e-Dergi: Fikir, Kültür, Edebiyat ve San'at, Popüler Bilim muhtevalı yazılar - Editör: Prof.Dr. Suat Kıyak - Redaktör: Nursultan Ahıskalı - İletişim: nefes.kelam@gmail.com
30 Eylül 2020 Çarşamba
Yürü konaktan konağa bir yolcu gibi...
28 Eylül 2020 Pazartesi
Tek millet, iki devlet...
27 Eylül 2020 Pazar
Mâzîye sürgün...
26 Eylül 2020 Cumartesi
Vandalizm ve örümcek ağına takılmış sinek...
Örümcekler genellikle zahmetsiz kazanç peşinde olan omurgasız hayvanlardır.
"Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yereYalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu"
Bu beytin bir çok yorumu yapılmış ehl-i irfân tarafından.
Sinek ego, kartal insanî ruh yorumu yapıldığı gibi; küçümsenip önemsenmeyenin, hâkir görülenin güç ve nüfuzlu olanı Rabbinin yardımı ve koruması ile yere çalması şeklinde yorumlar var...
Bu yorumlardan birisi de Niyazi Mısrî'ye ait: O'na göre kartal ile kastedilen üç tip insandır.
Birincisi: Makam ve mevkisine güvenen, bu yüzden kibirlenen tekebbür ehlidir.
İkincisi: Öze dair hususlarda bir şey yapmayan ancak kendini öyleymiş gibi gösteren gösteriş düşkünleri riyakârlardır.
Üçüncüsü de hor ve hakir görenlerdir.
Sinek ise bu üç grubun hor ve hakir gördüğü, zayıf, nüfuz karşısında gücü olmayan, korunmaya, adalet ve merhametle davranılmaya muhtaç gariban ve fakir kimselerdir.
Fuzulî ise bir beytinde; bu zayıf ve hakir görülen kimselerin, Rablerine sığınıp, işi O'na havale etmekle aslında toz kaldıracak güce eriştiklerini, teslimiyetlerini konu eder:
"Hakîr bakma bana kimseden sağınma kemem
Fakîr-i pâdişâh-âsâ gedâ-yı muhteşeme"
"Çok da mağrûr olma kim meyhâne-i ikbâldeBiz hezârân mest-i mağrûrun humârın görmüşüzBir gün eyler dest-beste pâygâhı câygâhBî-aded mağrûr-ı sadr-ı itibârın görmüşüz"
Bu babda demeli ki; Nemrud kendini kartal gibi görürken burnundan giren bir sinek onu yere çalıvermiş...sonunu getirmiş !
İnsanı insanlığından uzaklaştırıp yere çakacak kibriya, nüfuz düşkünlüğü ve benzeri gibi küçük gibi görünen temayülleri olabilir, ancak kendini bilenler, insanî derekesini korumaya çalışarak şeytanî tuzaklara düşmezler. Eğer bu rikkat ve hassasiyet olmazsa, bu tenezzül kişiyi şeytanın yukarıda söz edilen tuzaklarına kolayca düşürür.
24 Eylül 2020 Perşembe
Adem yahut "Âdem"...
Kişi; ya tesviye ve terbiye ile hamlıktan "insan"a evrilir âdem olur, ya da direnir de "insan"dan uzaklaşır, adem kalır...
Evveli adem olan "insan", "âdem" olmaya adaydır amma, önüne ne badîreler çıkar...
Gün gelir ateş ile imtihândadır, nâr-ı cahîm içre çırpınır...
Gün gelir su ile... nefsin nefessiz kalmasının mânâsını idrâk eder...yüzmeyi öğrenmek için çırpınır durur, ya yüzmeyi öğrenir yahut dibi görür...
An olur; fırtına, kasırga, hortum ve bora eser de insanlığını kökünden sökmeye yeltenir...
Dem olur, kurumuş çorak toprak, yahut çöle, dem gelir gümrâh bir araziye döner...bire bin verir başak başak...
Bir dem olur ademî, bir dem gelir âdemî...Suflî yahut ulvî...Siccin ya da illiyun...kişiye sunulmuş iki tercih...
Nâr-ı cahîm de, nûr'us-semâvât da insana dönüktür, insana...başını nereye çevireceği kişiye kalmış...
Zâtî der ki:
"Eşiğin terk edenin yeri cahîm olsa gerek"
Rûhî-i Bağdâdî ise bir beyitte:
"Konulmasın rakîb-i bed-ef’âl kûyuna / Cennette n’eyler ol ki makāmı cahîmdir" der...
Bu tercihi, adem kürre-i arzda iken yapacak ki...beriden öteye hangi menzile varacağının kararını verecek...
Adem; ya "Âdem" olacak ve illiyun için vize alacak, yahut terbiye ve tesviye kabul etmez "ademiyyet" üzre mühletini harcayarak siccine yol alacak ve belki de turab olmayı dileyecek zamanı gelince...
"İnsan"a giden yolda Rabbimiz yâr ve yardımcımız ola inşâ'Allah...
----------
Âdem: Hazreti İnsan. Cenâb-ı Hakk Âdem'i halketti, tesviye etti, cesedine nefhâ-i ruh etti, terbiye etti, sonra esmâyı tâlim etti ve hilâfete namzed kıldı.
Adem: Yokluk, olmama, bulunmama. Vücudun zıddı
20 Eylül 2020 Pazar
Entelijansiya, Kör kuyuya taş atmak ve Hoşafın yağı...
Kişinin ufkunu ait olduğu entelijansiya belirler.
İdrak ettiğimiz çağın gerçeklerini okumaksızın ve akl-ı selim olanlardan müteşekkil istişarî sermaye devreye sokulmadan istikbâle matuf bir entelijansiya ortaya çıkamaz.
☆☆☆
Münevverler topluluğu (=entelijansiya) ile istikbâl şekillenmeli...tamam da, eldeki malzeme yahut kumaşın kalitesi de önemli değil mi...!
Mesela; basit, vasıfsız, kerameti kendinden menkul, kifayetsizliği dahi kendine bol gelmiş bir insan ne ile uğraşır ?
Bizim kültürümüzde; aklı, kalbi ve hissi selim olmamakla ifade edilen, IQ'su vasat, EQ'su mübhem ve gayr-i muayyen olanların tepelerin ardını projekte etmeleri mümkün mü ?
Atîyi hesaba katmadan eyyamı deruhde etmek her kişinin harcı tabiki...Amma eyyamcı içün uzak ve mübhem olan atî, saatler durmaksızın ilerlediğinden, hazırlıksız yakalanacağı bir günde mutlaka gelecek.
Kör kuyuya taş atmak denilen bir söz var güzel türkçemizde. Kuyu başında bekleyip vakit tüketenlere bir va'z ü nasihattır ki, kuyuda ilerleyen taşdan su sesi ya gelir ya gelmez !
Akl-ı selim zevât, öteleri gören göze, hikmete ma'ruftur.
Hani uzak görüşe şimdilerde uzgörü de derler...
Kifayetsiz muhterisler ise; maa't-teessüf kıt akıl ve kısa görüşlü olsalar da, fırsatını bulduklarında akıllarını eyyamcılık için kendilerini aşacak maharet ile kullanmaya çabalarlar...
Ve malesef ki fırsat kollayarak ma'kes bulduklarında itibar görür, şahsi hesapları için bildikleri bütün oyunları sergiler, hoşafın yağı kesildi deyu kazan kaldırmaya yeltenebilirler de...
☆☆☆
Hoşafın yağının kesilmesi ve kazan kaldırma hikâyesini çoğu insan bilir. Özetle;
Osmanlı'da Yeniçeriler, kazan kaldırırlar. İsyan haberi Padişaha ulaşır.
Padişah:
Resim için kaynak: https://www.osmanlidevleti.gen.tr/ |
-Gidip öğrenin bakalım, neymiş dertleri.
Yeniçeri Ocağına gidilir, Yeniçeri ağası ile görüşülür.
Ağa:
-Bize artık değer verilmiyor, yemeklerimizin malzemesi kısıldı, devlet-i âlîyye bu kadar fakir mi düştü ki, hoşafımızın yağı dahi kesildi.
Konu padişaha aktarılır ve yeniçerilerin aşçıbaşısı, huzura çağrılır.
Padişah: '
-Siz ülkemiz için savaşan, topraklarımızı genişletip koruyan çerilerimizin hoşaflarının yağını nasıl kesersiniz, bre kâfirler, diyerek azarlar.
Aşçıbaşı;
-Ama padişahım, hoşafta yağ olmaz. Çeriler kazan kaldırmak için bahaneye bakmış.
Padişahın konuyu derinlemesine araştırmak için görevlendiriği kişiler, hoşafın yağlı olduğu dönemi ve o dönemdeki aşçının emekli olduğunu öğrenirler, işin aslını öğrenmek için emekli aşçıyı çağırır, hoşaf yaptırır ve dağıtmasını sağlarlar. Emekli aşçı evvela pilavı, sonra da pilav koyduğu kepçe ile hoşafı dağıtır. Dolayısı ile kepçenin yağı hoşafa bulaştığından hoşafın üzerinde ince bir yağ tabakası oluşmaktadır. Ve anlaşılırki, hoşaf üzerinde gezinen yağa yeniçeri alışmıştır.
Emekli olanın yerine gelen aşçı ise iki ayrı kepçe ile yemek dağıtınca hoşafa yağ bulaşmaz olmuştur. Bunun ise yeni aşçının saraydan emir alarak ve mutfak masraflarını kısmak için olduğunu düşünmüştür yeniçeri. Bu yüzden isyan edip; hoşafın yağı eksildi deyu kazan kaldırmışlardır.
Ve geçmişteki yağlı kepçe ile hoşaf dağıtma normlaşınca, sonraki temiz kepçe ile yağsız hoşaf dağıtımı sorgulanır olmuştur...
☆☆☆
La Rochefacuald'dan bir söz: "Basit düşünceli adam, yakınındaki her şeyi suçlamaktan zevk alır."
☆☆☆
Azîz ve necib milletimiz ve devletimizin ilelebed payidar kalması içün gayret eden münevverlerin biraraya gelmesi, akl-ı selimin galebe çalması, ilm ü irfânın ziyâdeleşmesi, niyeti hayr olmayan cühelâ ve zımnî maksadlıların ma'kes bulmadan müstehakını bulması niyazı ile...
19 Eylül 2020 Cumartesi
Fettan...
Akl-ı fa'âl...
18 Eylül 2020 Cuma
Zevk-i Selim...
17 Eylül 2020 Perşembe
Kısa deyişler...
16 Eylül 2020 Çarşamba
Okur/Yazar...
15 Eylül 2020 Salı
Yaz ortasında ayaz...
14 Eylül 2020 Pazartesi
Ey bülbül, ne çok şakırsın öyle...
12 Eylül 2020 Cumartesi
Sanal ile gerçek arasında bir yerlerde...
İnsanın insanlığından metamorfoz ile ırak düştüğü bir çağı idrak ediyoruz.
Deformasyon ve dejenerasyon tam gaz...
Yalan dolan gırla gidiyor, ar edeb rafa kalkmış, ego tavan, ahlâk yavan...
Ahsen-i takvîmden uzaklaştıkça uzaklaşırsa insan, çürümüşlük ve bozulma içe işler bir zaman !
Amma Ahsen-i takvîm üzre demeye kalkınca bu da ne demek derler... bu çağda çoğunlukla bunu bilen de yok, bilse de ona uygun yaşayan da yok...
Tercih fâniden yana, sanaldan yana, hazdan, kolaydan, beleşten yana olur da; hakikât olan formata, âlem-i bekâ formatına uygun yaşamak olmaz ise, işte olacağı bu !
Ne vakit ki kişiler kendini görmezden gelip sorgulama yolunu terk eder, hep ötekinin gözündeki saman çöpünü irdeler ve eleştirir, işte o vakit hak ile batıl karışır...
Hem böyleleri; kendine ayna tutulursa da, aynalara kızar, kendi çirkin yüzünü görmeye dayanamaz, hatta aynayı kırmaya yeltenir...
Arasatta kalmak, akıl ile gönlün arasındaki arzu ve ihtiras dairesinde kalmak, egonun isteklerine hayır diyememek, meşru gayrimeşru ayırdını göz ardı etmek, aşağıların karakteristiğine teslim olup gitmektir...
Ya da, dünyâ hayatının sonlu olduğu realitesini unutmadan, böyle bir yolun yolcusu olduğunu unutmamanın çizdiği sınırlarda yaşamak tercihi...
Ötekine zarar vermemeyi ilke edinmiş, yek digerine fayda esaslı olan yoldaki bir yolcu...
Edeb üzre, fıtrata uygun yaşayan, insan ve çevre hak ve hukukuna titizlikle riâyet eden, kötü ve kötülük güdülerine muhalif bir insan olma gayreti...
Mümkün mü ?
Evvel Allah...gayret ile...
Değilse; cehenneme dönmüş bir dünya hayatı...çile, keder, dertler, işlerin sarpa sarması, huzursuzluk ve bunalımlar !
"Der-kenar"dan "Hâşiye"ler...
11 Eylül 2020 Cuma
Sorumlu muyuz...!
İnsanoğlu, müspet mânada;
- Yaptıklarından sorumlu olduğu kadar, yap(a)madıklarından da sorumlu.
- Söylediklerinden sorumlu olduğu kadar, söyle(ye)mediklerinden de sorumlu.
- Attığı adımdan da, at(a)madığı adımdan da sorumlu.
- Gördüğünden/duyduğundan da sorumlu, görmezden/duymazdan geldiğinden de...
- Mes'uliyetinin gereğini yerine getirmekten de sorumlu, getirmemekten de...
- ....
8 Eylül 2020 Salı
Pervâne gibi...
6 Eylül 2020 Pazar
Ne facirler geldi geçti...sarı çizmeli
2 Eylül 2020 Çarşamba
Dede Korkut'tan...Taşın bahtında altın olmak yok.../Nursultan Ahıskalı
"Bir kötü taş bir altın kâseyi kırar. Ama ne taşın değeri artar, ne de altının değeri düşer" der, Dede Korkut.
Taş altına değmekle taşlığından kurtulmaz. Altın da taşın değmesi ile altınlığından bir şey eksiltmez.
Hani çakallar vardır, aslanların artıkları ile beslenmek için onların çevresinden uzaklaşmazlar...yahut akbabalar, kartalların avlarını yemesini beklerler !
Ne çakal aslan, ne de akbabalar kartal olabildi dünya varolalı...
Kıl ve tüy ile uğraşanların sarraf tezgâhında ne işi olabilir, yahut kıyl ü kâl ehlinin san'at/zenaat ehli ile hem hâl olması beklenebilir mi !
Hâni derler; "Kalite tesadüf değildir..." Kalite; dokudur, mayadır, karakterdir, tecrübedir, bilgidir, kültürdür...insan gibi görünmek değil, münhasıran insan olmaktır ! Bunlarsız olanı bir süreliğine ışıldadıktan sonra pasının akması ile hurdacıya giden, ait olduğu yere dönen tenekedir; yeniden haddelenir, artık sarrafa kadar değil, tenekeciye kadar da yol alır !
Altın suyuna batmakla, teneke altın mı olurmuş !
Olsa olsa sarrafa yolu düşüp miyara vuruluncaya, sahteliği ortaya çıkıp da tenekeliği tescil oluncaya dek taklidî ışıltısı ile aymazların gözünü boyayabilir...
Altının kıymetlendiği ve nadirattan olduğu devirlerde altın kaplama tenekelerin bahtı açılır gibi olsa da, piyasada elden ele dolansa da, bu ışıltısı çok sürmez, sarrafa yolu düşünce, çil altınlar vitrinde ışıl ışıl parıldarken tenekenin bahtına çöpe atılmak düşer...aymazlar kuyumcuya gidene dek sevindirik olsalar da, hevesleri kursaklarında kalır... sonrasında tenekenin tıngırtısı ile ancak zil takıp oynar; çengisi, köçeği !
Taş taşlığını, teneke tenekeliğini bilmese de; âmâlar aldansa da, gören göz görür taşı da, tenekeyi de, saf altını da !
Her madenin bahtı kendi cinsinden...