15 Nisan 2024 Pazartesi

Bir şarkının hikâyesi: Gençliğe veda/Yıldırım Gürses

Whatsapp ile Paylaş


Yıldırım Gürses 21 Ocak 1938'de Bursa'da doğan, 18 Kasım 20002d İstanbul'da vefat eden bestekâr ve san'atçımız...  
Liseyi Bursa Erkek Lisesinde okudu ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi'ne girdi ve 1961 yılında mezun oldu. 1959 yılında Ankara Devlet Opreası  imtihanına girdi ve Türkiye birincisi oldu. Opera'da 7-8 ay çalıştıktan sonra ayrıldı ve TRT Ankara Radyosu sınavını yine birincilikle kazanarak çalışmalarına burada devam etti, bu yıllarda kendi bestelerini "Kazablanka Gazinosu"nun sahnelerinde seslendiriyordu.

1965 yılında Hürriyet Gazetesi'nin Altın Mikrofon Yarışması'na  sözü ve müziği kendisine ait "Gençliğe Veda" isimli plağı ile ve yirmi kişiye yakın Türk ve batı müziği sazendelerinden oluşan orkestrası eşliğinde katılarak birinciliği kazandı.

Altın Mikrofon'daki bu başarının ardından Yıldırım Gürses, albüm, konser ve müzik çalışmalarına hız verdi ve popüler müziğin en önemli isimlerinden biri haline geldi. Müzik hayatı boyunca 30'a yakın albüm yaptı. Aynı zamanda film müziklerinde de besteleri kullanılan en başarılı sanatçılardan biri oldu.
 
İçime hep hüzün doluyor, Son Mektup, Mazideki Aşk, Bir Kırık Kalp, Bir Garip Yolcu, Sonbahar Rüzgârları, Affetmem Asla Seni,  Dertliyim Arkadaş, Eller Eller, Gül Dudaklım, Mevsimler Yas Tutup Çöller Ağlasın, Liseli Kız, Çal Kanunum Çal, Mazideki Aşk ve hikâyesi aşağıda yer alan "Gençliğe Veda" dillere pelesenk olan Yıldırım Gürses'e ait 350 bestesinden bazılarıdır. 

Yıldırım Gürses'in, sözleri Arif Nihat Asya'ya ait  "Fetih Marşı"nın da hem bestesi ve hem de yorumu çok beğenilmiştir. 

"Gençliğe Veda" şarkısının hikâyesi şöyle:

Yıldırım Gürses bir akşam geç vakit evine dönerken sokakta yaşayan yaşlı bir adama rastlar...Üstünde kendisini ısıtacak bir giysisi bile bulunmayan bu yaşlı adam çöplerden yaktığı ateşle ısınmaya çalışmaktadır. 

Yaşlı adamın hayatını; gençliğini, mesut olduğu ve ümit dolu günlerine ait hatıraları, yaşlılığın ve kimsesizliğini, evsiz barksızlığın hüznünü, giden gençliğe elveda demekten başka çaresi kalmadığını ve ümitsizliğini, zamanın geriye gitmesi ve gençlik döneminde donması için semaya avuçlarını açmasını ve gençliğe duyduğu özlemini yüzündeki çizgilerden okuyan ve hayal eden san'atçı gençliğin insanın elinden nasıl da hızla kayıp gittiğini ve zamanın asla geri gelmeyecek bir kıymet olduğunu düşüneek şarkının sözlerini işte bu duygularla yazar...aşağıda yer alan bu dizeleri daha sonra da besteler.

Elveda, elveda gençliğim, elveda, ey hatıralar
Elveda mesut günlerim, ümit dolu sayfalar.

Yine mevsimler dönecek, yine yapraklar düşecek
Giden gençliğimiz geri gelmeyecek.

Ellerim semaya doğru yalvardım yıllarca
Dursun zaman dönmesin mevsimler

Tanrım, tanrım, bana ümit ver, heyhat…
Elveda, elveda, elveda ah, elveda.


San'at, San'atkârın ruh dünyasının eser şeklinde dışa vurumudur...
Yukarıdaki hikâyeden de anlaşılacağı üzere san'atçı dünyaya farklı bir gözle bakar, bir çok insanın yanından gelip geçtiği, bakıp gör(e)mediğini görür hisseder, gördüğüne mânâ yükler ve gereğini yapar, sanatsal olarak onu ressam ise tuvale, şair ise şiire, bestekâr ise besteye motif motif işler. Çünkü san'at, san'atkârın ruh dünyası ile ilgili olup onun eser olarak dışa vurumudur. Nakış, mısra ve nağmeler olarak icrâ edilen san'at hikmetin yanı sıra aynı zamanda ilim ve sembolleri de eser içerisinde barındırır. Dolayısı ile san'atçı ruh, bilgi ve birikimleri ile beslenen kabiliyetini eser olarak sergiler. Sanatçının muhayyilesi ise san'atını ortaya çıkarmak üzere müteharrik unsurudur.

İşte yukarıdaki şarkıya konu "sokakta yaşayan kimsesiz yaşlı"nın  durumunun Yıldırım Gürses'in san'atçı ruhundaki yansıması bu şarkının güfte ve bestesi olarak ne de güzel serd edilmiş...

Allah rahmet eylesin.