adam gibi adam benim babam benim babam benim babam 
Hey hey heeyyy! 

Ağlama benim babam 
Ağlama naçar babam 
Kara gün geçer babam hey! 
Bir kapıyı kapayan 
Gene açar babam 

Ağlama benim babam hey! 
Ağlama mazlum babam 
Ağlama naçar babam 
Kara gün geçer babam hey! 
Bir kapıyı kapayan 
Gene açar babam 
Allah büyük babam hey! 

Bu adam benim babam 
Derdi dağlardan büyük 
Çaresiz (biçare), beli bükük hey! 

Bir gün olsun gülmemiş 
Rahat nedir bilmemiş 
Gözyaşını silmemiş 
Bir lokma ekmek için 
Kimseye eğilmemiş 
Bu adam benim babam hey! 

Benim babam mert adamdı 
Mangal gibi yüreği 
Yufka gibi kalbi vardı 
Hayatım boyunca o'na özendim 
Fedakardı 
Bir dikili ağacı olmadı belki 
Ama kendisi 
Onuruyla yaşayan koskoca bir çınardı

 Üstümdeki kol kanat 
Sırtımı yasladığım dağ gibiydi 
Ben babamın oğluyum 
Tepeden tırnağa Anadolu'yum


17 Haziran 2023 Cumartesi

Âlem-i hayât, âlem-i hayâl...

Whatsapp ile Paylaş
"Bir gün gelir bu âlem-i hayât âlem-i hayâl olur
Dehrin nesi varsa cümle pâymâl olur
Her demi zevk ile geçen eyyâmın
Âhir encâmı firkat ü melâl olur."
                                           (Osman Hulûsi Efe.)

16 Haziran 2023 Cuma

Kendime sorular !

Whatsapp ile Paylaş

Kendimle sohbete tutuştum, ben bana dedimki:

-sen hiç;
görmeden gören
duymadan duyan
konuşmadan söyleyen
gitmeden giden
yatmadan uyuyan
yemeden doyan
terazisiz tartan
gördün mü ?

-hayır !

-kediler var ya ! kulakları ile görüyorlar, sesleri referans ses olarak hafızaya bir kez kaydedince, gözü kapalı mevzuyu görüyorlar...sen; ya ilmini ve idrakini, firaset ve basiretini artır, ya da kedileri izle biraz, tercih sana kalmış, sen bilirsin !

-peki;
yolsuza yol
elsize el
gözsüze göz
ayaksıza ayak
akılsıza akıl
aşsıza aş
başsıza baş
yuvasıza yuva
dertliye derman
imkânsıza ferman
ıraktakine kurban
oldun mu ?

-belki, kısmen !

-sen; okuduklarını bir daha oku, ama iyi "Oku !"...."insan" kime derler, iyice  bir anla !...el ayak, iki göz iki kulak, bir de ağızdan ibaretmiymiş değilmiymiş, düşün !....dünyana biçtiğin değer şu mu ?...ye, iç, süslen, eğlen; mal-mülk evlat sahibi ol; ömrünü tamamla ve öl, toprak ol !...yapıp ettiklerin yanına kâr kalıyor, hem kime ve niçin hesap verecekmişsin...öyle mi ?

Kendim, kendimin cehâlet ve vurdumduymazlığıma şaştım kaldım !

Üstelik bir de akıllı geçiniyordum...

Vesselâm...

15 Haziran 2023 Perşembe

Distopik bir düş...

Whatsapp ile Paylaş

Yazıyı sesli dinleyin...

bir diyar gördüm düşümde:

bilgeden çok bilgiçlik taslayanı, bilgiliden çok malumatfuruşları vardı...

bilimciden çok filimcileri, san'atkârdan çok oyunbâzlar sahnedeydi...

değer üretenden çok değerlerden geçinenler, üreticiden çok pazarlamacılar revaçtaydı...

bostandan çok bostan korkuluğu, mütevazıdan çok kibirlileri alkışlanıyordu...

mektepliden çok diplomalıya, alaylıdan çok alaycı soytarı güruha talep fazlaydı...

ip cambazları, eşik palazları, ateşi yalayan ateşperestler, midesine ateş dolduran haramzâdeler makâm makam, mekân mekân dolaşmaktaydı...

füze ile uçanlar, kağıt uçakla uçtuğunu sananları sollayıp havalarını atmaktaydı...

ekmediği yerden biçenler, rençberlere tepeden bakıp burun kıvırmaktaydı...

kifayetsiz muhterisler, el etek öpme yarışındaydı...

tezgâhlarda, arkası kalın tenekelere yafta dokunmaktaydı...

içi kof dışı cafcaflı, alkış ve pohpohla besililer, müesses nizamın ve düzenin hakimiydi...

ve 

adım başı denk gelinen kırıntıcılar el pençe dolaşıyorlardı etraflarında...
meğer bu diyarın;
semâlarında leş kargaları, ebabiller,  akbabalar sürüsüyle uçarmış...

ileri gelenleri; gökdelenlerden uzanır, bulutların arasından yıldızları toplarmış...

meğer bu diyarın; cemaate hasret süslü namazgâhları, pazarlarında gezinen dışı kerli ferli içi kof kallavileri varmış...              

esnafının terazileri eksik tartar, kasaları fazla yazarmış...

köle ve cariyeler senetsiz sepetsiz alınır-satılır, elden ele dolaştırılırlarmış...

çalışana salak gözüyle bakılır, uyanıklara madalya takılırmış...

tamtakır kalmış bomboş kütüphanelerinde fareler cirit atar, kedileri seyre dalarmış... 

berduşu, ayyaşı, paydaşı kımıl gibi bulvarlarda gezinir, kaldırım ölçerlermiş...

yağcısı, yalakası, çokca kel alakası boruları öttürüyormuş...

sahtekârı, hilekârı, dolandırıcılarının tıklım tıklım doluştuğu, mahkeme salonları meşhurmuş...

hırsızı, arsızı dimdik yürüyüp beyfendi gibi itibar görüp gezerken; müştekileri, davacıları, iki büklüm köşelerde kala kalırlarmış...

bahil, hasis ve tamahkârlar külçe mücevherat ile, müeddeb muhlisler toprak ile haşr ü neşr imiş...

ateşbâzlık moda imiş, yanmaktan hoşlaşılır, yanmakta yarışılır, daha iyi yanana gıpta edilirmiş...
sordum: neresi burası
dediler: hiç soru sorma, yelkenler fora, haydi git yoluna !
bindim ceviz kabuğu kayığıma, vira vira, yelkenler fora, sancak alabanda...
bülbüllerin ötüşü ile uyandığımda: "çok şükür, düş görmüşüm, gerçek değilmiş, distopik düşmüş" demişim...

14 Haziran 2023 Çarşamba

Vaktin de hırsızları var...

Whatsapp ile Paylaş

Yazıyı sesli dinleyin...

Her dünya mahluku için bir gün 24 saattir...

Zamanı hiç şaşırmayan ay 28 günlük çizelge ile hilal dolun, güneş günlük doğuş batış, gece-gündüz halinde 24 saatlik vakit dilimlerini adeta hatırlatır, saniye sekmeden !

Mevcûdat bu düzene hep uyar, gece vardiyasında çalışan canlı gündüz uyur, gündüz çalışanı da gece...yarasa gececil, güvercin gündüzcüldür meselâ...insan dışındaki canlılar vakti yerli yerince kullanılırlar...

Mes'elâ, horoz zamanı gelince şafak vakti öter ! (her ne kadar vaktinden erken öten horoz kesime gitse de, istisnâdır)...Ayı kışı uykuda geçirir !

Ya insan, "özgürüm" dilediğimi dilediğim zaman yaparım/yaşarım diyen insan !

Bilim ve teknoloji üreten, insanlığa katkı sağlayan mucitler, ciltler dolusu kitap yazanlar, vakıflar dernekler, cemiyetler kurarak hayır ve iyilik yapan, han, hamam, kervansaray, çeşme, köprü,  inşa edenlerin de her günü 24 saat değil mi ?

Vakti harcayan ile vakti tasarruflu kullanan arasındaki fark, zaman ilerleyince ortaya çıkıyor !

Ne çok vakit ayırıyor toplum; televizyon dizilerine, başı boş ve amaçsız internet gezintilerine, dedi-koduya, lâubâlî sohbetlere...değil mi ?

Hani boş lakırdı ile vakit öldürme meclisi arayıp, oturunca kalkmayı bilmez boş beleş kişilerin "eeee, daha daha nasılsınız" diye, fındık kabuğunu doldurmayan lâf ü güzaf ile sözü uzatma çabaları yok mu ?

Yahyâ Kemâl ne hoş demiş:
"Elhan duyulmadıkça belâgat giran gelir
  Lâf ü güzaftan mütehassıl kesel gibi"

Kul hakkı, insan hakkı umurunda olmayan, kendinden özgeye saygısı olmayan şeyler ne kadar çoğaldı, öyleki;  bilgeden çok bilgiç, bilgiliden çok malumatfuruş, bilimciden çok filimci, san'atkârdan çok oyunbâz, üreticiden çok pazarlamacı, mütevazıdan çok kibirli, mektepliden çok diplomalı, alaylıdan çok alaycı, değer üretenden çok değerlerden geçinen, dışı cafcaflı içi kof, insandan çok insansı var etrafta... ve malesef adım başı denk geliniyor !

Lâf ü güzaf içün gereksiz vakit  harcama ve vakit israfı aslında gerekli meşgalelerden vakit çalmak, ömürden ve sayılı nefesi boşa harcamaktan başka bir şey değil !

"Ya hayır söyle ya sus, boş işlerden yüz çevir" düsturlarını ilke edinmek varken !

Bu yüzden asli işlere ya da kişilere tahsis edilmesi gereken vakit israf edilirken, vakit hırsızına da kapı aralanır, hatta ardına kadar açılır !

Vakti planlı yaşamak ve fayda üretmek için vakit hırsızlarına vakti kaptırmamak gerek...

Çünkü boşa harcadığımız her bir saniyenin bile önce kendimize, sonra çevremize karşı bir ihanet olduğunu, bunun da sorumluluğunun olduğunu unutmamak gerek !

Değilse, keşkeler, ah vahlar ve dövünmelere başlar insan, geçti Bor'un pazarı hikâyesini döner bir daha bir daha okur !

Bir görüşme için bile muhatabın vakit ayırıp ayıramayacağına dair izin istemek yerine, keyfe keder babından çat kapı, damdan düşer gibi çene çalma talepleri, yekdigerinin vaktine tecavüz, gasp, vakti çalmak değilse nedir mes'elâ ?

Her şeyin bir vakti var...Her şey ve kese vakit planlı bir şekilde tahsis edilmeli...işte o zaman vakti/nefesi/ömrü hoyratça harcamaktan kurtulur insan. 

Gerekli iş ve kişilere ayrılması gereken vakti gereksiz iş ve kişiler için harcamaz, vakti verimli ve tasarruflu kullanır... vakit, vakit hırsızlarına kaptırılmaz...

İsraf edilecek vakti olmadığını hatırından çıkartmamalı insan, o vakitlerde neler yapabileceğini, neler üretebileceğini hesap etmeli,  kendine ve insanlığa katkıda bulunabilmek için sayılı nefesi doğru kullanmalı insan, değil mi ? 

Ya öğreten ol, ya öğrenen ol, ya (bunları) seven ol, ya dinleyen ol, beşincisi olma, helak olursun.” (Hadis-i Şerif)

Vaktin hırsızı var da ömrün yok mu ?
Ömür törpüsü...
Olmaz olur mu...

Vakitler hayr, işleriniz âsân ola efendim...

13 Haziran 2023 Salı

Bostan ve Gülistan'dan hikâyeler- 2

Whatsapp ile Paylaş
Dara ve At Çobanı Hikâyesi

Daranın bir sürek avında askerlerinden uzaklaşıp ayrı kaldığını duy­dum. 
Bir at çobanı, koşarak ona doğru ilerliyormuş. Adamı tanımayan Daranın kalbine kuşku düşmüş ve kendine; 
“Bu gelen, düşmanlarından biri olsa ge­rek. Yanıma varmadan okumla onu öldüreyim.” demiş. 
Yayını germiş, okunu hazırlamış, biraz daha yaklaşsın diye beklemeye koyulmuş.

Bunu gören çoban uzaktan seslenerek; 
“Ey İran’la Turan’ın şahı, ey ulu Dara; kem gözler senden ırak olsun. Ben düşman değilim. Efendimin atlarını besleyen basit bir çobanım ve işim yüzünden buradayım.”

Haykırışları duyan Dara rahatlamış ve gülerek; 
“Hey düşüncesiz adam, sana mübarek bir melek yardım etti. Yoksa öldüğün gün, bugündü.”

Çoban da gülerek karşılık vermiş; 
“İnsan iyiliğini gördüğü efendisine hiç kötülük düşünür mü? Haddimi aşarak size, doğru yolu göstermek ve bu bağ­lamda öğüt vermek istiyorum. Dostuyla düşmanını ayıramayan sultan, acizdir. Büyükler, küçüklerini bilmeli. Siz, beni sarayınızda defalarca gördünüz; atla­rı, meraları sordunuz. Şimdi ben muhabbet ve hürmetle geliyordum yanınıza. Ancak siz beni tanımadınız. Oysa ben, şu yüzlerce at içinde istediğiniz özellik­teki atı hemen bulup çıkarırım. Demek ki çobanlık, akıl-fikir işidir. Siz de be­nim gibi olun, sürünüzü iyi tanıyın, onları her türlü tehlikeden koruyun.”

Bu öğütler Dara’nın çok hoşuna gitmiş ve hemen oracıkta çobanı ödüllen­dirmiş.

Utanmış kendinden ve içinden; 
“İnsan, bu öğütleri kulaklarına değil, kalbine yazmalı. Bir ülkede hükümdarın tedbiri, çobandan daha aşağı olursa, oranın yıkımıyla kırımı yakındır.” diye geçirmiş.
Bağdat’ta Yangın Hikâyesi

Bîr gece halkın yanık bağrından çıkan ah ateşinin, Bağdat’ın yarısını küle çevirdiğini duydum. O anda adamın biri ellerini havaya kaldırıp Allah’a şöy­le dua etmiş; 
-“Çok şükür, bu yangın dükkanıma zarar vermedi.” 

Yoldan geçen bir ulu kişi, adamın niyazını işitince onu uyarmak istemiş; 
-“Ey bilgisiz adam, sen yalnız kendini mi düşünürsün! Koca şehrin yansı yanıp küle dönmüş, sense dükkânının kurtulduğuna seviniyorsun, öyle mi! İnsanların açlıktan ka­rınlarına taş bağladığını gören birisi, taş yürekli değilse, ağzına bir lokma ata­maz. Yoksulların açlıktan kan tükürdüğünü gören bir zengin, ağzındaki lok­mayı ne yüzle çiğner! Hasta sahibi sağlıklıdır diye düşünme, çünkü hastasının derdiyle kıvranmaktadır, Merhametli yolcular konak yerlerine vardıklarında, geride kalan dostları gelmedikçe uyumazlar. Diken taşıyan kişinin eşeği çamu­ra saplandığı zaman padişahların gönlü bundan muzdarip olur.”

Mutlu olmak isteyen irfan sahibi kimseye Sadi’nin şu sözü yetişir. Dinler­sen sana da Öğüt vereyim; 
“Diken ekersen, gül biçemezsin”
Gönül Rızası

Saltanattan daha yüksek bir makam olamaz, deme; zira yücelttiğin ma­kam, fakirin derecesinden daha üstün değildir.

Yükü hafif insanlar, rahat yü­rürler. Sözün doğrusu budur. irfan sahipleri de bunu böyle kabul ederler. 

Eli boş kimse, sadece ekmek kaygısı çeker; padişahsa çok geniş ülkelerin idare­sini.

Yoksulun akşama ekmeği varsa, gece Şam hükümdarı gibi rahat ve hu­zur içinde uyur.

Kaygı da geçer, sevinç de. Yeter ki ölmeyegörsün insan. İster başında taç, ister boynunda vergi; sonun toprak olduktan sonra ne fark eder! 

İster zengin­lik içinde yıldızlara değsin başın, ister yoksulluk çekip zindanlarda çürüsün gövden; ölüm kapısından girdikten sonra her şey biter; bütün insanlar o gün varlıkla yoklukta eşit olur. 

Ecel, başa gelince; insan, tanınmaz olur. Bilene, pa­dişahlık başa beladır. Dilencinin görünüşüne aldanma, gerçek padişah odur.
İyilik-Kötülük

İyi işli kimseye, kötülük uğramaz; kötülük edenin yoluna, iyilik bulaş­maz. 
Kötülük düşünen baş, kötü yol tutar; akrep gibi deliğinde fazla durmaz. 
İçinde iyilik düşüncesi yoksa; ha sen, ha taş, farkın olmaz! 
Güzel huylu dos­tum, kötüyü taşa benzetmekle hata yaptım. Çünkü taşın, demirin, tuncun bile faydası var. 
Böylesi kötülerin ölmesi iyidir, bırak gebersin. 
Her insan, hayvan­dan iyi ve değerli olamaz. 
Kötü bir insandansa, vahşi hayvanla yaşamayı yeğ­lerim. Çünkü kötü insanlar, en vahşi hayvanlardan da alçak ve onursuzdur­lar. Yalnızca yemeyi, içmeyi, uyumayı marifet zannedenler, hayvanlardan na­sıl daha değerli olabilirler! 
Yol bilen yaya, yol bilmeyip kılavuzu olmayan at­lıdan daha önce varır menziline. 
İyilik tohumu eken, huzur ve saadet harmanına kavuşur. 
Ben ömrüm boyunca kötü bir adamın, güzel bir şekilde anıldı­ğını işitmedim...
__________
Kaynak: Sadi Şirazi, "Bostan ve Gülistan"

12 Haziran 2023 Pazartesi

Leylâ...Ela gözlü bir çöl ahusu !

Whatsapp ile Paylaş

Hz. Mevlânâ aşk için der:
İlla birini seveceksen tene değil cana değeceksin. İlla birini seveceksen, dışını değil içini seveceksin..." 

İrfân sahipleri, ârifler; mevcudatın ve zuhuratın hakikatinin, ezelî muhabbet olduğunu bilir ve derunî olarak yaşarlar...kâinâttaki cümle varlıklar aşk ve muhabbetin tezâhürüdürler. Atomda elektron çekirdek arasındaki cazibe, ay-dünya arasındaki çekim, arı ile çiçek arasındaki bağ...hepsi varlıklarını ve devamını, aşk ve muhabbete borçlu değil midir ?

Ezelî muhabbet, kâinatın mevcudiyetinin ve kaimiyetinin olmazsa olmazıdır.

Yûnus Emre der;
Leylâ-i Mecnûn benem,
Şeydâ-yı Rahmân benem,
Leylâ yüzün görmeğe,
Mecnûn olasım gelir !

Fuzûlî de, Mecnûn’dan daha ileri bir âşık olmak hevesini şöyle ifâde eder:
Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istîdâdı var,
Âşık-ı sâdık menem Mecnûn’un ancak adı var!

Yûnus Emre’nin aşk hakkındaki şu beyti ne kadar derûnîdir:
Aşk imamdır bize gönül cemaat,
Dost yüzü kıbledir dâimdir salât…

Fuzûlî, Leylâ ile Mecnûn'un fenâya ermeleri sebebiyle aralarında bir fark olmadığını Mecnûn’un dilinden şöyle anlatır:
Bende âşikâr olan sensin!
Ben hod yokum, ol ki var, sensin!
Ger ben ben isem, nesin sen ey yâr?
Ve ger sen isen, neyim men-i zâr?
(Bende görünen sensin, ben kendim yokum! Ne varsa sensin, eğer ben varsam, ben ben isem ey sevgili, o hâlde sen nesin? Eğer sen sen isen, feryâd edip inleyen ben neyim, kimim?)

Yûnus Emre, bu girift bilmeceyi şöyle ifâdelendirir:
Ete kemiğe büründüm,
Yûnus diye göründüm!
‘Leylâ ile Mecnûn’, doğu dünyasının, "Romeo ile Jüliet" ise batı dünyasının tirajik olan ölümsüz aşk hikâyeleri olarak yüzyıllardır hikâye edilir, sanat ve edebiyat camiasında hak ettiği şekliyle ele alınır...

Leylâ vü Mecnûn" aşkı, zaman içinde farklı müelliflerce kaleme alınmış...

Leylâ ile Mecnûn’un aşk hikayesinin dünya çapında tanınması ise Fuzûlî sayesinde olmuş:
Kanuni Sultan Süleyman, 1534’te Bağdat’ı fethedince Bağdat seferinde yer alan ileri gelenler Fuzûlî’den bir ‘Leylâ ile Mecnûn’ eseri yazmasını isterler. Fuzûlî lirik –epik türündeki 3 bin 96 beyitlik ‘Leylâ ile Mecnûn’u 1535’te tamamlayarak Bağdat valisi Üveys Paşa'ya sunmuş...

Bestekâr Üzeyir Hacıbeyov, 1907’de Fuzûlî’nin "Leylâ ile Mecnûn"unu Azerbaycan'da Opera eseri olarak sahneye koymuş...

"Leylâ vü Mecnûn" aşkı hikâyesinin kısa bir özeti(*) şöyle:

Necid’de bulunan Benî Âmir kabilesine mensup Kays ile Leylâ, kabilelerinin hayvanlarını otlatırken birbirlerini severler. 

Aşklarının meydana çıkması üzerine Leylâ çadırda alıkonur ve Kays’a gösterilmez. 

Bunun üzerine Kays’ta aşkın ilk ıstırabı başlar; babasına Leylâ’yı istemesini söyler.

Ancak aşkları sebebiyle kızın adı dillere düştüğü için bu teklif reddedilir ve Leylâ bir başkasıyla evlendirilir. 

Kays ıstırabın tesiriyle aklını büsbütün kaybeder. 

I. Mervân’ın vergi memuru Ömer b. Abdurrahman ile onun yerine geçen Nevfel b. Müsâhık, Kays’a yardımcı olmak için girişimde bulunurlar, fakat bu girişimleri sonuçsuz kalır. 

Babası şifa ümidiyle Mecnûn’u Mekke ve Medine’ye götürürse de faydası olmaz, üstelik Mecnûn Kabe'de Allah’a aşkını arttırması için dua eder ve çöllere kaçarak vahşi hayvanlarla birlikte yaşamaya başlar.  Leylâ'sına ağıtlar yakıp aşkının acılarını terennüm ederek çöllerde dolaşan bir aşıktır artık Mecnûn...

Hikâyenin sona doğru sahneleri  özetle şöyledir:

Kays'sız yapamayacağını anlayan Leylâ evden kaçıp çölde sevdiği adamı aramaya başlar...
Mecnûn'u, çölde ahularla, ceylanlarla ve kuşlarla arkadaşlık eden, hayattan vazgeçen biri olarak bulur...
Leyla’yı gören Mecnûn;
“Sen de kimsin? Leylâ benim içimde”…der !
Leylâ, Kays’ın erdiğini, kavuşmalarının imkânsız hale geldiğini düşünse de, yine de onsuz yaşayamaz, bu ıstırap ile hastalanıp yataklara düşer ve ölür.
Mecnûn, Leylâ'nın ölüm haberini alınca gider mezarına, sarılır ve şöyle dedikten sonra son nefesini verir;
"Ya Rab manâ cism ü cân gerekmez
Cânânsuz cihân gerekmez."
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, "Leylâ vü Mecnûn" hikâyesinden yola çıkarak kaleme almış  olduğu "Leylâ" şiirini kanun san'atçısı Halil Karaduman bestelemiştir. İşte o sözler:

Bu akşam rüyâmda Leylâ'yı gördüm
Derdini ağlarken yanan bir muma;
İpek saçlarını elimle ördüm,
Ve bir kemend gibi taktım boynuma
Bu akşam rüyâmda Leylâ'yı gördüm.

Leylâ...Ela gözlü bir çöl ahusu
Saçları bahtından daha siyahtır.
Kurmuş diye sevda yolunda pusu
Döktüğü gözyaşı, çektiği ahdır.
Leylâ...Ela gözlü bir çöl ahusu.

Bir damla inciydi kirpiklerinde,
Aşkın ızdırapla dolu rüyâsı
Bir başka güzellik var kederinde
Bir başka âlem ki ruhunun yası
Sessiz incileşir kirpiklerinde.


Leylâ...
Güfte:Ahmet Hamdi Tanpınar
Beste ve okuyan: Halil Karaduman
Sözleri şair Halit Yıldırım’a, bestesi Suat Kıyak’a ait "Aşkın Issız Bir Çölmüş" şarkısının sözlerinde de yine Mecnûn ve sevda motiflerini işler şair, sözleri şöyle:

Aşkın ıssız bir çölmüş, susuzum sana ey yâr
Ben de Mecnûndan öte, bilmediğim bir hâl var
Gözlerimin önünden gitmiyor hatıralar

Bir yarım şarkı gibi zamansız bitme akın
Serap olma ne olur, kaybolup gitme sakın

Dağlar bile dayanmaz gönlümün feryâdına
Melekler yetişirmiş âşığın imdâdına
Kara sevda diyorlar bu derdimin adına

Bir yarım şarkı gibi zamansız bitme akın
Serap olma ne olur, kaybolup gitme sakın
Seslendiren:Gülden Arzoğlu
Aşık maşuk ve vuslata dair mistik hikâyelerdeki Leylâ, bidayetteki mecazî aşkın nihayette ilâhî muhabbete tebdili ile aşık ve maşukun Hak’ta fânî olduğu ilâhî aşkın sembolüdür.
 
Leylâ aşkı, mecnûnunu ilâhî aşk ufuklarında dolaştırarak Mevlâ’sında sükûn buldurur...
__________

(*)Hikâye için kaynak: https://islamansiklopedisi.org.tr/leyla-ve-mecnun

11 Haziran 2023 Pazar

Ali Baba, Çiftlik ve Marabalar...

Whatsapp ile Paylaş

 

Ali Baba çıkıp çiftliği dolaşınca
Böyük böyük işleri buyurunca
Marabalar işlere koyulunca
Marabası mutlu, babası mutlu

Babalık bu kim keyfiyle yarışır
Babalığa keyif çatmak yaraşır
Keyfe keder ağa gezer dolaşır
Beldeleri mutlu, babası mutlu

Kahyalar adam yerine konmaz
Huzurda el pençe, hiç biri kıpırdamaz
Baba söyler kimse ağzını açmaz
Kahyası mutlu, babası mutlu

Baba ya ! olura olmaza karışır
Ara sıra kahyalara danışır
Babalık bu, marabalar çalışır
Kahyalar mutlu, babası mutlu

Sofralar mı ? kuş sütü eksik denir
Etler budlar hem ne iştahla yenir
Baba misafirleriyle ne de güzel eylenir
Hizmetkârı mutlu, babası mutlu

Maraba ilânı askıya çıkmışsa eğer
Sıraya girer küllükte debelenenler
Marabalık için lazımmış altın sırmalı eğer
Marabası, kahyası, babası mutlu
Kırk yıllık itibar çıkar mı pazara ?
Muteber şahsiyetsen öyle gir mezara
Arif muhtaç değil ne kula ne pula
Şükreden dil kutlu, zikreden kalp kutlu

Hakikati söyleyene, de ki: kim uyar
Hüdai kendi söyler bir kendi duyar 
Altın palan, bazı yiğitleri(!) de tavlar
Yiğidi(!) mutlu, palanı kutlu

Kırmızı çizgimizi çiğnetmeyiz !

Whatsapp ile Paylaş


Kırmızı çizgimizi çiğnetmeyiz;
Vatandır, ezandır bayraktır
Kutsalımız...
Vatan ki, şehid kanıyla yoğrulmuştur
Cennettir bize...
Ezan ki, çağrıdır Hakk'a hakikate
Adalete, ilme, irfana
Sevgiye, hürmete, kardeşliğe...
Bayrak, istiklâl sembolümüz
Hürriyete aşkımız,
Göklerden gelene teslimiyetimiz,
Birlik, dirlik, irilik ve kudretimizin nişânı...

Sadete gel sadete gel !

Whatsapp ile Paylaş


Dolanma, sadete gel sadete gel
Lâfazanlığı terk et, sadete gel
Munzamm-ı tevfîk-i Bârî sadedde
Sadete gel de ol saâdete gel

Teşrif eylemiş eyleyen şol hânı
Düş yollara bulmak içün pinhânı
Terk-i diyar eyle gam ü teşvişden
Sadete gel de ol saâdete gel

Eyleme zihnini teşviş eyleme
Hak yerini bulur teşviş eyleme
Sakın hem teşviş-i efkârdan sakın
Ol pinhânı sakın ağyara deme

Sadete gel de ol saâdete gel