7 Mayıs 2024 Salı

Köksüzlük ve riyâkârlık...

Whatsapp ile Paylaş

Köksüzlük kurumayı getirir, kökü zayıf ağaç çelimsizleşir, yaprakları azalır, çiçek ve meyve veremez, neticede odun hükmüyle yüzleşir.

Kendi millî ve manevî köklerinden beslenmeyen toplumlar da öyle...kendi kültürüne, kendi fıtratına, özbenliğine yabancılaşmış birey her halükârda kaybeder.

Tıpkı kökü kendi toprağının derinliklerinde olmayan hatta kökü dışarda ağaç gibi...

İnsan ya bir yere aittir ya değildir. Hiç bir yere ait olmamak köksüzlüktür. Aitmiş gibi görünmek ise riyâkârlıktır. Bu sığlık, sefillik ve özenti meziyet olarak sunulsa da, değerlerin içten içe reddiyesidir, tükenişidir. Hiçbir yere ait olmayanlar gerçekte köksüzlüğü hayat tarzı olarak benimsemiş olanlardır, bunlar sadece -mış gibi görünürler.

Mâzideki köklerinden beslenmeyen toplumlarda yaygınlaşan öze yabancı, sekülerleşmiş "miş gibi" riyâkarlığı ve şekilcilik, görgüsüzlük, kültürsüzlük, olsa olsa naylon/yapay ağaç gibi olur, belki gösterişlidir amma meyvesiz, gölgesiz ve köksüz...

Hani Ziyâ Paşa der ya:

"Bed-as­la necâbet mi ve­rir hîç üni­for­ma
Zerdûz pa­lan vur­san eşek yi­ne eşek­tir."

Yahyâ Kemâl Beyatlı "Koca Mustâpaşa" şiirinde bu mevzuyu çok güzel işler ki, o şiirinden bir bölümü şöyle:

"...

Bu geniş ülkede, binlerce lâtîf illerde,
Nice yıl, cedlerimiz kökleşerek bir yerde,
Mânevî varlığının resmini çizmiş havaya.
-Ki bugün karşılaşan benzetiyor rü'yâya.-
Kopmuşuz bizler o öz varlık olan manzaradan.
Bahseder gerçi duyanlar bir onulmaz yaradan;
Derler: İnsanda derin bir yaradır köksüzlük;
Budur âlemde hudutsuz ve hazîn öksüzlük.
Sızlatır bâzı saatler dayanılmaz bir acı,
Kökü toprakta kalıp kendi kesilmiş ağacı.
Rûh arar başka tesellî her esen rüzgârda.

Ne yazık! Doğmuyoruz şimdi o topraklarda! "

Unutmamamız gereken, kadim millet ve medeniyetimiz için âtî; içi boşaltılmış, öz kültüründen nasiplenmemiş, dünyevîleşmiş, millî ve manevî değerler manzumesini "miş gibi" yaşayan ve bunlar üzerinden geçinmek ve menfaat sağlamak düşüncesinde olan, gösteriş yarışında nesillere teslim ve emanet edilemeyecek kadar kıymetlidir.

Bu hususa neşter vuran bir söz ile mim koyalım:

Yahyâ Kemâl Beyatlı’yı, gelenek ve millî kültür değerlerine bağlılığı dolayısı ile döneminin bir şâiri  “Harâbîsin, harâbâtîsin” diye tenkit eder. Yahyâ Kemâl'in, köksüzlüğe bir şamar gibi inen cevabı müthiştir, derki; “Ne harâbîyim, ne harâbâtîyim kökü mâzîde olan âtîyim(gelecek)”.

ne vakit geldik bu hâle
medenî insandan bedevîye
ne vakit dönüştük, niye ?
mamur bir evden kulübeye

Kültürü; ekmediği yerden biçmekle, medeniyeti köksüz batıdan devşirmekle anca yozlaşılır, işte o zaman sireti insan olanı mumla ararız, vesselâm...