31 Aralık 2022 Cumartesi

Nefes-Kelâm Radyo

Whatsapp ile Paylaş

 

Nefes ve Kelâm blog yazılarını sesli dinlemek için (podcast) yayın...

29 Aralık 2022 Perşembe

Haddini bilmek ve budala...

Whatsapp ile Paylaş

Budala adamlar, aklı ersin ermesin her şeye karışır, kibirlenir, avazesini salıverir, üst perdeden konuşur, türlü potlar kırar, haddini bilmez ve şaşkın olur, tâ ki, kahharın kahrına denk gele...

Bilmezki en çirkin sesin anıran merkep sesi gibi avazesini salmak olduğunu...

Kibrin şeytanî olduğunu ve huzur-u Mevlâ'dan kovulmaya sebep olduğunu...

Güzel ahlâkın önemli şartlarından birinin haddini bilmek ve edeb olduğunu...

Edebin aklın güzelliğinden kaynaklandığını...

Nefesini nefsinin (egosunun) tiranlaşması adına kullanmanın aşağılara kapı araladığını...

Haddini aşmanın aklın nâkıslığına ve edebsizliğin tesciline delil olduğunu...

Bir "Osmanlı Tokadı" ile kendine geldiğinde(!) vaktin geçmiş olacağını ve telafi etmenin imkânsız olacağını...

Onun çün vakit var iken, lütuf ile muamele edilirken, şeytanın adımlarını terketmek, öncelikle kendine insaf etmek gerektiğini fark etmek, budalalığı bırakıp akl-ı selim'i tahtına oturtmak yaraşır er kişiye, "insana", değilse yeryüzünde milyonlarca mahlûk var, ipini kopartmış avazesini salmış gezmekte olan...

Ve...hepsi de bir gün azîz ömrü tüketip toprağa karışacaklar!

İrfân gerek insana, ancak mahlûk buna müdrik değil !

Ne demiş şair:
"Çeşm-i insâf gibi ârife mîzân olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz"

(İnsaf ile, âdilâne bakan göz gibi terazi olmaz ve kişinin kendi kusurunu bilmesi irfanın ta kendisidir)

Vesselâm...

24 Aralık 2022 Cumartesi

13 Aralık 2022 Salı

Kılı kırk yarmak...

Whatsapp ile Paylaş

 

Erzurumlu Emrah derki:
"Ulum-ı akl ile âmil olanlar
Mi'rac-ı kemâle vasıl olanlar
Bir kılı kırk yarmış kâmil olanlar
Yine demişler ki kemâl nicedir"

Sen kılı kırk yar, inceden ince fikret, örümcek ağı gibi nakşet...
Olacak olan olur, varacak olan varır, gelecek olan gelir...
Yapsan hesap kitap, koşsan kan ter içinde, patlatsan kafanı...
Er kalkan yol alır, mütevekkil ön alır, hesabî yolda kalır...
Akl üzeri akıl var, el üstünde el var, aksaçlı ya da kel var...
Kelâm ile kemâl olmaz, akl ile kıl yarılmaz, edeb yoksa varılmaz...
Diz kır da tedris eyle, bukağıları terk eyle, aklı gönlüne rapt eyle...
Nakısı nakış eyle, gevşek olanı berk eyle, fani olanı terk eyle...
Tac u tahtın sahibi var, bu mülkün maliki var, ağyar da var yar da var...
Niyâzsız olma sakın, dua et yaklaş yakın, yalvar da yalvar...
Bu âlemde yal da var, yalvaran da var, şımaran da var...
Nakıs da, esfel de, vasat da var, kemâl sahibi kâmil olan da var...

10 Aralık 2022 Cumartesi

Güç, hak, müstehâk ve adâlet...

Whatsapp ile Paylaş

Mevlânâ derki;
"Güç, adâlettir; adâlet ise herkese lâyık olduğunu vermektir"
Adil olunuz, gücünüz varsa adâleti inşâ ve ihyâ ediniz. Çünkü zayıfların hak ve hukukunu güç(lü) korur, korumalıdır. 
Muktedirlerin kılı kırk yararak Hakk'ı teessüs ettirmek sorumluluğu yanında, tasarruflarının vebâli de vardır...
Kim neye lâyık ise onu alması hem hukukun gereği, hem de Hakk'ın hak sahibine teslimidir, bu hak mükafatsa mükafat, ceza ise cezadır, olmalıdır...
Ni'met de külfet de, yemek de, falaka da bu kapsamdadır...
Hak etmeyene hak etmediğini vermek adâleti ayak altına almaktır ve bu ikrâmdan sayılmaz, velevki iyilik  namına icrâ edilsin.
"Müstehâkını bul "diye bir ilenme vardır ki, bu işi Allah'a havale etmek mânâsınadır...işte onun müstehâkını bulması artık Allah'a kalmıştır...zerre kadar hayır veya şerrin karşılığı verilecek, hesabı görülüp defteri dürülecektir.
Tencere kapağını, çarpık ayakkabı çarpık ayağı bulur derler. 
Çekirge zıplama haklarını sonuna kadar kullansa da neticesi mâlûmdur...
Allah'ın hakkı üçtür derler...
Bu hakkın sorumsuzca kullanılması ve  (yanlışta/kusurda) haddi aşıp
riayet etmemekteki ısrar hakkında ne çok ibretlik hikâye anlatıldı, yazıldı, çizildi !
Gayesi “hakkı bulmak” olanın, “hakka uygun davranma”ması ne demek !
İnsanı insan yapan ve onu diğer varlıklardan üstün kılan şart; hakka dair bilgi sahibi olmak ve o bilgi doğrultusunda yaşamaktır.
Hak her şeyin varlığının ve gerçekliğinin sebebidir; sebebi fark ile hakka ulaşılır.
Fârâbî hak için derki:
"Aklın dış dünyada var olan gerçekliği tam bir uygunlukla kavraması”...

6 Aralık 2022 Salı

Koş git getir fizandan...

Whatsapp ile Paylaş

Dünya ahvâli böyle
Deme niçün şu şöyle
İbretlik manzaralar
Sergilenmiş öylece
Karası var akı var
Sakisi sakası var
Gemisi takası var
Gerçeği şakası var
Ayısı mandası var
Fili magandası var
Kuyruğu saklısı var
Daha da fazlası var
Diyorsun ya bana ne
El çekmesen niyâzdan !
"İnsan"a muhtaç içün
Koş git getir fizandan...

5 Aralık 2022 Pazartesi

Şâirlerden Seçme Beyitler...

Whatsapp ile Paylaş
Ebnâ-yı zamânın talebi nâm u nişandır
Her biri tasavvurda fülân ibn-i fülând
                                        (Rûhî-i Bağdâdî)
Ebnâyı dehr her hünere âferin verir
Yâ Rab bu âferin ne tükenmez hazînedir
                                                            (Nâbî)
Görünce anladım ebnâ-yı asrın tarz u efkârın
Nice kûteh-zamîr-i hırsı bed-girdâr eder dünyâ
                                 (Hersekli Ârif Hikmet)

4 Aralık 2022 Pazar

Ağyar...

Whatsapp ile Paylaş

Mutribhâneye gelen
Seyreyler semâmızı
Ağyar duyarmı ola
Gönül niyâzımızı

2 Aralık 2022 Cuma

Harfsiz heceler...

Whatsapp ile Paylaş


Girift bir ukde âlem, yahut bilmece
Çözmek zor, zaman sanki şafaksız gece
Kimine müşkülmüş kimine gaybice
İlmek ilmek dokusu harfsiz heceden hece
Söyleyen anlamaz, bilenler demez
Karanlık öyle hicap, nûru örtemez
Sağırlar işitmez, âmâlar görmez
Var mı hâcet, ârife tarif gerekmez

1 Aralık 2022 Perşembe

II.Murad'dan bir beyit...

Whatsapp ile Paylaş

_____________
Mukarreb: Yakınlaşmış, yakın olan
Ebrâr: Sadık olan, özü sözü doğrular
 

29 Kasım 2022 Salı

Kişiyi refiki mayalar...

Whatsapp ile Paylaş

 

Yol arkadaşı var ya;
Melek ya da şeytan !
Melek tabiatlısı hassa yol aldırır...
Şeytanlaşmış olanı şerre yakınlaştırır.
Netice; yol alınır...
Kişiyi refiki mayalar...
Azar azar 
Azar !
Ve, asırların imbiğinden süzülmüş bir kelâm-ı kibar;
"Akil ile sohbet etmek lâl ü mercan incidir
Nadan ile sohbet etmek daima kalp incitir"

Vesselâm...

27 Kasım 2022 Pazar

Dip notlar: Kim mesul, kim mazur...

Whatsapp ile Paylaş

 

İnsan olmak yolunda doğduğundan beri çabalayan, insanın insanlığına gedik açmakta olan kara delikleri, (egoizmini ve şeytanını) gördükçe onarmaya çalışan, "kendini bilme ve öğrenme yolculuğunda" gayretini son nefesine kadar sürdürmeyi birinci sıraya koymuş, insan doğmanın ve insaniliğinin önemini keşfetmiş, öğrendikleri pozitif ve insana yararlı şeyleri evvelâ yaşantısına uygulayan ve kendi iç âlemindeki eğitimini sürdüren anne/baba ve öğretmenlerin; "bilen mesuldur, bilmeyen mazur" hükmünce öğretmekden yorulmayan, şahıslar olması gerektir...

Bu öğrenme/öğretme sürecinde, sağlam karakterli, millî ve manevi değerleri özde yaşayan ve yaşatan, aydın/münevver gelecek nesillerini yetiştirme gayreti ile azîz milletimizin, şiir gibi akışı olan lisanı, gelenekleri, sosyal yaşantısı, san'atı için gerekli muhitin yaşatılması ve sürdürülmesi; değerlerin ve unutulmaması  gerekenlerin, yeni nesillere aktarılarak istikbâlin şekillenmesi asıl gayedir....

Kurdukları tezgâhlar ve çarkları ile  küreselci işgalcilerin; tarihi boyunca medeniyyetler inşâ etmiş uygar milletimizin istikbâli olan yeni nesilleri; köksüz, egoist, yoz kültür ile enfekte etmeye ve öğütmeye çalışmaları hız kesmeden devam ediyor...

Gökler tarafından övgüye mazhar abide şahsiyetler yetiştirmiş, yüzyıllar boyu görkemli ve yüksek medeniyetler inşâ etmiş, insanlık niteliğini yüceltmeyi ve insana hizmeti şiar edinmiş,  cesur, kahraman, çalışkan, Hakk'dan gayrıya eğilmeyen, zulme karşı dimdik ve mazlûmun yanında duran, özü sözü duruş ve davranışı ile "numune insan"larla, milletler tarihinde hak ettiğimiz yerdeyiz.

Ancak  fırsat buldukça üzerimize saldıranlar,  biz yaptıkça yıkmaya yakmaya çalışanlar; zihinlerimizi gönüllerimizi işgal etmeye ve esaret altına almaya çalışanlar, bugün olduğu gibi binlerce yıldır hep vardı. 

İçimize sinsice sızıp bizi, milli şuurumuzu, kimlik ve kültürümüzü içten içe kemirmeye, kendimize  yabancılaştırmaya çalışanlar, muktedir olmak ve bizi yönetmek istek ve plânlarından hiç vazgeçmediler...

Milli ve manevi kültür ve medeniyyetimiz binlerce yıllık bir tarihten bugünlere akmış olup, istikbâlde de gelecek nesillerce yaşatılacaktır. 

Atalarımızın attığı temeller üzerine, onlar muasırı koyacaklardır.

Azîz milletin kültür mirasının yaşaması/yaşatılması içün gayret edenlere müteşekkiriz...

23 Kasım 2022 Çarşamba

Öğretmeni yılda bir gün mü hatırlayacağız ?

Whatsapp ile Paylaş

Öğretmen veya bir diğer deyişle muallim, mürebbi; öğretici olması yanında eğitici, terbiye edici bir kişi(lik)dir, ya da öyle olmalıdır...

Bu ise; bu vasfı özümsemekle ifâ edilebilen, öyle pedagoji bilgileri/formasyonu ile salt diploma ile olabilecek bir iştigal sahası değildir, olmamalıdır.

Öğretmen/muallim, ilmi ile mücehhez, basiret ve firaset sahibi, güzel ahlâk numunesi, davranışları, konuşması ve susması ile rol model ve iz açan/bırakan, terbiye edici bir şahsiyettir.

Ve öğretmen bu meslekî icrâyı sevgi ve otorite ile, belli bir disiplin ile yürütür.

Öğretmen;
kendisine emânet edilen farklı karakterdeki evlâdları analiz ederek onları istikbâle yetenekleri doğrultusunda terbiye ederken yönlendirir; iyi bir insan, meslek adamı, vatandaş ve faydalı birey olarak yetiştirmek içün gayretini ve emeğini onlardan esirgemez.

Ancak şu da bir gerçektir ki; her meslek grubunda olduğu gibi öğretmenlik mesleği de, malumata erişmenin kolaylaştığı bilgi çağında, modernitenin dişlileri arasında itibarını giderek yitirmektedir.

Cumhuriyetin bânîsi, rahmetli azîz Mustafa Kemâl Atatürk tarafından 1926 yılında Orta Muallim Mektebi olarak kurulan okul; 1929 yılında "Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü"  (sonraları Gazi Eğitim Enstitüsü, 1982'den beri Gazi Üniversitesi) adını almıştır.

Yine  "Milli Eğitim Bakanlığı'nın danışma ve karar organı, bakanlık birimlerinin fikir ve hareket merkezi olan Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı; Eğitim sistemini, plan ve programları, Eğitim mevzuatını, ders araç ve gereçlerini, yurtiçi ve yurtdışı eğitim faaliyetlerini araştırmak, pekiştirmek ve uygulama kararlarını almak gibi hizmetleri yürütmektedir. Tevhid-i Tedrisat Kanunu gereği Türk Milli Eğitimindeki birlik, beraberlik ve bütünlüğün sağlanması görevi de Talim ve Terbiye Kurulunca yürütülmektedir. Bakanlığın önemli görevlerinden büyük bir kısmını yerine getirme görevini üstlenen, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı 22 Mart 1926 tarihinde kabul edilip 3.4.1926 tarihinde yürürlüğe giren 789 sayılı "Maarif Teşkilatına Dair Kanunun" ikinci maddesine göre, "Milli Talim ve Terbiye Dairesi" adıyla kurulmuştur."

Milli eğitimin temellerine yön verecek üst kurul olan "Talim Terbiye Kurulu" ve "Gazi Terbiye Enstitüsü"nde, dikkat edilirse öğreticiliğin yanıbaşında terbiye (eğitimcilik) de öncelenerek zikredilmiştir.
Milletlerin gelişmişliği ve gücü yetişmiş insan gücü ile ölçülür, ancak terbiyeden vareste bir öğretim ile daha bilgili ve profesyonel (hırsız/arsız/sahteci/tefeci/ahlâksız/kibirli/sömürücü/zalim/.... ) kişiliklere imkân sunulmuş, yol açılmış, vesile olunmuş olmaz mı ?

Bol diplomalı ve sertifikalı insan(ımsı) yerine tedris ettiği ilmi ve eğitimi(terbiyesi) sayesinde edindiği münevverliği hayatına aktarmış "insan"lar yetiştirmektir esas gaye, bunun içün de öğretmenlik kutsanmıştır, peygamber mesleğidir...

Konfiçyüs der ya:" Bir yıl sonrası için ekin ek, on yıl sonrası içün meyveli ağaç dik, yüz yıl sonraya hükmetmek istiyorsan İNSAN yetiştir"

Sadece bilgi aktarımı ile yetinmeli mi öğretmen ? 

Tabiki hayır, eğitimden/terbiyeden soyutlanmış bir toplumda bilgi/malumat öğretimi ile diplomalı birey sayısı artsa da, o toplum yozlaşmaya açıktır, hakim kültürlerin ve güçlü milletlerin güdümüne girer.
Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç derki;
"Yeryüzünün öğretmeni olmak için gökyüzünün öğrencisi olmak lâzım" 
İlgi peşinde koşmayan, kitlelerin teveccühüne ram olmayı amaçlamayan; işini âlâyiş üzre, alkış ve övgü beklemeden ihlasla yapan; rol model, ilmi ve ahlâkıyla önder olan, mektebe/sınıfa giderken mabede gider gibi giden öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun...

17 Kasım 2022 Perşembe

Muhabbet-i hakîki demlenir...

Whatsapp ile Paylaş

Bir meclis-i irfân ki;
Şi’r okundukça hâtifâne
Nutk-i şerif irad edilince
Muhabbet-i hakîki demlenir
Gönül ehli dinler ârifâne

Er kişi işitir hâtifî sükût ile
Tecessüm eder sanki hayâlât
Muhabbette bulur aradığın
Encâmında boşalır mâsîvadan
Meclis-i laklakiyatta ise;
Laf ü güzâf ballandırılır
Yalan dolan allandırılır
Kuru sözler dillendirilir
Boş ademler eğlendirilir

16 Kasım 2022 Çarşamba

Sözün özü...

Whatsapp ile Paylaş

 

Tâlibî derki; 
"Çeşm-i insaf gibi kâmile mizân olmaz
Kişi noksanını bilmek gibi irfân olmaz"
Nâbî de derki:
"Sezâ-yı tîğ olur haddi tecâvüz eyleyen mûlar 
Anın’çün tîğdan âzâdedir müjganla ebrûlar"
Âdeme gerektir ki;
Akl-ı selim, müeddep ve liyâkat sahibi ola...

12 Kasım 2022 Cumartesi

İkbal, mühür ve saltanat...

Whatsapp ile Paylaş


Dest-i kahr ile salarsan teber-i şer’i eğer
Kesile bâğ-ı cihandan şecer-i fısk u fücûr (Mesîhî)
Düzeni, huzur ve sükûnu sağlamak, adaleti tesis etmekle yükümlü ve mes'ul olanlar eğer vazifelerini gereğince, dikkat ve rikkatle yerine getirmezlerse, bağ dağ olur, gülistanı dikenler sarar.

Muktedirler her gelene mavi boncuk dağıtır, gül ağacı gibi her gelene eğilirse, önce baş, sonra tuz kokmaya başlar ki, sonrasında ortalığın toz dumanı arasında yer sarsılır da kerevetler altından kayıverir...

Öyle ki; an olur aslanlar farelere yem olur...Kartalları sinek kapar... Şahinler kargaların diline düşer.

İnsanların; yerini, sınırlarını, etki alanını bildiği, onlara bildirildiği durumlarda baş baş gibidir, ayak ayaktır.

Tabiat asla ve kat'a  boşluk kabul etmez, önce güven tesis edip mührü alanların, mührü nasıl kullandıkları izlenmezse kıyameti beklemeli !

İkbal-perest muzdarib ve muazzeb ruhların her fırsatı şahsi çıkarları ve istikbâl hesapları üzerine değerlendirecekleri daima göz önünde bulundurulması gereken mühim bir husustur. 

Ve yapacağı  tasarruflar mührü vereni de yükümlü kılar.

Etrafı ve maiyeti kişiyi âbad da eder, berbad da !

Zirveye doğru rüzgârlar sert eser.

Tasarrufları insanı ya azîz eder ya muzil !

Yeryüzünde fısk u fücûr hep olmuş ve olacak, fısk u fücûrun kökünü kazımak ise ancak mührü elinde bulunduranların mesuliyetindedir, onların adil hükümleri ve sayeleri ile mümkündür.

Vesselâm...

11 Kasım 2022 Cuma

Gördüğünüz görmediğinizin ipucudur...

Whatsapp ile Paylaş

"Gördüğünüz görmediğinizin ipucudur"

Tomurcuğu görür çiçeği/meyveyi okursunuz, henüz varlık sahnesine çıkmasa da !

Yüzü kızaran insanı görürsünüz, edebe mugayyir yaptığı bir şeyin utanmasının yüz derisine yansımasındandır.

Beti benzi atmış, sararmış yüze bakarsınız, bir şeylerden korkusundan deri altı kanın hayati organlara çekildiğini okursunuz.

Bulutların yere indiğini görünce yağmur yağma ihtimalini göz önünde bulundurur, şemsiyenizi yanınıza alırsınız.
Kabiliyetin güzelliği, hulkun güzelliği yüze de yansır, yürüyüşe de, ahlâka da...

Bu sebeple iç âlemin dinginliği, sükûnu, huzuru insanın sûretine yansır ki, tetkik, teşhis ve tanıma açısından önemsenmelidir.

Toplumsal varlıklar olarak insanların olduğu gibi görünmek yerine kendiliğinde olmayanı sergileyerek fayda sağlama eğiliminin iyice arttığını, son devirlerde daha çok görmeye başladık...

İçi başka, dışı başka olmaklık aldatmak değildir de nedir ?

Dediği başka, yaptığı başka olmak sahtekârlığı almış başını gitmekte !
İç âlemden (sîret) dışa (sûret) vuran dalgalar içi okumanın harfleri, kelimeleri, cümleleri olarak okumayı bilenlere, basîret ehli irfân sahiplerine çok şeyler söyler...

Kimileri kitabın kapağına bakmakla yetinebilir, kimileri de kapağı çevirir ve kitapta yazan hikmetlerden istifâde eder...

Bu hususta serdedilmiş bir kaç veciz söz, kelâm-ı kibar ile noktalayalım;

Bizi aldatan bizden değildir (Hz.Muhammed) 

Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol (Mevlana Celaleddin-i Rumi) 

Hüsn-i sûret kābiliyyet-i sîrete alâmettir (Naîmâ).

Sîreti sûrette mümkündür temâşâ eylemek
Hâil olmaz ayn-ı irfâna basîret perdesi (Kemterî).

Sîretin nâ-pak ise hayr umma çık germâbeden
Evvelâ tathîr-i kalb et sonra tathîr-i beden
(Recâîzâde Mahmut Ekrem).
Kendini de kandırdığının farkında olmayana yazıklar olsun !

10 Kasım 2022 Perşembe

Yolumuz mu ? Dosta gider...

Whatsapp ile Paylaş

Yolumuz mu...dosta gider
Refikimiz bize benzer
Azığımız muhabbettir
Gönüllerimizi bezer

Gönül gülşen biz bağbanız
Gül devşirmektir kârımız
Güller arasında "ben"siz
Dolaşanlara hayranız

Marifet muhabbet san'at
Arife mânâ bir kanat
Ruh bedene hayat vermiş
İster sağalt ister kanat

Hayat mevcutta nakıştır
Cahil irfânca nakıstır
Ukba son nefes ötesi
Gönüle yol bir karıştır

9 Kasım 2022 Çarşamba

Aşka dair sorular...

Whatsapp ile Paylaş


Aşk...
Et kemik yığınına cazibe mi ?
Ruha iştiyak mı ?
Gurbettekinin sılaya özlemi mi ?
Zerrenin kürreye, katrenin deryâya vasıl olma arzusu mu ?

Aşk mazrufa mı, zarfa mı ?
Sen beni bizleştirmek mi ?
Ne ?

Kim aşık, kim maşuk ?
Leylâ mı, Mecnûn mu?

Mesul kim, ya müteharrik ?
Seven mi, sevilen mi ?

Ya hisseden ?
Yoksa gönül mü ?

Gönül !
Sonsuza açılan kapı değil mi ?

Yoksa;
Aşk sonsuzluk iştiyakı mı ?
Fuzûlî derki:
"Ser-menzil-i her murâda rehberdir aşk 
Keyfîyyet-i her kemâle mazhardır aşk
Gencîne-i kâinâta gevherdir aşk 
Her sâdır olan neş’eye masdardır aşk."
Ve Hayâlî’den bir beyit:
"Âşık u ma’şûk birdir iki görür müddeî
Nice bir ta’lîm edem dünyâya şaşı gelmişe"

8 Kasım 2022 Salı

Müdâhene...

Whatsapp ile Paylaş


__________
Müdâhane: Dalkavukluk
Âliman:Alimler
İrtikâb: Bir makamı âlet ederek, hakkı olmayanı (para veya malı) hile ile almak.
Kevn ü fesâd: Var olup sonra bozulmak.

7 Kasım 2022 Pazartesi

Âdem-i Mânâ...Celb-i Kahhar

Whatsapp ile Paylaş

Erilir mi âmiyâne, âdem-i mânâya
Mugayır ise akvâl, ef'âl ve ahvâl Hakka
Sû-i edeb; bil ki, büyük cürüm Rahman'a
"Kahhar"ı celb eder, sebep olur helâka

3 Kasım 2022 Perşembe

Meydan lâfazanlığı mı dediniz ?

Whatsapp ile Paylaş

 

Efendim, ehli irfân demişlerki;
 Biz fakirler ilim irfân neferiyiz,
Yâ’ni, dağarcığımızki hamuleyi taşırken,
El Âlim'den ikrâm olanı bilir
Cenâb-ı Mevlâ’ya hamd ü senâ ederiz,
Cimrilik etmez, ma'rufu pay ederiz...
Kimi zaman mücessemden mülhem
Bazen de gönül ikliminden geçen ilhâm pırıltılarından
Müşerref, münevver ve müstefid olur,
Bu ilhâmât ile âgâh olmaya çalışır
Kelâmıkibarla hemhâl oluruz
Biz, kimi zaman tecnis ile,
Cinaslı lakırdılar sarf ederiz de
Dile getirdiklerimiz
Lâf cambazlığını sevenlerin 
Ve hakikâti duymak istemeyenlerin
Karnını ağrıtsa, sancıdan kıvratsa da
Hakk'ı bilir hak söyleriz
Her mecrâ ve mekânda...
Ve lâkin;
Kimine iyi gelir serd edilenler
Kimi aynada özünü görür
Kimi ise girecek delik arar belki de...!

Entellektüel geçinenler,
Köşe başı avukatlığı yapanlar,
Meydan lâfazanlığını meslek edinenler mi ?
Fuzûlî üstâd onlar içün derki:
"Eylesen tûtiye ta’lîm-i edâ-yı kelimât
Nutku insân olur ammâ özü insân olmaz"
Haaa, işte onlarla ne meşrebimiz ne mesleğimiz,
 ne de hâl ü keyfiyyetimiz kat'â uyuşmaz...

2 Kasım 2022 Çarşamba

Ne çok söz söylendi anlayana...

Whatsapp ile Paylaş

 

Ne çok söz söylendi, ne çok kelâm sarf edildi canlar !

Duymak isteyen duydu, istemeyen "aman sende" dedi !

Dünyaya kazık çakan akıllıların (!) akibeti bile o hamakât ehline ders vermedi !

Gevheri sandıktaki kuyum zannedip de biriktirdi dünyacı !

"Dil"i lezzet tomurcukları, lokma yutucu ve lakırdı edici bir vasıta bildi gafil, dil ki gönül idi, ey hakikâtten bîhaber !

Dünyalıkla övündü, kibirlendi, sevindi, oynadı, oyalandı, biriktirdi, süslendi, eğlendi; şımardı, azdı, azgınlaştı, kazık attı, takla attı, kırdı, döktü, saçıp savurdu, çaldı, arakladı...

Alınca kazandığının verince kaybettiğinin hesabında yanıldığını bile fark edemedi.

Sınanırken sınadığını zannetti...

Gördüğünü gördüğünden ibaret zannetti de hakikâti ıskaladı.

O çok sevdiği, doyamadığı dünyanın bir gün kendini üteceğini, soyup soğana çevireceğini ve yutacağını anlamadı !
Ziyâ Paşa koysun noktayı;
"Bir yerde ki yok nağmeni takdir edecek gûş 
Tazyî-i nefes eyleme tebdil-i makâm et"

(Eğer bir yerde söylediklerinin kıymetini bilecek insanlar yoksa boşuna nefes tüketme, mekânını değiştir.)

1 Kasım 2022 Salı

Behlül Dânâ'dan kıssalar...

Whatsapp ile Paylaş

Kıssadan hisse odur ki, ciltler dolusu bilgilerden elde edilecek bilgiyi bir hülasa-i kelâm ile serd ede... 

Yazılı ve sözlü edebiyatımızda nakledilen kıssalarda; hikmetli pek çok kelâmlar vasıtası ile, mevzuyu hisse ve ibret alınacak bir ölçekte ortaya koyması söz konusudur...
Behlûl Dânâ bir bilge kişi olup, Hârûn Reşid’in akrabası olarak kabul edilir ve onu tanıyanlar “akıllı deli” olarak vasıflandırmışlardır. 

"Behlûl; Arapça telaffuzu ile Buhlûl “güzel yüzlü”, “güleç”, “güleryüzlü”, “çok gülen”, “hayır sahibi”, “çok iyi adam”, “cömert insan”, “topluluğun büyüğü”, “iyi amelli”, “şanlı”, “güzel kimse” anlamlarına gelmektedir. Özel isim olarak kullanılmasının yanında mecnun ve meczuplara verilen ünvandır. Bazı lügatlerde “Behlûl-i dih” olarak geçer. Bu da “zahirî olarak ahmak ve akılsızca tavırları olan, hakikatte zeki ve bilgin olan zat” anlamını taşımaktadır"(*)

Behlûl Dânâ'nın  çevresinde gelişen ibretlik hadiselerin pek çok hikâyesi bugünlere kadar nakledilerek gelmiştir...
Kıssa ve hisse babından, hikmet ehli Behlûl Dânâ'dan bir kaç hikâye nakledelim, işte bir kaç kıssa:

Behlûl Dânâ Hârûn Reşîd’e bir defasında sorar;
-Ey Hârûn Reşîd ! Yerin içinde, yerin üzerinde ve göklerde en çok olan nedir?

Hârûn Reşîd;
-Yerin içinde ölüler, yerin üzerinde hayvanlar ve bitkiler, gökte ise melekler, der...

Behlûl Dânâ;
-Hayır cevabı bu değil

Hârûn Reşîd;
-Peki nedir?

Behlûl Dânâ;
-Ey Hârûn, yerin içinde çok olan ölülerin pişmanlıkları, yerin üzerinde insanların hırsları ve tamahları, gökte ise âdil hükümdarların sevapları en çok olanlardır...
Hârûn Reşîd Behlûl Dânâ’ya;

-Ey Behlûl! Şu paha biçilmez hırkayı sana hediye ediyorum, der.

Behlûl Dânâ;
-Babamın bana nasîhati ve vasiyeti var, bana dediki: Oğlum, toprağın üstünde yat da sakın döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip bükülme, el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin...o yüzden alamam !
Behlûl Dânâ'yı kabristanda oturmuş, ayaklarını mezar taşları arasına uzatmış, ellerine toprak almış oynuyorken görenler sorarlar;

-Behlûl ne yapıyorsun burda?

Behlûl Dânâ;
-Bana eziyet etmeyen, benim gıybetimi yapmayan burdaki insanlarla oturdum da sohbet ediyorum. Çünkü burdakiler yeryüzündeki dirilerden, dolaşanlardan daha iyiler...
Bir gün sarayın avlusunda Hârûn Reşid Behlûl Dânâ’ya  sorar: 

-Ey Behlûl nereden geliyorsun ?

 Behlûl Dânâ;
-Cehennemden geliyorum, der

-Ne işin vardı cehennemde, Behlûl ?
-Ateş almaya gitmiştim de...!
-Hani ateşin, getirmemişsin 
-Ordaki yetkili dedi ki,  herkes kendi ateşini kendisi getirir dünyadan.
Bir kış gecesinde Behlûl, ayağı çamurda, elinde ayakkabısı, bir dilenciye rastlar, dilenci ona: 
-Nerede bekçilik yapmak istersin?, diye sorar. 

Zaten üşümüş olan Behlûl: 
-Azap içinde bir zalimin bulunduğu mezarlığa koşarım, onun mezarı ateşle dolu olduğu için kötü soğuktan kurtulur, ısınırım, diye cevap verir.(*)
Behlûl Dânâ'ya, Hârûn Reşîd çarşı pazarı denetleme görevi verir. 

Behlûl bir fırına girer birkaç ekmek alıp tartar; ekmekler olması gereken gramajından eksiktir, fırıncıya:

- Efendi, geçinebiliyor musun, çoluk-çocuğunla aran nasıl, huzurun yerinde mi ?

Fırıncının verdiği cevaplar, hayatından hiç de memnun olmadığı yönündedir...

Behlûl sesini çıkarmadan dinler ve oradan ayrılır,  başka bir fırına uğrar,  yine birkaç ekmek alır tartar. Bu fırındaki bütün ekmeklerin gramajından fazla olduğunu, eksik gramajlı bir ekmek bile olmadığını görür.

Bu fırıncıya da ötekine sorduğu  soruları sorar, aldığı cevaplar üzerine bu defa şükreden, huzuru yerinde, hanesi şen, kazancı bereketli bir insan vardır karşısında...

Behlûl için bu denetim sonuçlanmıştır, rapor etmek üzere Hârûn Reşid'in huzuruna çıkar.

Hârûn Reşid;
-Behlûl daha demin vazife verdik sana, ne çabuk bıktın da geldin ?

Behlûl;
-Çarşı pazarın bir denetçisi varmış! Benden önce ekmekleri tartmış, vicdanları tartmış,  herkese hesabını ödetmiş, ceza ve mükâfatlarını da vermiş, bana ihtiyaç kalmamış...
Hârûn Reşid Behlûl’e;
-Senin nazarında en iyi dost kimdir, diye sordu. 

Behlûl: 
-Karnımı doyurandır, dedi. 

Hârûn Reşid: 
-Karnını ben doyurursam beni dost kabul eder misin? , deyince 

Behlûl: 
-Dostluğun veresiyesi olmaz, dedi.(*)
Behlûl'e :
-Filanca akraban öldü, büyük bir miras kaldı sana,  derler...

Behlûl Dânâ mezarlığa doğru dönerek mezarlığa doğru bağırır:
- Bu kadar malı mülkü satıyorum, alan var mı?
Mezarlıkta dolaşa bir akıl hastası :
- Ben alırım

Behlûl :
-Kaça alırsın?

Akıl hastası :
-İki kuruşa alırım

Behlûl :
-İki kuruşa sana sattım

Miras haberini getirenler :
-Ne yaptın Behlûl ! Binlerce liralık mülk iki kuruşa satılır mı ? 

Behlûl Dânâ :
- Yarın kıyâmetde mal hesâbı kızgın bir sacın üzerinde verilecek. O kadar lirayı tek tek şuna şu kadar verdim, buna bu kadar verdim diye sayana kadar, iki kuruşa sattım derim, kurtulurum! Üstelik alan da akıllı değil, görmüyor musunuz !
Behlûl, elinde bir sopa, mezarlıkta geziyor, her mezara, o mezarı kırıp dökecek kadar vuruyordu. 

Dediler ki: 
-A deli herif! Neden bu mezarları döversin? 

Dedi ki: 
-Bunlar gittiler ama sayıya sığmaz yalanlar söyleyip yattılar, uyudular. Gâh bu, benim sarayım dedi, köşküm dedi. Gâh o, malım dedi, altınım dedi. Gâh bu, işte tarlam, asmam dedi. Gâh o, işte bağım, çardağım dedi. 
Derken Tanrı da dedi ki: Bu davaların hepsi de yersiz. Çünkü onlar, bana miras kalacak, size değil. Onların hepsi, kendilerine ait olanları söylediler ama sonunda öldüler, canlarını terk edip gittiler. 
Ben de yemeyi, içmeyi, uykuyu, rahatı terk edip, bunları dövüyorum işte. Çünkü bunların hepsi de bir avuç yalancıdan ibaret. Herkesin sonu yokluk olduğu halde ondan kâr etmeyi nerden de umdular? Sonunda darmadağın bir halde hepsini de terk edip gidecek olduktan sonra adam, neden bu kadar şeyi derler toplar? 
Nihayet toprağından kerpiç dökecek bir dünyaya ne diye gönül bağlarsın? 
Dünya, bir kervansaraya benzer, iki kapısı vardır. Bu kapıdan öbür kapıya kadar olan yol da tıpkı Sırat gibidir. Bu yolda uyanık yürümezsen, cehenneme baş aşağı düştün gitti. 
Yeryüzüne bazı bir gölge düşerse ayı karartır, karanlıklarda gizler. Ayın cirmi, adamakıllı aydındır ama önünde yeryüzünün kara suyu var, ne yapsın! Yeryüzü, aya bile bunu yaparsa artık yerlere batmış adama neler yapmaz? Bir anda öyle bir nuru kararttıktan sonra ömrün içinde seni de mahvetmeyi bilir. Mahveder, mahvolursun da tekrar iyileşmene ümit de kalmaz. Çünkü buna imkân yoktur. 
Geçmişe nispetle baş aşağı gelmen, daha artıktır. Çünkü canına gelen âfetlerin hepsi de sendendir, sebebi sensin. O yüzden uğradığın bu çeşit şeyleri, kendi elinle kendin hazırladın. Bu, meydanda bir şey. (*)

Vesselâm...
__________
(*) Kalkandelen, A.H., 2012, Fars Edebiyatında Behlûl Hikâyeleri, Atatük Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: 37:47-64 

31 Ekim 2022 Pazartesi

Seyyâh ve seyrân...

Whatsapp ile Paylaş
Ey seyyâh;
Nazarınla baktın da
Seyrân eyledin mi
Evveli ahiri
Lüffu kahiri...

Zanlar hakikat denizinde yıkanırsa
Hayalât pür ü pâk
Akıl sebep zincirinden muhayyer
Gönül hicablardan halas olursa...

Sana göre;
Zaman ân olur
Öncenin öncesi, sonranın sonrası
Bir olur...
Zaman, mekân ve meydan 
Seyrânlık olur

Ve
Ten kafesindeki cân 
Hayy'ı bulur...
"...ulûl ilmi kâimen bil kıst"(*)
İlâhî kelâmının işaratına vakıf olur

"Amâ"daki zât-ı Bâri ise;
Hepsinden münezzeh
Her şeyden müstağnidir...
Ve "O",
"Amâ"da idi, elanda öyledir !
__________
(*)Âl-i İmrân, 18

29 Ekim 2022 Cumartesi

Mübârek vatanın gözü pek neferleri....

Whatsapp ile Paylaş

 

Hilalin ortasında
Var beş köşe yıldızı
Şühedanın semboludur
Bayraktaki kırmızı
Hakka teslim gönlü ile
Her ferdi Rabbin kulu
Aziz millete vatandır
Şu mübârek anadolu

Fütûhat ve medeniyeti
İcrâ, inşâ ve ihya eden
Alpaslan ve yiğitleri
Anadolu'nun fatihi...
Resûl'ün medhine mazhar
İslâmbol'un Fatih'i
İ'lâ-yi kelimetullâh uğrunda
Fedai Alperenleri
Kurtuluş destanı ile
Yedi düveli püskürten
Gazi'nin yiğitleri
Hepsi ama hepsi
Azîz milletin ferdi

Ve;
Ey aziz milletin gençleri
Şu mübârek vatanın
Gözü pek neferleri...
Kızılelmadır size
2023, 2053 ve 2071
Ve ebedî istikbâl
Ataların işâreti...

28 Ekim 2022 Cuma

Ferahnâk...

Whatsapp ile Paylaş

 

Şu gülzârdaki güllerin
Lâlelerin sünbüllerin
Rayihâları gizlidir
Her birinin sînesinde

Sîne-gâhından âleme
Buy-i ezhardan saçılır
Safâsından olur cümle
Hamden lillahi ferahnâk

O gülzâr ki huzûr verir
Bülbülü çûş'a getirir
O âheng-i lâtif ile
Her mahlûkât vecde gelir
Gönlümün ezhâr içinde gül gibi dildârı var
Neyleyim her sevgisinde bir yığın ağyârı var
Gül sevenler katlanır hârın dilâzâr cevrine
Her gülün bir goncası her goncanın bir hârı var

Beste: Fehmi Tokay
Güfte: ?
Makam: Rast

27 Ekim 2022 Perşembe

Kader değirmeni öğütür...!

Whatsapp ile Paylaş

Vara yoğa hırçınlaşıp, kadere kafa tutanlar
Talihsizlik isabetine bir gün düçar olunca
Hemen hayata küser biçâre ağlaşırlar
En nihayet kaderin ipine yapışırlar
Kadere teslim olanı "O" dosdoğru yürütür
Sapı samandan ayırır daneyi una döndürür
Mütekebbir ademi değirmende öğütür
Mütevazı ademi Rahmet-i Rahman büyütür
Hayat değirmeni hakla öğütür de öğütür
Akar suyu döner çarkı, döndürürür de döndürür
Çarkı felekdir o dönen, hergeleni öğütür
Ne beni dinler ne seni, sonu başa döndürür
Hayal âleminden tâ hakikât âlemine
"O", mülkünde, hükmünü sürdürür de sürdürür
"Ol" der oldurur, "Dur" der durdurur, "Öl" der öldürür
Gün olur ki, sultanlara; garibin, fukaranın
Muhtacın hizmetini, gördürür de gördürür
Gel ey can aç gönlünü, öğüt al öğütenden
Vadi dolusu ateşi gülşene döndürenden
Terk-i esbâb eyle de sahibü'l esbâbı gör
Dur düşün dersini al Kader Öğretmeninden
★★★
Yahyâ Kemâl der:
"Hiç durmadan hayat öğütür devreden bu çark
Ölmek sırayladır, sıralanmakta varsa fark."

 Ve Necip F. Kısakürek der:
"Zamânın çarkları
"Ben"i öğütüyor"

22 Ekim 2022 Cumartesi

Ben, biz, işbirliği, şikâyet, tefekkür ve ahmaklık üzerine...

Whatsapp ile Paylaş
Yunus Emre derki;
Yol odur ki doğru vara
Göz odur ki Hak'kı göre
Er odur alçakta dura
Yüceden bakan göz değil 
Vücuduna şöyle bir derinden baktın mı ey insan !

Hiçbir organ, uzuv "ben" demeden işini yapıyor...her ne işten sorumlu ise !

Ve hatta, bazen bir diğerinin eksiğini tamamlıyor, gücü ve yeteneği elveriyorsa boşluğunu dolduruyor.

Ötekini kıskanmadan, ona ayakbağı olmadan canla başla sorumluluğunu yerine getiriyor...

Onlar biliyorlar ki, vücud denilen organizma yaşarsa biz yaşarız, o ayakta ise biz hayattayız.

Ve hiç biri yaptığı işten, bulunduğu mevkiden şikâyetçi değil, rahatsız hiç değil.

Meselâ;
Ayağımız 26 kemik, 30 eklem, çokça ligament ve tendondan oluşan karmaşık bir yapıdadır.

70 kg ağırlığındaki bir insanın yükünü iki ayak tabanı çeker, yükün dağılımına bakınca da her bir ayak tabanında yükün yüzde altmışı topuğa, yüzde 40'ı tarağın ön kısmına yüklenir. 

Ancak ayak tabanında yer alan bu yapıların her biri diğerinden bağımsız olmaksızın müştereken iş görürler, işin azlığı/çokluğuna da bakılmaz. 
Niçin ona az bana çok yük bindiki demiyor topuk !

Kalp, barsak, damar, beyin, sinir...hangisini ele alsanız, orda ben yoktur, biz vardır, hep birlikte bütüne katkı sağlamak vardır, yüksünmeden işbirliği vardır, neden ona çok bana az sızlanması ve şikâyeti yoktur.

Ve sistemde her şey yerli yerincedir; barsak epitel hücresi dildeki tad tomurcuğununun yerinde olmayı aklından geçirmez, ben neden barsaktayım demez, işini yapar !

İlişkiler manzumesinden bakıldığında; insanlar, toplum ve devlette de işler böyledir, böyle olmalıdır.

Evrende ve yeryüzünde de bu işin dinamiği böyledir, düzeni böyle kurulmuştur.

Hiçbir şey sadece kendisi içün var değildir, sadece kendi içün yaşamaz. Meselâ; kendi ürettiği meyveyi tohumu kendi beslenmesi içün meydana getiren bitki/ağaç var mı ?

Ya da; kendisi içün koku salgılayan gül, çiçek; kendi kullanması içün su zerrelerini taşıyan bulut, onları denizden karaya sürükleyen rüzgârlar, kendini aydınlatmak ve ısıtmak içün çabalayan güneş var mı!

Yok değil mi ?

Tohum; güneşle, havadaki karbondioksitle, suyla, toprakla birlikte iş yaparak çiçeğe, bitkiye ağaca dönüşme yolculuğuna çıkıyor değil mi ?
 
Hepsi, birlikte birbiri ile barışık ve paylaşımcı...

Ne der canlara Hacı Bektâş-ı Veli; "bir, olalım, iri olalım, diri olalım"

Lâfı uzatmaya gerek yok,  Sâdî-i Şîrâzî  diyor ki:
“Tek bir yaprak, insanı mârifetullâh’a götüren bir divandır. Fakat ahmaklar içün bütün ağaçlar tek bir yaprak bile değildir.”
 

Düşünenler, ilim erbâbı, mütefekkirler; kâinâttaki düzeni, uyumu, hak ile yaratışı, kusursuzluğu görürler de, ya ahmaklar !

Bakınız Rabbimiz Mülk sûresi 3. ve 4. Âyetlerde ne buyuruyor: "Yedi göğü birbiriyle tam bir uygunluk içinde yaratan O’dur. Rahmânın yaratışında hiçbir uyumsuzluk göremezsin. Gözünü çevir de bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? (3). Sonra gözünü tekrar tekrar çevir de bak; (kusur arayan) göz aradığını bulamadan bitkin olarak sana dönecektir.(4)"

Vesselâm.

21 Ekim 2022 Cuma

Kalp, dem-i fâsid ve rahat-ı vücûd...

Whatsapp ile Paylaş

Gel ey can !

Kalp ayinesini mücellâ eyle
Sîne hânesini rûşen eyle, ki;
Esrârın yüzü oraya aks eyleye
Ve bundan sebep;
Zulmet-i cehl ve hicâbdan halâs olasın
Dem-i fâsid de ihrac ola da
Rahat-ı vücûd ile müstehâkın bulasın(*)...
Derler ki, ucb, kibir ve riyâ
Gizlenmişse tevazu kanadı altına
Beden giysisi aradan çıkınca
Perdesizlikte ne ucb, ne kibir ne riyâ
Ne sen, ne de ben kalmayız, anla !
...
Geç benden senden, bul özde bizi
Gerçekte ben yok biz dizi dizi
Fenâ âleminde inşâ ettiğin 
Gecekondunun kalmasın izi
Mecaz değil, düşünmeli bu hakiki sözü

Vesselâm...
__________
Bursevî, İ.H., Kitâbü'n Netice I.

20 Ekim 2022 Perşembe

Hamâkat ve hayırhâh zümresi

Whatsapp ile Paylaş

Bu asırda da cehl-i mürekkeb ehline medenîyet aşılamak isteyen hayırhâhlar vardır elbette, ancak kurumaya yüz tutmuş ağaç gibi ise ademler, işte onlar fazla eğmeye gelmiyor !

Yaş iken eğmek lâzımmış meğer ağacı...

Esen yeller/rüzgârlar büyüme dönemindeki ağacın dosdoğru "kalem gibi" semâya doğru uzamasına fırsat vermemişse eğer, rüzgârların eğip büktüğü eğri büğrü, saçaklı budaklı ve kurumaya yüz tutmuş böyle bir ağacı eğip bükmeye yeltenmemeyi öğretiyor insana zaman...

Azıcık bir kuvvetle odunlaşmış  ağaca yüklenince de çatırdamalar başlıyor.

Hele birde budaklı ise bu ağaçtan mobilya da yapılmazki, olsa olsa mahrûkat olur, mahrûkatçıdan sonra da sobaya yol bulur !
Ahmed Vefik Paşa derki:
"Saat sorarım; gitmez. Odun gibidir, üstüne almaz; hiç de anlamaz"
Hazret-i İsa (a.s.) bir gün çok hızlı bir şekilde kaçıyordu. Adamın biri, bu hâli görünce ardından koştu ve şöyle seslendi:

-Hayrola, ürkütülmüş bir kuş gibi çırpına çırpına niçin ve nereye kaçıyorsun? Arkanda kimse yok!

Hz. İsa o kadar hızlı koşuyordu ki, acelesinden adamın suâline cevap veremedi. Onun bu şekilde kaçışını merak eden adam, sonunda ona yetişti ve tekrar sordu:

-Ey Rûhullah! Kimden kaçıyorsun?

Hz. İsa;
-Ahmaktan kaçıyorum ahmaktan!.. Git bana mâni olma ki, kendimi kurtarayım!, diye karşılık verdi.

Adam;
-Sen nefesi ile körlerin ve sağırların şifâ bulduğu Mesîh değil misin? diye ona mûcizelerini hatırlattı ve bu kaçışın hikmetini sordu.

Hz.İsa;
–Evet ben İsm-i Âzam’ı sağır ve köre okudum; onlar iyileştiler. Ölüye okudum, dirildi. Fakat o duâyı bir ahmağın kalbine şefkat ve merhametle binlerce defa okuduğum hâlde fayda vermedi. O ahmak, katı bir taş kesildi; lâkin ahmaklığından vazgeçmedi. Çorak bir kum oldu da, ondan bir ot bile bitmedi! dedi.

Bu sözleri duyan adamın hayreti daha da arttı ve merakla Hazret-i İsa’ya yine sordu:

-İsm-i Âzam bu kadar şeye tesir edip şifâ verdiği hâlde niçin ahmaklığa tesir edememiştir? Hâlbuki diğerleri de bir hastalıktır; onlara devâ olup da buna olamayışının sebeb-i hikmeti ne olabilir?

Hz. İsa:
-Ahmaklık, kahr-ı ilâhî olan bir hastalıktır. Diğerleri ise körlük gibi kahr-ı ilâhîye uğramayan ibtilâlardır. İbtilâ da bir hastalıktır; ancak sadece mübtelâsına acınır. Ahmaklığa gelince o da bir hastalıktır, lâkin ekseriyâ başkasını yaralar ve zarar verir, dedi...
Böyle bir ibtilâ ile kişi; hamâkati hasebiyle cürmü kadar ahvâlini mahveder ve hep muhâli temennî eder...

Sabır, ya sabır !
İnsan ne vakte kadar idrâki, hisleri, anlağı mantarlaşmış/ odunlaşmışlardan ehl-i hamâkattan "insaniyyet" bekleyecek...

Allah'tan ümit kesilmez, biz yine de medeniyyet içün cehd ve gayret eden hayırhâhlar zümresinin ziyâdeleşmesine niyâz edelim...

Vesselâm.

19 Ekim 2022 Çarşamba

Mülk sahibi...

Whatsapp ile Paylaş
El Melik (c.c.)
İster isen mülk-i hüsn âbâd ola dâd(*) eyle kim
Pâdişehler dâd ile mülkünü âbâd eyledi
(Dehhânî).

Bana derler ki bütün Osman eli mülkün senin 
Kâfirim ger var ise içinde bir taşım benim
(Yavuz Sultan Selim).

Mülk-i dünyâ kimseye kalmaz sonu berbâd olur 
Ey Muhibbî şöyle farz et kim Süleyman olmuşuz
(Kānûnî Sultan Süleyman)

Bu dünyaya kanmayalım. Fanidir aldanmayalım. Bir iken ayrılmayalım. Gel dosta gidelim gönül. 
(Yunus Emre)

Kim umar senden vefayı, Yalan dünya değil misin?
(Yunus Emre)

Mal sahibi, mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi, mal da yalan mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.
(Yunus Emre)

Unutma ey gönül, burası dünya; sefası da fani, cefası da. Öyleyse nankör olmaktan kork gönlüm. Geçici elemlere ve imtihanlara sabret! 
(Mevlana)

Bir mülke mâlik eylemiş ol pâdişah 
Mülk-i Süleyman onların yanında bir vîrânesi 
(Niyâzî-i Mısrî)

Üç beş sene seyretmek için mülk-i fenâyı 
İnsan çekiyor inleyerek bâr-ı kazâyı 
(Ali E. Bolayır)

Istırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer. 
(Neyzen Tevfik)

Bu fenâ mülküne ibretle nazar kıl, ey cân!
Gafleti eyle hebâ, hâli değildir meydan,
Hani Sultan Süleyman, hani İskender Han?
Sâdhezâr ömrü sürûr ile geçirsen bir an
Ne güle, bülbüle bâki, â gözüm bâğ-ı cihân
Kime yâr oldu, muradınca felek-i devr-i zaman.
Tama' ve hırsa uyup nefs ile makhûr olma,
Rahatın zâil olur, nâm-ı meşhur olma.
Sohbet-i ârif-i billaha eriş, dûr olma,
Saltanat-ı mesned-i dünya ile mağrur olma,
Zevk-i dünyaya firîb olmadılar ehl-i kemâl
Bildiler hâsılı hep zıllu huve'l lu'bu hayâl,
Zevke teşbihi cihanın hele rüyâya misâl;
Dâmen-i aşkı tutup buldu kamu kurb u visâl
(Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi)
Gel mülk sahibini an da, rükuya eğil
Fenâ mülkü kimselere asla bâkî değil
Felek ömür fırsatını bir kez vermiş ademe
Mahkeme kadılara hiç bir zaman mülk değil
__________
El-Melik: Hükümdar, Melik, mülkün sâhibi, mülk ve saltanatı devamlı olan... Kur’an’ın ilk sûresi (Fâtiha) ve son sûresinde (Nâs) Allah’tan Melik olarak söz edilir; yâ'ni mülkün sâhibi, bütün eşyânın ve yaratılanların tek mâliki; mülkünde emretmek, istediği gibi tasarruf etmek, hiçbir şarta bağlı olmaksızın sâhip olmak O’na mahsustur. İstediğini azîz, dilediğini de zelîl etme kudretine sâhip olan yalnız O'dur...

(*)Dâd, başkasının zulmünü def ve izâle eylemek.