Aşkın/müteâl Zât-ı Ehad ve Samed, kulunu Kur'ân üzerinden kendine muhatap kıldı, kulluğa razı olan insan ise rabbine Salât/namaz ve dua/niyâz ile yöneldi.
Dua, insanın kalbî olarak Allah'a yönelmesi, O'nun huzuruna tenzih ile çıkarak O'nun ile konuşması, O'na hâlini arz etmesi, ikrâmlarına şükretmesi, sadece O'na ibâdet ettiğini kabul ve beyân ile O'ndan yardım dilemesidir.
Dua'ya icâbet ve Rabbe dua yoluyla ilticânın insanın Allah nezdindeki değer ölçüsü olmasına Furkân suresi 77.âyet dikkatimizi çekiyor:
"(Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak"
Yâ'ni duayı terk değersizliktir, yöneliş ve icâbetin ise kıymet olduğu âyette açıkça beyân ediliyor.
Çünkü kudreti, gücü, ihtiyaçlarını gidermeyi, insanın kendinden bilmesi Allah'ın Samedâniyyetine tezaddır, aykırılık teşkil eder ki; bu hâl egoyu firavnileştirir, hâsıl-ı kelâm kendini muhtaç görmemek kulluktan uzaklıkla eşdeğer bir kıymet ölçüsüdür, bir başka deyiş ile ind-i ilâhîde değersiz olmaktır.
Niyâz ehli odur ki; kul olmanın çâresizliği ve aczini idrâk ederek mevlâsına yalvarıp yakarır, her hâl ü kârda sadece O’na sığınır.
Kimileri ârifler için kimileri de âşıklar için niyaz ehlidir derler, bu taife edebe azamî dikkat ile emir ve nehiyleri kendilerine sıkı sıkıya uygularlar.
Dua yahut niyâz, insanın Allah ile sükût içinde, kelime ve kelâmsız konuşma hâlidir.
Dua, kulun Rabbine boyun bükerek yakarış hâline erişmesidir. Bu hâldeki bir ehl-i niyâz, maddî kayıtların atmosferinden âzâdedir.
Ruhun aşkın/müteâl eşiğe erişmesi ile kesafetin letafete evrilmesi fazına ulaşan niyâzkâr, vecd ve huşû ile Allah'a hâlini arz edecek kıvamda olur ki, bu aynı zamanda huzurda olma hâlidir.
Dua dili kulluk dilidir, bu dil, içinde; alçak gönüllülük, hoşgörü, muhtaçlık, edeb, sevgi, hâlini arz, talep gibi kula dair hassaları barındırır...
İhlâs ile kalbimizin Allah'a yönelmesi, Rabbimize hâlimizi arz eşiğinden ayrılmayan niyâzkâr hâlimizin temâdîsi duasıyla...