9 Nisan 2024 Salı

Kahvenin hatırı ve acı kahve (mırra) hikayesi...

Whatsapp ile Paylaş


"Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül muhabbet ister kahve bahane” 

Osmanlı döneminde sosyal hayatının önemli bir parçasını oluşturan kahvehaneler önceleri kahve içmek, kitap okumak, sohbet etmek için uğranılan mekanlar olsa da, zaman zaman “miskinlerin buluşma mekanı ve fitne yuvası” olarak görülmüş ve kapatılma yoluna gidilmiştir. 

Bugün kahvehâne ve kıraathâneler giderek azalmış, yerini sayıları gün geçtikçe artan "kafe"ler almıştır. 

Kahvehâne ya da kıraathâneler iletişimin bugünkü gibi yaygınlaşmadığı devirlerde bulundukları mahallin sohbet, muhabbet, kültürel paylaşım merkezleri olması yanısıra, sosyal meselelerin konuşulduğu ve efkârı umumiyenin tebarüz ve temerküz ettiği mekânlar olarak da önemli bir fonksiyon icrâ etmekteydi...

Osmanlı toplumunda kahve, bizde yetişmediği ve ortadoğu ve doğu afrikadan getirildiği içün, ayrıca herkesin kolayca erişebildiği bir içecek olmadığından çok kıymetli tabi...

Bu sebeple hatırlı misafire kahve ikrâm edilmesi de çok makbul idi...

Bu yüzden de, "bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı var" demişler...

Kırk yıl hatır ile ilgili şöyle bir hikâye de anlatılır...

Rivayete göre; İstanbul'da  Galata köprüsü civarındaki Yemişli İskelesi'nde bulunan kıraathâneyi  Üsküdarlı bilge bir kahveci işletmekteymiş. Kıraathânenin müşterileri  kahvecinin muhabbetini çok sever, sohbetini dinlemeye gelirlermiş. Bir gün kıraathâneye gelen bir yeniçeri kahveciye seslenmiş:

-Baba,  şu köşede tek başına oturan rum kaptan hariç benden herkese bir kahve ikram ediver. Kahveci:

-Hay hay paşam, diyerek herkesin kahvesini dağıttıktan sonra iki fincan kahveyi tepsiye koyar ve  rum kaptanın yanına otururarak birini kaptana verir.

Bunu gören yeniçeri bağırarak seslenir

- Baba ona verme demedim mi? 

Kahveci;
- Bu benim ikramım der ve kaptanla kahveleri yudumlarken sohbete tutuşur.

....

Rumlar Sisam adasında bir kalkışma ve isyan başlatırlar. Askere alınan bilge kahveci de isyanı bastırmakla görevli askerler arasındadır ve rumlara esir düşer. Rumlar esir aldıkları kişileri esir pazarlarına satmaya götürürler, onların arasında üsküdarlı kahveci baba da vardır. Pazarda kahveciyi adamın biri satın alır ve ıssız bir yere götürür. Satın alan şahıs;

-Beni hatırlamadın galiba bey baba, 40 sene önce yeniçerinin biri senin mekanına gelmişti, kaptan hariç herkese kahve ikram etmişti, sen de bana kendin kahve ikram etmiştin ve sohbet etmiştik, işte o kaptan benim. Ben hem senin sohbetini, hem ikram ettiğin kahveyi hem de o güzel davranışını hiç unutmadım, seni görünce hemencik tanıdım. Özgürsün, istediğin yere gidebilirsin, der. 

İşte bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var, sözü rivayete göre bu hikâyeden geliyor (1)

Kahvenin sevilen az bulunan herkesin erişemediği bir içecek olması bir yana, bazı devirlerde fiyatındaki fahiş artışlar kahve tiryakilerinin canını sıkmış hatta beddua etmeye kadar mes'ele edilmiş...

Aşağıdaki beyit bu sebeple yazılmış...

Geçtiğimiz yüzyılda, kahve fiyatlarının arttırılması üzerine, Sadullah İzzet Bey şu beyit ile fiyat artışını ağır bir dille protesto eder:
"Kahve narhın arttıran kahve gibi çeksin azâb
Hem yanıp hem rû-siyâh hem hurd ola hem gark-ı âb"
(Kahvenin fiyatını yükselten, kahve gibi azap çeksin, hem yansın, hem yüzü kapkara olsun, hem un-ufak parçalanıp döğülsün ve hatta hem de suya batsın!…) (2)

Urfa yöresinden bir acı kahve hikâyesi de şöyle:
Urfa’da, esnaf tarafından dükkâna gelen müşterilere zamanları müsait ise genelde çay ve kahve ikram edilir.

Gözü açık ve aynı zamanda cimri olan esnafın birisi, kalabalık bir grup müşteri geldiğinde masraf olacak diye çay ve kahve ısmarlamak istemezmiş. Bu nedenle usulen sorar, eğer müşteriler de içmek isterlerse, çırağını çağırarak;

-Oğlum bana ‘acı’ (mırra), bak arkadaşlar ne içiyor, dermiş.

Misafirler içeceklerini belirttikten sonra, çırak siparişleri kahvehâneye vermek üzere oradan ayrılırmış. Dakikalar geçmesine rağmen siparişler bir türlü gelmezmiş. Müşteriler daha fazla bekleyemediklerinden müsaade isteyerek, bir şey içmeden kalkarlarmış.

Meğer, “Bana ‘acı’ bak arkadaşlar ne içiyor” sözü, ustayla çırak arasında bir şifreymiş.

Yani: “bana acı” derken, “beni masrafa sokma, siparişi verme” demekmiş.

Sonraları, esnafın bu huyunu öğrenen müşteriler, oturup saatlerce siparişleri beklerlermiş. Hatta esnaf:

-Kusura bakmayın siparişler gecikti, dediğinde, misafirler:

-Akşama kadar da gecikse bekleriz, zararı yok, derlermiş.

Bu durum karşısında çay, kahve ısmarlamaktan kurtulamayacağını anlayan esnaf, mecbur kalıp çırağı bir daha göndererek siparişleri hızlandırırmış. Siparişler gelince de misafirler cimri esnafın çay ve kahvelerini daha bir keyifle içer giderlermiş.
Kahveniz hatırlı, hâneleriniz muhabbetli, ocağınız bereketli olsun, ömrünüz aziz ve mübârek, hatırınız hep var olsun efendim...
________________
Kaynaklar:
(1)https://kahvesever.net/bir-fincan-kahvenin-40-yil-hatiri-vardir-deyiminin-ilginc-hikayesi/#gsc.tab=0
(2) Kahve Molası, İskender Pala, Kapı Yayınları s.60