Tavus kuşu kanatlarının rengârenk oluşuna rağmen, o güzellikle mütenasip olmayan ayaklarına bakarak ıstırap çekermiş.
Tavusun ayakları gibi sesi de çirkin olup “ah”a benzer ötüşü var imiş.
Divan edebiyatı ve irfân düşüncesine göre insan; nefsine karşı, kendisi söz konusu olduğunda tavus kuşu gibi olmalıdır... İnsan kendisinde ne kadar güzellik ve ön plana çıkarılmaya değer özellik bulunursa bulunsun, daima kendindeki eksiklikleri aramalı, günahlarıyla meşgul olmalıdır. Bu da edebin gereğidir.
Montaigne Denemelerinde, “Tavus kuşuna haddini bildiren, ayaklarıdır.” diyerek bu durumu veciz olarak ifâde etmiştir.
Tavus, o güzel endamıyla yürürken gözleri ayaklarına takılınca “ah” eder, her “ah” deyişinde de cenneti hatırlarmış. Edebi olarak “ah" ile kafiyeli olan “günah, siyah, vah, eyvah…" gibi kelimeler de yine mânâ olarak aynı hissiyatı mündemiçtir.
Tavus kuşunun bu şöhret bulmuş görünüşü bir yanda dursun, irfân kültürümüzde “Şöhret afettir” diye de bir söz var...
Tavus kuşu bu sözleri duyunca, önce öğüt verenin yüzüne baktı. Sonra da hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Öyle uzun uzun, dertli dertli ağladı ki orada bulunanlar da ağlamaya başladılar. Soruyu soran da cevapsız kaldı; sorduğuna pişman oldu. Üzüntüsünden o da ağlamaya başladı. İçinden de;
Tavusun yaşlı gözlerinden toprağa damlayan yaşların her damlasında yüzlerce cevap vardı. Tavus, ağlaması bitince dedi ki:
İnsan olarak geldiği yeryüzünden, gelip geçtiğini unutmadan dünyâ hayatı denilen "olgunlaşma yurdu"nda, kendini tanıyıp, varlık sebebini unutmadan ve mesuliyetlerinin farkındalığı ile hayatını sürdürmeli insan, "ah", "vah", "günah" ve "eyvah"a sebep olacak şeylere karşı da temkini asla elden bırakmamalıdır...