e-Dergi: Fikir, Kültür, Edebiyat ve San'at, Popüler Bilim muhtevalı yazılar - Editör: Prof.Dr. Suat Kıyak - Redaktör: Nursultan Ahıskalı - İletişim: nefes.kelam@gmail.com
30 Eylül 2022 Cuma
Cem'iyyet...
29 Eylül 2022 Perşembe
Mühim biri ya da hiç...
28 Eylül 2022 Çarşamba
Habbeyi kubbe yapmak...
27 Eylül 2022 Salı
Kısır toprak bile...
26 Eylül 2022 Pazartesi
Aşıran aşırana !
25 Eylül 2022 Pazar
Denî adem ve usanç...
24 Eylül 2022 Cumartesi
Liyâkat, ehliyet ve fasulye...
Ehliyeti uçuran balonlar ya patlarsa... |
Akıl hastanesine tedavi içün yatırılmış, tedavisini yapan hekim iyileştiğine kanaat getirip, hastaya sormuş:
-Artık darı olmadığını anladın değil mi evlâdım.
-Evet, darı olmadığımı iyice anladım doktor bey, ben darı değilim.
Bu cevabı alan hekim taburcu işlemlerini başlatır, hasta taburcu edilir.
23 Eylül 2022 Cuma
Kibir evine girmeyegör...
İnsanın;Tutarsın elinden verirsin imkânıCüceyken dev sanır kendini...el insafHimmeti ne bilsin kibr kumkumasıİyi niyeti de istismâr edermiş insanİnsan;Dönüp de bir maziye baksa da şöyleKendini fasulyeden nimet saymadan önceNe oldum demese de, neler olacak diye gözleseMeğer ben neymişim demeden önce
Tecrübedir ki;Kimini itibar, iltifat, övgü şımartırAyağı yerden kesilir de havalarda dolaşırGün gelir, öyle bir şamar atarki kaderKanadı kırık kuşlar gibi ortalıkda bırakırEy insan;Güvenme bilgine, varına, aklınaKaderin yaşanacak bir gaybı vardırVermeyi bilen almayı da bilir yarınaKibir evi rezaleti çok hızlı çağırır
22 Eylül 2022 Perşembe
Ve "İnsan"....
21 Eylül 2022 Çarşamba
Peşrev çekmek ve peşrev icrâsı...
(Foto kaynağı dipnotta *) |
Pehlivanlar güreş meydanında; güreşe tutuşmadan önce ellerini çırpar, kispetlerine vurur, sıçrayarak er meydanında dolaşır, meydanın orta yerine gelir güreşe başlamak üzere diz kırarak sol diz üzerine çöker, sağ elini önce yere, sonra dizine, dudağına ve alnına sıralı olarak üç defa dokundurarak temennâ ederler ve ardından da “Hayda bre pehlivan” nidasıyla ayağa kalkarlar. Peşrev çekmek esnasında bir yandan da pehlivanlar birbirlerini süzerek, karşılıklı paçaları yoklayarak, sırtları sıvazlayarak ve kucaklayıp silkeleyerek tartarken, arada bir birbirlerine el ense çeker ve hasımlarının kuvvetini de yoklarlar.
İkinci manası: Rakibinin en büyük silahı olan paçalarının sağlam bağlanıp bağlanmadığını kontrol etmektir. Yağlı güreşte paçaların sıkı bağlanması çok önemlidir. Çünkü hemen hemen bütün oyunlar paçalardan alınır. Eğer paçalar sıkı bağlanmazsa pehlivan için çok tehlikeli olur. Böylelikle rakibinin en önemli silahının çalışıp çalışmadığı kontrol edilir.
Üçüncü manası: Kasnağı tutmakla “Ele, bele, dile ihanet olmaz!” fermanına uyulacağı ve rakibinin namusunun kendi namusu olduğu kabul edilmektedir.
Şirazelerde selamlandıktan sonra pehlivanlar tekrar ayrılırlar.
Üç adım geri gitmek “Hak”, “Adalet” ve “Aşk” karşısında boynumuz kıldan ince, üç adım ileri gitmek de hedefimiz ve amacımız “Şehitlik, “Hakkın Rızası”, “İnsanların Duası” manasındadır.
Sağ diz üzerine çökerek sağ eli toprağa dokundurup üç defa dize, dudaklara ve başa götürme ise “Ey pehlivan, gücün ve ustalığınla mağrur olma! Topraktan geldin, yine toprak olacaksın, sahip bulunduğun nimetlerin hesabını vereceksin, gücün, ustalığın, malın, rütben, sende emanettir, sana ihsandır ve bunlar mesuliyet demektir. Sahip olduğun bu üstünlükleri hak yolunda kullanıp kullanmadığının hesabını vereceksin!” anlamındadır."(*)
Peşrevler dört haneli olarak bestelenmiş formlardır. Birinci hane makama giriştir. Makam dizisinin seslerinde dolaşıldıktan sonra teslim hanesine geçilir. Teslim hanesinde makam dizisinin sesleri kullanılarak durak-karar yapılır. İkinci hanede ise yakın makam dizilerine geçkiler yapılır. Tekrar teslim çalınarak üçüncü haneye geçilir. Üçüncü hanede asıl makam dizisinin dışına çıkılarak değişik ses ve diziler kullanıldığı “Meyan” kısmı icrâ edilir. Meyan’da genellikle tiz seslerde dolaşılır. Tekrar teslim hanesi çalınarak dördüncü haneye geçilir. Dördüncü hane asıl makam seslerine dönüşü sağladığı gibi, değişik geçkiler de yapılabilir. Bu bölüm sonunda da teslim hanesinin icrâsıyla peşrev tamamlanmış olur.
Fasıl, koro veya bir solistin programı öncesinde ise genellikle peşrevin sadece birinci hanesi ve teslimi icrâ edilir...
Bahsetmeden geçmeyelim, kültürümüzde zurna ile ilgili bir çok söz de serdedilmiş ki, bir kaçı şöyle;
Zurnanın zırt dediği yer ise şöyle; zurnanın kamış bir ağızlığı var, zurnazen kamışı ıslatmazsa kurumuş kamıştan ses alamaz, ıslattığı kamışı çalma kıvamına getirmek ve ses almaya hazırlamak maksadı ile arada bir üfler, eğer "Zırt" sesi çıkarsa, bu zurnanın çalmaya hazır ve akordunun tamam olduğunu gösterir...
"Zurnanın zırt dediği yer" ve "zurnanın son deliğinden" hazır söz açılmışken, gelelim zurna ile peşrev çalınıp çalınmayacağı mes'elesine...
Şöyleki, zurna, üflemesi zor bir enstrüman...diğer yandan peşrev icrâsı da Türk mûsıkîsine hem vakıf olmayı, makam seyrini bilmeyi, hem de makamların arıza(diyez ve bemol) larını "koma" değeri ile üflemeyi gerektirir ki, bu nüans sesleri 7 delik ile ve oktavlarını da kapsayacak şekilde üfleyebilmek çok ileri derece teknik ve ustalık ister.
“Zurnada peşrev aranmaz, ne çıkarsa bahtına…” diye bir hikâye de var, hikâye şöyle:
Adam omuz silkip dudak bükerek, alaycı ve küçümser bir eda ile:
-Yok daha neler, zurna ile peşrev çalınmazki. Hem siz notada bilmezsiniz, benim isteklerimi çalamazsınız, kendiniz çalın kendiniz oynayın.
Zurnazen, bu küçümser ve alaycı tavıra çok içerler. Başlar ekibiyle farklı makamların peşrevlerinin ardınca klasik eserleri icrâ etmeye...Şükrü Tunar'dan Hacı Arif bey'e, Zekâi Dede'den, Mustafa Itri'ye...
20 Eylül 2022 Salı
Her kemâlin bir zevâli var...
19 Eylül 2022 Pazartesi
Fikir dünyamız ve yenilikçi yaklaşım...
Kültür ve medeniyyet tarihimize bakıldığı zaman, bazı dönemlerde fikri kuluçka merkezlerinin oluştuğu, ilim heyetlerinin bir araya getirildiği ve imkân sunulduğu görülür ki, bu devirlerin ardından ilerleme, gelişme ve kalkınma dolayısı ile yükselme dönemleri ortaya çıkmıştır...
Bu açıdan benzeri devirlerin idrakı içün entellektüel seviyesi yüksek ve ufku geniş insanların toplumun terakkisi içün önderliği, yetiştirilmesi gerekli ve zorunludur.
Bunun içün de örgün ve yaygın vasıtalar önündeki engellerin ortadan kaldırılması mes'elesi makropolitik olarak ele alınmalıdır.Zengin kültür ve medeniyyet köklerine sahip milletimizin muasır medeniyyet seviyesi, bu köklerden beslenmiş mevcut durumu bilen, gelişmeye açık, yüksek kapasiteli ve nitelikli gelecek nesiller ile mümkün ve elzemdir.
Sadece mesleki formasyon gayesine matuf bir eğitim sisteminden geçen nesiller belki başarılı bir meslek adamı olabilirler, ancak onların entellektüelite açısından nakıs olmaları seküler olarak kalkınmayı sağlasa da, ruhsuz bir cisimden öte, kökü zayıf ve meyvesiz ağaçtan farklı bir durum ortaya çıkmaz...
Seçkinci değil, seçkin olmak üzere yetiş(tiril)miş, üst seviye entellektüeliteye ve kültür birikimine sahip akılların lokomotif olduğu bir yerde toplum yerinde saymaz. İvmelenme ve motivasyona yönelik çabalar ile topyekün olarak kısa zamanda çok fazla mesafe alınır.
Yalnız bir şartla, entellektüellerin yozlaşmaması içün, kendi millî ve manevî köklerinden kopmasına sebep olacak kapıların sıkı sıkıya kapatılması lâzımdır !
Toplumu yönetme erki, temsil kabiliyeti yüksek, geçmişten ve gelenekten beslenerek geleceğe bakabilme tecrübe ve bilgisine sahip insanlara tevdi edilmiş toplumlarda bu terakki ve muasır medeniyyet seviyesi üstüne çıkma hızla gerçekleşir.
Toplumun bütün katmanlarının eğitim ve entellektüel kapasitesinin artırılması, gelişme ve ilerlemeye hazır aynı zamanda onu kabul edecek mentaliteye getirilmesi, fikri zenginliği çeşitli vasıtalarla oluşturmaya doğrudan bağlıdır. İnsan kaynaklarının kalitesini artırmanın yolu uygun vasatın oluşturulması ile mümkündür. Müteharrik / indükleyici vasıtaları eğitimde kullanmak, toplumun her katmanı ile elele kolkola yürümek, bu şuurun oluşması ve yerleşmesine bağlıdır.
Bu sebeple fikri kuluçka merkezi olarak addedilebilecek fikir, san'at ve estetik merkezleri, bilim ve ilim merkezli beyin fırtınası yapılan platformları, insanın mânevî tarafına hitap edecek kültür mecralarını teşkil, teşvik ve tesis etmelidir.
"Fikir hamallarına değil, fikir sahiplerine, fikri yaşayarak yaşatanlara ihtiyaç var ! "
Bu gaye içün; medeniyyet içün, entellektüel seviyesi ve kalitesi yüksek bir toplumu inşâ ve ihyâ içün bu, olmazsa olmaz şarttır...
Bu ideale yönelik olarak eğitim çarkı tâ erken yaşlardan olgun yaşa kadar sistemli ve çağdaş müfredatlarla ve taviz vermeden, disiplin içerisinde işletilmelidir.
Meselâ pozitif bilimler içün cari olan inovatif yaklaşımları sosyal bilimler ve eğitim bilimlerinde de görmeliyiz, ayrıca disiplinlerarası eğitim geçişkenliği ile fen ve sosyal bilimleri birlikte bireylere aktarmalıyız çünki buna ihtiyaç var...kültür ve medeniyyet aksımızdan çıkmadan, birikimleri yenileyerek, yenileyip çağdaş normlara göre şekillendirerek bu yapılmalıdır.
Millî ve mânevî değerlere sahip, donanımlı münevverleri bu hedefe matuf olarak heyetler halinde biraraya getirecek, bir masa etrafında buluşturacak mekânlar ve mekanizmalar hem kamu hem de STKlar yolu ile hayata geçirilmeli ki, toplum dünyanın gidişatındaki malûm gelişmişlik ve kalite noktasını ıskalamasın ve gelecek kuşaklar bu çerçevede yetişsin.
Ve toplumdaki maraz ve mazarratın tedavisi ancak rol model olan ve kâmil düşünen; tefekkür çarkları paslanmamış, fikri hür, vicdanı kilitsiz, ahlâkî umdeleri hâl edinmiş münevverler eliyle olur...
Değilse; "yerinde say" komutu ile ayaklarımızı birbir kaldırıp indirerek, "yaylalar yaylalar" türküsü eşliğinde, yürüyormuşuz zannında çakılıp kalırız...
"Terakki telakki edilmeden medeniyyet inşâ ve ihyâ edilemez !"
18 Eylül 2022 Pazar
Kelâm mübârek, sadâ mübârek...
Harcanmaz nefes
Edilmez kelâm...
Hikmetten nasibsiz cühelâya
Deyip geçmeli"Selâm"...
17 Eylül 2022 Cumartesi
Bugün de kaybettik...
Bir tüccar hergün akşam dükkânını kapatırken "bugün de kaybettik" dermiş.
16 Eylül 2022 Cuma
Cehl-i mürekkep sâhibi...
14 Eylül 2022 Çarşamba
Çiftler, zıtlar ve kâinât...
"Fizik bilimine göre fotonun ve nötral pionun dışında bilinen her parçacığın bir karşıtparçacığı var."
"ışığın kendisinin, ışığın kaynağı olamayacağıdır."
13 Eylül 2022 Salı
Mevsim güz, insanoğlu ihtiyar...
11 Eylül 2022 Pazar
Solda Sıfır, Gül Yaprağı ve Suskunlar Meclisi...
Sultan Hüseyin BAYKARA |
Mevlânâ Molla Câmî (Abdurrahman bin Nizameddin Ahmed), Horasan’ın Câm şehrinin bir kasabasında doğmuştur. İlk tahsilini babasından alır, babası Herat Nizâmiye Medresesi’nde müderrislik yapmış bir zattır.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî'nin ilmî ve mânevî yönüyle zirvede olduğu yıllar Timur İmparatoru Sultan Hüseyin Baykara dönemidir (1470-1505). O, sultanların ve saray ileri gelenlerinin kendisine sonsuz hürmeti olmasına rağmen hiçbir zaman hükümdarlara hoş görünmeye çalışmamıştır. Câmî, ilim ve sanat hâmisi Hüseyin Baykara gibi hükümdarları övmekle birlikte asla aşırılığa kaçmamış, metihlerinde kişileri hayra teşvik edici ve eğitici bir üslûp kullanmıştır. Sultan Hüseyin Baykara da kendi devrinin âlim ve şairlerini anlattığı risâlesinde Câmî’den büyük bir övgüyle bahseder. Sultan Hüseyin Baykara Mevlânâ Abdurrahmân Câmî için bir medrese yaptırır, Câmî orada dersler okutur, talebe yetiştirir. Muhyiddin İbni Arabi'nin eserlerini şerh etmesiyle de bilinir Mevlânâ Abdurrahmân Câmî...
Câmî, sadece Mâverâünnehir ve Horasan’da tanınmakla kalmamış, Hindistan’dan Balkanlar’a kadar uzanan geniş bir alanda sultanların, âlimlerin ve şairlerin saygısını kazanmıştır. Anadolu Türkleri arasında da "Molla Câmî" olarak bilinir.
Fâtih Sultan Mehmed, Câmî’yi hacdan dönerken İstanbul’a davet etmek için Hoca Atâullah Kirmânî’yi 5000 altın hediye ile Halep’e gönderdiyse de Kirmânî varmadan az önce Câmî oradan ayrılmış olduğundan bu davet gerçekleşmemiştir. Fâtih ikinci defa yine değerli hediyelerle Câmî’ye bir elçi gönderip ondan kelâmcılar, felsefeciler ve mutasavvıfların görüşlerini mukayese eden bir eser yazmasını istemiş, bunun üzerine Câmî "ed-Dürretü’l-fâḫire" adlı eserini kaleme almış, ancak eser kendisine sunulmak üzere gönderildiğinde Fâtih vefat etmiştir. Câmî’nin divanında Fâtih Sultan Mehmed’in fetihlerini anlatan mesnevi tarzında bir şiiri yer almaktadır.
Fâtih’in oğlu II. Bayezid ile Câmî arasında karşılıklı yazılmış mektuplar, sultanın ona karşı saygı ve sevgi beslediği anlaşılmaktadır. Câmî II. Bayezid’in bir mektubuna bir kaside ile cevap vermiş, başka bir kasidesinde de onu övmüştür.
Câmî’nin, Baykara devrinin emîrlerinden Ali Şîr Nevâî ve Süheylî gibi şairlerle de yakın dostluğu vardır.
Câmî vefat ettiğinde cenazesi, başta Sultan Hüseyin Baykara ve Ali Şîr Nevâî olmak üzere devrin bütün ileri gelenlerinin iştirakiyle kaldırılır.
-"Akıl dışında olan şeyler, keşif ve müşahedeyle, kalp gözü ile anlaşılır. Akıl bunları anlayamaz."
-"Bir'i iste, Bir'i oku, Bir'i ara, Bir'i gör, Bir'i anla, Bir'i söyle…"
-"Allah dostları ile bir an beraber kalıp sohbet etmek, cehl u gafletle yüz sene takvaya çalışmaktan evlâdır!"
-"Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: Padişahlara sertlik, âlimlere mal sevdası, zenginlere cimrilik…"
-"Cihanın seni aziz etmesine pek de aldanma. Çünkü aziz etmiş olduğu kimseleri tekrar hakir ettiği çok görülmüştür."
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî'nin, Ali Şîr Nevâî ile birlikte toplumun ilim ve irfan yönünden yetişmesi için çaba ve hizmetleri olmuştur. Ali Şîr Nevâî ve Câmî eserler vererek mensup oldukları cemiyetleri aydınlatmaya çalışmışlardır…
-"Bana öyle bir şey öğret ki kalan ömrümde onu yaparak cenabı Hakk'ın rızasını kazanayım" der. Molla Câmî ona sadece "kalbini" işaret eder !
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî (1414-1492)'nin yaşadığı dönemde tanınmış âlimler, yazarlar ve bilginler, “Suskunlar Meclisi” (Meclis-i Hâmuşan) adını verdikleri bir heyet oluşturmuşlardır.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî bir gün suskunlar meclisinin üyelerinden birinin öldüğünü duyar. Bunun üzerine üyeleri toplantı halindeyken toplantı yapılan binaya gelir. Binanın önünde bir kapıcı bekliyordur. Ona hiçbir şey demeden isteğini bir kağıda yazıp gönderir.
Meclis üyeleri Mevlânâ Câmî’yi çok yakından tanıyorlardır, fakat vefat eden üyelerinin yerine başka bir değerli insanı almışlardır. Mevlânâ Câmî'ye münasibince bunu ifâde etmek için bir yol üzerinde mutabık kalırlar. Bir bardağı ağzına kadar su ile doldurup kapıcıyla Mevlânâ Câmî’ye gönderirler. Bununla meclisin üye sayısının tam olduğunu, yeni bir kişiye yer olmadığını anlatmak istiyorlardır.
Kendisine, ağzına kadar su ile dolu bir bardak gönderilen Mevlânâ Câmî, meclis üyelerinin ne demek istediğini anlamıştır. O da hemen bahçedeki gülden bir yaprak koparıp yavaşça bardağın üstüne koyar ve kapıcıya verir, kapıcı bunu içeri götürür..
Meclis üyeleri ağzına kadar su dolu olan bardağın üzerine bir gül yaprağı konarak kendilerine geri gönderildiğini görünce durumu anlarlar. Böyle bir insana “meclisimizde yer yok!” anlamında tepeleme su dolu bardakla cevap verdiklerinden dolayı da çok üzülürler.
Otuzla sınırlı olan üye sayılarını da aşarak Mevlânâ Câmî’yi üye yapmaya karar verirler.
Mevlânâ Abdurrahmân Câmî meclise gelince başkan onun adını da listeye yazar. Üye sayısını belirten 30 sayısına bir "0" ekleyerek kendisine verir. Başkan bununla Mevlânâ Câmî’nin katılmasıyla meclisin değerinin on kat arttığını anlatmaya çalışıyordur. Listeyi eline alan Mevlânâ Câmî, kendisinin gelmesiyle meclisin değerinin on kat artmış olduğu düşüncesine katılmadığını göstermek için 30 sayısına eklenen 0’ı silip otuzun soluna "0" yazar...
Mevlânâ Câmî saygı ve alçak gönüllülük üzere verdiği bu cevapla, meclisin üye sayısını artırmadığı gibi, kendi değerinin, bu meclisin yanında solda sıfır olduğunu anlatmaktadır...
Aradan on gün kadar bir zaman geçtikten sonra, o deve çölde kum fırtınasına tutulup ölür. Arabî, Mevlânâ Câmî’ye gelip;
-"Bana hasta bir deveyi sattın", diyerek, küstahça sözler söyler. Molla Câmî, adama parasını geri vererek;
-"Deve nerede öldü?" buyurur. O da;
-"Falan yerde, istersen gidip görelim", der. Molla Câmî, devenin öldüğü yere gitmeyi kabûl eder. Yola çıkmadan evvel, yakınlarından bir kimseye buyurur:
-"Bu Arabî’nin ölümü yaklaştı!"
Arabî, Mevlânâ Câmî hazretlerini devenin kum fırtınasına tutulduğu yere getirince orada düşüp can verir...
Kaynaklar:
Sultan Hüseyin Baykara
8 Eylül 2022 Perşembe
Meşk usûlü, usta çırak ilişkisi ve Hafız Zeki Altun...
Diğer bir çok dallarda olduğu gibi san'at eğitiminde de nazari eğitim yanında mutlaka uygulamalı eğitim yapılır ki, bunlar biribirlerinin mütemmim cüzleridir.
Asırlar boyunca ilmek ilmek dokunarak örülmüş san'at anlayışımız ve zirvenin imbiğinden süzülerek damıtılmış Türk-İslâm san'atları, dünya san'at tarihinde hak ettiği yeri almıştır.
Medeniyyetimizde bu san'atların eğitiminde ve öğretiminde "meşk" usûlüne önem verilmiştir; hoca talebesine hem nazariyyat hem de alıştırma uygulamaları yolu ile, usta öğretici olarak, bilgi aktarımı yapar. Bu eğitim-öğretim metoduna "meşk etmek" denilmiş ve ders ve alıştırmaları usta-çırak, hoca-talebe arasındaki birlikte çalışma tarzında yürütülmüştür. Ders vermek "meşk vermek", ders almak ise "meşk almak" olarak tabir edilmiştir.
Eğitim yahut terbiye kişinin kendi kendini yetiştirmesi ile -istisnaları hariç- pek mümkün değildir. Özellikle san'at öğrenmek ve bu hususta kabiliyetin -varsa- disiplin altına alınarak geliştirilmesi içün talebenin bir üstâdın eğitiminden meşk usûlünde geçmesi gerekir.
Hz. Ali’ye izâfeten:
"Güzel yazı bizzat hocanın öğretişinde (meşk) gizlidir; olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslâm dinini yaşamakla olur." ifadesi meşkin gücünü ortaya koyan mühim bir tesbittir.
Meşk yolu ile ustadan çırağa öğretilen ve sık tekrarlarla hafızaya alınma esasına dayalı bu geleneksel öğretim usûlü ile hüsn-i hat, tezhip, ebru gibi süsleme san'âtlarında ve mûsıkîmizde çok meşhur san'atkârlar yetişmiş, medeniyyet tarihimize isimlerini altın harflerle yazdırmışlardır.
"Gönlüm isterdi ki mâzîni dirilten san’atSana târîhini her lahza hayâl ettirsin"
Türk mûsikîsinde usta çırak ilişkisi çerçevesinde, üstâd talebesine eserleri meşk etmek yolu ile öğreterek aktarır, yetiştirdiği ve "alaylı" tabir edilen bu san'atkârlar zümresi eliyle ve sayesinde de, bir çok klasik eser yüzyıllar öncesinden günümüze kadar ulaştırılmıştır.
Nota sisteminin olmadığı/kullanılmadığı dönemlerde meşk usûlü ile yetişen üstâdların kültür hafızaları sayesinde taşınmış olan eserler, sonraki dönemlerde "mektepli" san'atkârlar tarafından kayıt altına alınmıştır.
Mûsıkîmizin önemli özeliklerinden biri olarak uslûp ve tavır, meşk ve repertuar silsilesi sayesinde oluşur/gelişir ki, bunlar san'at ve san'atkâr açısından önemlidir.
Rahmetli "Prof. Dr. Alâeddin Yavaşça repertuar silsilesi ve kendi meşk silsilesinin hocaları sayesinde Zekai Dede’ye kadar dayandığını, Zekaî Dede’den Hamamizade İsmail Dede Efendi’ye oradan Sultan III. Selim ve onun hocası Tanburi İsak’a kadar dayandığını" ifâde ediyor, "bu da iki yüzyıllık bir meşk silsilesi ve repertuar aktarımını bu yüzyıla ulaştırmak" demektir (1).
Meşk usûlüyle ses eğitimi ve mûsikî eğitimi alanlar içerisinde hafız ve mevlidhânlar önemli yer tutmaktadırlar.
Yakın zaman bestekârlarından ve çok farklı üstâdlar ile meşk etmiş olan klasik meşk geleneğine bir misâl olmak üzere Hâfız Mevlidhan Hanende ve Bestekâr Zeki Altun'dan bahsetmeden geçmeyelim..
Hafız Zeki Altun ile ilgili; "Mûsıkîşinas Zeki Altun'un Hayatı ve Eserleri" başlıklı bir de lisansüstü çalışma (Ergür, 2003) yapılmıştır. (2)
Zeki Altun;"Hafız Kemâl, Hafız Burhan, Saadettin Kaynak, Hafız Arap Cemal’i tanımış, kimisinin rahle-i tedrisinde bulunmuştur." Zeki Altun'un kişiliği ve san'atı ile ilgili olarak da: "...fevkalade edasıyla, sedasıyla, tavrıyla İstanbul beyefendisi, İstanbul terbiyesi almış, çok şık ve zarif giyinen, kendisine çok iyi bakan ve oturduğu, bulunduğu muhitlerde fevkalade saygınlık kazanmış bir zat idi. Fasıllarda bulunmuş Zeki Çaglarman ile Istanbul Radyosu fasıllarına iştirak etmiş ve Türk sanat mûsıkîsine de vâkif idi. Hasılı mevlidhanlıkta en zirvede olanlardan, İstanbul tavrını iyi okuyanlardan biri oldu. Biz onlara efsane gôzüyle bakardık, yanlarına yaklaşamazdık Nusret Yeşilçay, Esat Geredeli, Mecit Sesiştir ve Zeki Altun’dan hep istifade etmeye çalışılırdı" denilmektedir.
Buyrunuz rahmetli bestekâr Hafız Zeki Altun'un Eserlerinden Bir Demeti dinlemeye...
2)Ergür, C.E., 2003. "Mûsıkîşinas Zeki Altun'un Hayatı ve Eserleri", Marmara Üniv., Sosyal Bilimler Enst.,Y. L. Tezi