30 Kasım 2018 Cuma

Kulluk için yarattı ya !.../Abdulkerim Erdem

Whatsapp ile Paylaş

A sevaplar peşinde bir ömür koşan kişi
Düzeni sen mi yarattın kuralını koyarsın

Yirmiyedi sevap derken bak nasıl da görmezsin
Fukaraya omuz silkip "git Allah versin" dersin

İlâhi hükümlerle aran mı yok acaba ?
Yoksa nefsin için miydi dualara bu çaba

Kur'an'a uyacaksan tamamı sana emir
Nefsine hoş gelenle yetindin hep sen zahir

Hesabına gelmeyene uymazsan ila ahir
Buyur hürriyet senin ilâhını değiştir

Ebedi huzur isteyen terketmeli isyanı
Gel ilâhî emre uy da terkine at nisyanı

Yer yüzünde yarattı aciz olan insanı
Ancak razı olanlar görürlermiş ihsanı

24 Kasım 2018 Cumartesi

Öğeler, sorular, irade, !

Whatsapp ile Paylaş

Ve aşk,
Aklı gönlün kontrolüne bağladı
Akıllılara uymayan bu yolda akılsızca yol aldı…

Ve akıl
Ölçtü biçti ve bir gün kendinden geçti
"Bana göre" diye diye minderlerde güreşti

Ve hayal,
Gah minik serçede yürek, 
gah zümrüd-ü anka ile mübârek

Ve rüya,
Bir an mazînin olmazlarıyla sarmaşık
Bin yıl ötede bilinmezlerle karışık

Ve hisler
Dün nefrette ifrat bugün sevgide tefrit
Bugünlerde nekes yarınlarda müsrif

Ve gönül
Sap ve saman peşinde sersefil
Niye var edildiğinden hep gafil

Ve sorular:
İnsan "Ben" dükkânındaki sermâyeyi nasıl yönetiyor ?
Kâr, zarar, başbaşa…

İnsan hangisini tercih ediyor ?
Mutedil, ifrât, tefrit…

Gidişat ne tarafa ?
İyiye...kötüye

Ve...ve...ve

23 Kasım 2018 Cuma

"Ben", "özçekim" ve narsisizm...

Whatsapp ile Paylaş

Panoramik bir arka plan bulunca kendini, "ben" dediğini, fotoğraf karesine tab ederek vitrinize etme hazzı var ya…!

Hazzın galibiyeti, yahut "insan"ın hazza mağlup oluşunun resmi işte...

Soğuk ve ruhsuz bir fotoğraf karesi ile dünyaya "ben"in çağrısı "bakın ben burdayım"…

"Ben" ile o kadar meşgul ki bugünün insanı; kısmen X kuşağı, çoğu Y ve Z kuşağı kendini diğer insanlara gösterme çabasında !

Bu durum, yâ'ni "ben gösterimi", Z kuşağında  ise çılgınlık düzeyinde; gösterimdeki "ben"; şu tatil beldesinde, havuz başında, sezlongda, leb-i derya balkonda.
Görün ben neredeyim ? Hangi beldelerdeyim, işte kaldığım mekân, bindiğim gondol, kulaç attığım olimpik havuz, işte arka planımda gothik tarz mimarîsi olan kilise(!)…

"Ben" falan butikten giyiniyorum…işte görün butik saray gibi döşediğim evimdeki eşyaları…
Kral/kraliçeler gibi yaşıyorum, masal ülkesinde geziniyorum. Cennet ayaklarımın altında, görün beni…

"Ben"in; görün beni çığlığı sanki bir feryad, siber âlemde yankılanıp duruyor...

Kendine aşık, kendini seyretmeye ve sergilemeye doyamayan kuşakların dominant olduğu bir çağda çığlıklar yarış hâlinde...

Ne garip bir sanrı değil mi ?
Biz fotoğraf karesi ile vitrinize ettiğimiz bir anımızı diğerleri görsün istiyoruz ve zannediyoruz ki, herkes bizim nerede olduğumuzu, kiminle olduğumuzu, ne yediğimizi-içtiğimizi, kimlerle birlikte olduğumuzu, giyim-kuşam ve eşyalarımızı öyle merak ediyor ve ilgiyle takip ediyor ki, haber alamasalar, göremeseler meraktan çatlayacaklar.
Geçenlerde otoparka doğru yürüyorum, yol kenarına yakın bir yerde çimenler üzerine sırt üstü yatmış bir genç, kollar yukarıda ve "özçekim" yapıyor…dünyayı unutmuş, sadece kendiyle meşgul...

Sadece kendine odaklanma, zihin dünyasında mükemmelleştirdiği kendine tapınma durumu beraberinde bir kişilik bozukluğuna, "özseverlik" denilen narsisizme kapı aralıyor.
Bu hastalık, mikrobun taşıyıcısı olan akıllı iletişim vasıtasıyla bütün dünyaya çok hızlı bir şekilde yayılırken; Y kuşağı bu teknoloji ile erken yaşlarda tanışmış, Z kuşağı ise bu enfekte ortamda doğup büyümüş olduğundan; dünyası bu olurken, enfeksiyon giderek ve kısmen X kuşağını, çok az düzeyde de olsa "üreme patlaması/ baby boomer" kuşağını (1945-1965 arası doğanlar) da etkilemiş görünüyor...

Kaynak(*)
Z kuşağı çocukları/gençleri evvelki şartları yaşamadıkları için klavye başı sosyalliğinin ruhsuz tıkırtıları arasında özgür, ferdi, sanal cesaret sahibi, istediği malumata hızlı ulaşabilen, alabildiğince egoist bir gelişme seyri içinde büyüdüğünden bu yapıyı vitrinize ederek tatmin olma derdinde. "Like" sayısı, "fenomen olma" güdüsü, "ben"i gösterime sokarak tatmin olma hazzını sürekli duymak istiyor, bu dürtü ile "ben" hep kamçılanıyor.

Böylece sosyal medya cemaatlerine mensubiyet, kendini olmak/görünmek istediği şekilde gösterme gayreti yanında, sığ bilgi/sığ idrak ile yetiniliyor...

Halbuki düşünse ya bir, başkalarını ne kadar ilgilendiriyorki sendeki "ben"...ondan herkeste de var !
Ayrıca "ben" varsa "sen" de var !...ve orada "biz" yok, çatışma zemini var, rekabet var, yarış var...

Öyle ki "ben" tapınılası bir ilâh olmuş sanki, ama olmamalı...
Putlaşmış "ben" ile "şirk"koştuğunun farkında mıdır acaba insan ?

"Ben" yerine " "ben"in özüne yönelmeli insan !

Yunus Emre ne güzel der:
"Beni bende demen, ben de değilim
Bir ben vardır bende, benden içeru

Beni benden alana ermez elim
Kim kadem basa Sultandan içeru

Süleyman kuş dilin bilir dediler
Süleyman var, Süleyman'dan içeru
"

Beni aradan çıkarmak çok mu zor..?.!
________
(*)https://alternatifbankkariyer.com/2014/07/17/sessiz-kusak-baby-boomers-x-y-z-kusaklarina-genel-bakis/

21 Kasım 2018 Çarşamba

Agâh olmak dileyene ilm u irfân gerek...

Whatsapp ile Paylaş

İnsan olmak muradına mahlûkdan bir fark gerek
Âb-ı aşk-ı Muhammed’den gelecek bir ark gerek
Her nereye döner ise aşkta durak çark gerek
Terk gerek cümle hevâyı, tüm hevesi terk gerek

Ol âşık-ı bigâneye bir ulvî gaye gerek
Hem Mevlâya  varmak içün  masivâyı terk gerek
Agâh olmak dileyene ilim ve irfan gerek
Hû hecesini bilen içün başka söze ne gerek

19 Kasım 2018 Pazartesi

Güz güllerini döven dede, söz vermek ve Mustafâ…

Whatsapp ile Paylaş
Güneşli bir kasım günü, vakit öğlenin biraz sonu…bir saat içinde gördüklerim, yaşadıklarım ve düşündürdükleri:

14.30 için sözleştiğimiz bir ağabeyim ile görüşeceğimiz tesise beş dakika öncesinde vardım, ha bu arada yeri gelmişken, gençlik yıllarımdan bu yaşıma kadar randevulaşma ve randevu saati hakkında çok hassas olduğumu söylemeliyim… yol ve trafik durumu şartlarını da göz önüne alarak 5-10 dakika evvelinden gideceğim yerde olmak, bir ilke oldu bütün hayatımda.

Bununla ilgili olarak bir çok âyette ve hz. Peygamberin vaadleşme konusundaki davranış ve  hadislerinde bu düstûr insana hatırlatılır !

"Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz"(Saff sûresi, 2).

"Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük gazap gerektiren bir iştir"(Saff sûresi, 3)

"Allah, [sözleşmeleri bozmaktan]sakınanları sever" (Tevbe sûresi, 7)

"Ey iman edenler ! Sözlerinizi yerine getirin" (Maide sûresi, 1)

"Ahde (verilen söze) vefa edin; hiç şüphesiz ahitten (verilen sözlerden dolayı) hesap sorulacaktır"(İsra sûresi, 34)

"Müminler içinde Allah'a verdiği sözde duran nice erler var" (Ahzab sûresi, 23)

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı Kerîm'de Meryem sûresinde hz.İsmail (54. âyet) ve hz. İshak (56. âyet) için;
"O, va’dinde, sözünde sâdıktı" buyurmaktadır.
☆☆☆
Sözünde durmakla ilgili olarak Peygamberimiz de "Söz vermek borç gibidir" buyurmuştur.

Diğer Hadis-i Şeriflerde de buyruldu ki:
"Vaat, söz vermek borçtur. Sözünde durmayana yazıklar olsun". (Deylemi)

"Dört şey münafıklık alametidir: Emanet olunana hıyanet etmek, yalan söylemek, vaadini bozmak, sözünde durmamak". (İbni Neccar)

"Sözünde durmamak münafıklık alametidir". (İbni Neccar)

Yarın Kıyamet gününde içinizden bana en yakın olanınız, konuşurken en doğru konuşanınız, emaneti en iyi eda edeniniz, verdiği söze ve ahde en çok sadık kalanınız, ahlakı en güzel olanınız ve halka en yakın olanınızdır. (onların dertleriyle en çok ilgileneninizdir)

Sözünde durmayan kimsenin dini olmaz

Allah'a ve ahiret gününe inanan kimse, mutlaka verdiği sözü yerine getirsin

Hz.Muhammed (s.a.v.)'e peygamberlik gelmeden önceki dönemde  Hz. Peygamber (s.a.v.)le ticaret ilişkisi olan Abdullah Ebî'l-Hamsâ adlı bir genç peygambere bir defasında (filan zamanda ve yerde) beni biraz bekle, hemen gidip geleceğim hesaplarımızı te­mizleriz diyerek gider. Ancak verdiği sözü unutur.
Abdullah der ki;
Üç gün sonra hatırlayıp konuştuğumuz yere geldiğimde, O’nu aynı yerde beklerken buldum. Resûlullâh (s.a.v.), yaptığım kusur karşısında beni azarlamayıp:

-Ey delikanlı! Bana zahmet verdin, üç gündür burada seni bekliyorum, buyurdu diye nakletmiştir.
☆☆☆ 
 Milli sairimiz Akif’in ahde vefayla ilgili bir hatırası...
M.Akif bir gün arkadaşı Eşref Edip ile öğle yemeğinde buluşmak için sözleşir.
Eşref Edip Vaniköy’de oturuyor; kendisi Beylerbeyinde.
Mehmed Akif öğleden bir saat evvel oraya gidecektir, o gün öyle bir yağmur yağmaktadır ki, sokaklardan seller akar.
Eşref Edip, Mehmet Akif'in böyle bir yağmurda gelemeyeceğini düşünür, hizmetçisine döneceğini söyleyerek, evden çıkıp yakın bir komşuya gider.
Bu arada yağmur da yağmaya devam etmektedir.
Eşref Edip evden çıktıktan bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura rağmen Eşref Edip’in evine gelmiştir.
Eşref Edip, evine döndüğünde Akif'in geldiğini hizmetçiden öğrenir. Akif sırılsıklam bir halde olmasına rağmen içeriye girmemiş, "selâm söyle" diyerek yağmura aldırmadan gerisin geriye gitmiştir.
Eşref Edip ertesi gün Akif'i bulur durumu anlatarak özür dilemek ister. Bu hadise sebebiyle çok kırılmış olan Mehmet Akif Eşref Edip’e:

-Bir söz ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir….
☆☆☆
Nerde kalmıştık…
Ha evet, ağabeyim ile görüşmek üzere randavulaşmıştık…

Dışarıda verandanın altı da bir masada çay içip sohbet ettik.
Bir ara ağabey içeri gitti. Seyre dalıyorum masanın sol tarafında verandanın hemen dışındaki gülleri, sonbaharın son günlerinde beyazı kırmızısı sarısıyla arz-ı endâm etmeye devam etmekteler.

Yazdan kalan güllerin ter ü tâze yapraklarından eser kalmıyor giderek…pörsümeye yüz tutmuşlar, üşümüşler zâhir…son demlerini yaşıyorlar.

O da ne !
Elinde bastonuyla beli bükük, sağa sola yalpalayan, verandanın öteki ucundan bana doğru yürüyerek gelen bir dede...ama ne geliş…

Bastonunu havaya kaldırarak güz güllerini bastonuyla öldüresiye döverek, güllerin yapraklarını bir bir indiriyor.
Şaşkınlıkla bir an izleyip yerimden fırlayarak dedenin yanına vardım;

-Hayr'ola gülleri neden dövüyorsunuz ? Sizi çok mu üzdüler, kızdırdılar.

Dede, bir yandan bastonuyla son demlerini yaşamakta olan gülleri dövüyor, bir yandan da yere düşmekte olan gül yapraklarını seyrederek konuşuyordu...

-Bunları döküyorum ki yenileri gelecek, bunlar dökülmeden yenisi gelmez, ben bu işi biliyorum, bunların dökülmesi lâzım... diye diye vurmaya devam ediyordu.

Bu sırada ağabeyim içeriden çıktı, ben dedeyle konuşmaya çalışırken yanımıza geldi, aynı sözleri söylemeye devam eden dedenin dediklerini duyunca:

-Bak böyle yapınca dökülenin yerine yeni gül gelmez, bunlarda meyve oluşmaya başlamış, burayı dalıyla koparınca yeni sürgün sürer, diyen ağabeyime de dede aynı sözleri tekrarlayıp durdu:

-Ben biliyorum, bunlar dökülmeden yenisi gelmez
☆☆☆
-Ağabeyim mi ?
-O iş adamı, yerli ve millî sanayiye önem veren, imalatını ihraç eden, başarılı ve çalışkan bir fabrikatör…karşısındaki kim olursa olsun lafı eğip bükmeden söyleyen, (menfaat düşkünü olanlar gibi) nüfuz ve güç karşısında eğilip bükülmeyen, mütevazı, eğitime ciddi destekler sağlayan sosyal sorumluluk bilinci yüksek, dosdoğru bir adam…şehrin varoşlarında yaşayan fakir fukara, garip gurebayı kimliğini gizli tutarak giydiren, yediren, okul çağındaki onlarca fakir çocuğu tepeden tırnağa giydirerek ihtiyaçlarını gideren bir Allah kulu.

Böyle ahlâk sahiplerini Kur'an-ı Kerim şöyle tasvir eder: "Mallarını Allah yolunda harcayanların hâli, yedi başak veren, her başağında yüz tanesi bulunan bir tek tohumun hâli gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah (ihsanı) geniş olan ve hakkıyla bilendir." (Bakara sûresi, 261)

Ancak insanda infak ibadetine karşı bir muhalif yapı da vardır ki; o nefs…
Kur'an-ı Kerim'de;
"Nefisler cimriliğe meyillidir."(Nisa, süresi, 128) âyeti ile bu hakıkat bildirilmiştir.

Nefsin muhalefetine rağmen Allah'a itaat ve ibadet maksadı ile yapılacak faydalı her bir harcama(infak) "Allah yolunda" yapılmış olur, yâ'ni "fî sebîlillâh"tır. Bunun karşılığı ise, toprağa ekilen ve bire yedi yüz veren habbe/tohum örneği ile yukarıdaki âyette açıklanmıştır.

Allah Teâlâ ağabeyim gibi varlıklı insanların sayısını artırsın, varlarını çok ve bereketli etsin inşâ'Allah…
☆☆☆
İnsan seçkin, seçilmiş, safîleştirilmiş rafine insan, yâ'ni "Mustafâ" olmalı…bunu yaşantısında sürdürmeli ve şeytanî-nefsanî dürtülere teslim olup kirletmemeli !

Mustafâ, safvet kökünden gelir. Istıfâ(bir şeyin iyisini seçip ayıklamak, bir şeyi ıslâh edip sâfileştirmek. (seçmek), has ve seçilmiş mânâsına gelen bir isim. Hz. Peygamber'in (s.a.v.) bu mübârek ismi, Sa'd sûresi 47. ayet âyette geçer: "Bismillahirrahmanirrahim""Ve innehum indenâ le minel mustafeynel ahyâr"(Şüphesiz onlar, bizim katımızda hayırlı, seçkin kimselerdendir).

Mustafâ ismi insanlık tarihinde ilk defa hz. Muhammed Mustafâ'ya verilen bir isim. Hakk teâlâ hz. Âdem'den o güne kadar bu ismi mahfuz tutmuş… bu isim hz. Peygambere dedesi Abdulmuttalip tarafından verilmiştir.

Ahlâk-ı Mustafâviyye (Hz. Muhammed Mustafâ'nın ahlâkı ki, Kur'an ahlâkıdır) sahibi olmaya çalışmak bütün mü'minlerin amacı değil midir !
☆☆☆
Konu güz güllerini döven dededen nerelere uzandı…
☆☆☆
Dede bastonuyla tam gaz vurup giderken masaya oturduk ve güz güllerini bastonuyla döven dedenin bana hatırlattığı âyeti konu ettik, âyet meali;

"Sizleri yaratan O'dur. Yaşlılık dönemine ulaştıracak, ömrünün son demlerindeki düşkünlük haline, bildiği şeyleri bilemeyecek hale geleceği günlere ulaştıran da O'dur" (Nahl sûresi, 70)

Evet dedenin bu davranışı bana yukarıda zikredilen âyeti hatırlattı, "dede bildiğini bilmez hale gelmişti", çocuklaşmıştı dede, işte bir âyetin tecellisi !

Hz. Peygamber yaşlılar ve yaşlılık hakkında buyuruyor ki;
"Allah'ım! Ömrün son demlerindeki düşkünlükten Sana sığınırım." (Buhâri)

"Yaşından dolayı bir yaşlıya hürmet eden gence, Allah yaşlılığında hürmet edecek kimseleri nasib eder." (Tirmizî)

Ve ne güzel o yaşlıya ki aşağıdaki müjdeyi duyanlardan olur:

"Rabbimiz Allah'tır diyerek dosdoğru bir hayat yaşayanlar, vefatları anında meleklerden şu müjdeyi alırlar: Korkmayın, üzülmeyin. Aksine size söz verilen cennete kavuşacağınız için sevinin. Biz bu dünyada sizin dostlarınız idik. Ahiret hayatında da yine dostlarınız olacağız. Şu andan itibaren artık canınız çektiği her şey ve Allah'ın size va'dettikleri; O, affı ve bağışı bol olan Rabbinizden bir ikram olarak sizi bekliyor." (Fussilet sûresi, 30)

Evet bir yaşlı adam düşünün ki, melekler kendisine yukarıdaki âyette bildirilen bir müjde veriyor !

Varlıklı bir iş adamı, bire yedi yüz hatta daha fazlası müjdesinin mazharı olacak infak ahlâkı sergiliyor !

15 Kasım 2018 Perşembe

Şahsiyyet ölçüsü: Vefa…

Whatsapp ile Paylaş

Vefa; 
kıymet bilmenin 
şaheser ifadesi. 

Vefa; 
dostun nişânesi 
riyakârın maskesi 
☆☆☆ 
Vefa zirvedir 
Kadirşinaslıkta 

Vefa seviyedir 
Hatırlayanda 
☆☆☆ 
Vefanın 
kökleri ihlas ve iman

Vefakârın paydaşı
Allah için seven
☆☆☆ 
Yokluğu mu ? 
Şahsiyyet nâkisesi 

Vefasızlık, 
bir huy-i bed ki 
şerairlik alameti. 

Vefasızın dostu  iblis
Paydaşı münafıktır…

13 Kasım 2018 Salı

Oku ! Nutfeden ahsen-i takvîme - II…

Whatsapp ile Paylaş
(Oku ! Nutfeden ahsen-i takvime-I ....yazısının devamı...)

İnsan gözlerini kapatıp düşünmeli  !
Ben kimim, ben neyim ?

Sorgulamaya bedenini irdeleyerek başlamalı...ben dediğim şey beden mi ?
Bedeninde yüz trilyon hücre, hücrelerin oluşturduğu dokular, dokuların bir araya gelerek oluşturduğu organlar, organların oluşturduğu sistemler....alt seviyede ise hücrenin temelinde bulunanlar karbonhidrat tipleri, protein tipleri, lipit tipleri, tuzlar, vitaminler, su....
İnorganik ve organik bileşik ve moleküllerin her biri atomlardan meydana gelmiş..

Sonra duygu irdelemesi yapmalı insan, ben dediğim şey duyguları olan bir şey...ben duygulardan mı ibaretim?
Öfke, nefret, sevgi, aşk, kıskançlık, hased, kibir, hoş görü....

İnsan düşünen, hayal kurabilen, şuurlu bir varlık...ben denilen düşünceden ibaret olan şey mi, yahut hayal ya da bilinç mi ?

Bilinç/şuur denilen mefhum nedir acaba !

Bir de şöyle bakmalı;  bilincin kendisi var, bilinçliliği idrak eden bir bilinç(ötesi) var…
Yukarıdakiler insanın mücerret/enfüsî tarafı.

Ben dediğimz mefhumun somut tarafına gelecek olursak...
Kendinizin bedensel gelişimini düşününüz…
Ben dediğiniz bedeniniz iki ayrı hücre halinde yâ'ni gametler(sperm-yumurta)…
Sonra tek hücre oldunuz zigot…
Sonra Gastrula-Blastulasınız…
Sırasıyla dokularınız oluşuyor…Organlarınız oluşuyor…Yeni doğuyorsunuz…Bebeksiniz…Çocuksunuz…

Atalarınızın gametlerinin hücresel aktarımını düşününüz ilk insana kadar yolculuk ediniz…
Siz ilk insanların kopyasının kopyasının….kopyasısınız…
DNA’nız ilk insandan bugüne kadar kesintiye uğramadı !

Gametler fertilizasyonla(döllenme) birleştiklerinde her bir ebeveynden gelen kromozomlar da birleşir (amfimiksis). İnsanda 2 üssü 23'ün karesi kadar, ya da 70,368,744,000,000 kromozomal açıdan farklı zigot meydana gelebilir..
Mayoz bölünmede gerçekleşen kromozomlar arası parça (dolayısı ile gen dizisi) değişimi (crossing over) olayı tek başına 4üssü23'ün karesi, veya 4,951,760,200,000,000,000,000,000,000 genetik olarak farklı olan zigot oluşumunu sağlar.
Bu muhteşem potansiyel içinden sizin bedensel özelliğiniz bu çeşitlilikten sadece birine sahip oldu....
Bir başka açıdan bakalım;
Yeni doğan kız çocuğunda 400.000 adet ana yumurta hücresi (primer ovosit)vardır. Ergenlikte bu sayı 83.000, 35 yaşında 30.000 civarı folikül vardır. Bunlar daha sonra yumurtaya (ovosite) dönüşerek büyüme peryoduna girerler.
Bir başka açıdan daha bakalım;
Sperm dakikada 1,5-3mm yol kateder. 1cm3’sperm sıvısında 60-120milyon sperm hücresi vardır. Çiftleşme esnasında kullanılan 3-3,5cm3 sperm sıvısı 200-300milyon sperm içerir.
Spermler 15-18cm yolu 6 saatte kateder, ancak 700-2500’ü yumurtaya ulaşır. Bunlardan ise bir tanesi yumurta ile birleşir ve zigot olur.
Zigotun büyüklüğü bir cm.nin 1/100'ü, ağırlığı 1gr.’ın 1/1.700.000'i kadardır. Bu hücre
100 milyon misli büyür ve 3,5 kg-50cm.lik bebek doğar.

İşte bir insanda bulunan 60-100 trilyon hücre ve çekirdeği bu tek hücre yâ'ni zigottan meydana gelir.

İnsanı meydana getiren zigot denilen bu ilk/tek hücre öyle bir hücre ki, insanı olduracak potansiyele sahip mükemmel bir dizaynı, materyali var, aynı zamanda sahip olduğu bilgiyle inşâ işlevlerini yapacak mimar ve ustalara/işçilere sahip bir hücre.

Bu süreç; gelişme,  mitoz bölünme(hücrelerin  ikiye bölünerek çoğalması), hücrelerin bir ya da bir çoğunun planlı bir yerlere göç etmesi/kaydırılması şeklindeki göç, büyüme, hücrelerin doku hücre tiplerine farklılaşması ve her bir hücrenin programlı ölümü (apoptoz) olarak sıralanabilen beş  histo-fizyolojik (doku-işlev) olayı içerir.

Bu olayların sonucunda, döllenmiş yumurtadan (zigot da denilen, oldukça özelleşmiş totipotent hücre), çok hücreli organizma oluşur.

En önemli gelişimsel değişiklikler embriyonal ve fetal evrelerde olursa da, bu hücresel olaylar hayat boyunca sürer.
İnsanın dış görünüşünde göze çarpıcı değişiklikler olmaksızın hücreleri çoğalır, göç eder, büyür ve farklılaşır ve sonunda ölür.

İnsanın doğum öncesi döneminde olan biçimlenme, iç (kalıtım) ve dış (çevre) şartlarının etkisi altındadır. Bunların kusursuz dengelenmesiyle, insanın dışa vuran görünümü (fenotip) ortaya çıkar.

İnsanın içerdiği, babası ve annesinden gelen genlerin toplamı, onun kalıtım kişiliğini (genotip) oluşturur.

Embriyo gelişmesinin ilk dönemlerinden başlayarak belirli bölgelerindeki hücre toplulukları, kendilerinden sonra farklılaşacak olanları yönlendirme yeteneğindeki özel proteinleri salgılarlar.
Bu proteinler sayesinde, indüksiyon (uyarma) olayları gerçekleşir.
En erken oluşan hücreler, birincil uyaran (indüktör) lardır ve saldıkları proteinleriyle dokuların oluşumunu indüklerler (uyarırlar).
Dokulardaki hücrelerin oluşması ikincil uyaran (evokatör) lar olarak davranır, çeşitli dokuların bir arada bulunarak organları biçimlendirmelerine yön veren proteinleri üretir. Üçüncü aşamada
organlardaki hücreler de üçüncül uyaran (individuatör) olarak salgıladıkları proteinlerle, sistemlerin oluşumunu örgütler.

Ve o başlangıçtaki tek hücreden çoğalıp farklılaşan hücreler kıkırdak, kemik, kan, kas, deri, sinir, bez...dokularına dönüşür, bunlarda organ ve sistemleri bir plan halinde oluşturarak, kemikler üzerine et(kas doku, bağ doku, yağ doku, sinir doku, deri...) giydirilip bütün sistemleri çalışan bir canlı (yavru) beden halinde yer yüzüne teşrif ediyor.
Yukarıda beden irdelemesinden bahsedilmişti....

AllahTeâlâ insanı gametlerden yaratışını, erkek ve dişiliği (gametlerdeki eşey kromozomu XY veya XX'nin) belirleyerek var ettiğini, embriyonik süreci, biyolojik süreci, suret/şekil verdiğini(morfoloji-anatomik plan), organların oluşumunu, yaşlanmayı bir çok sûre ve ayetlerde (*) insana bildirmiştir.

"Ben" denilen şeyin hakikatini enfusî (içsel) ve âfâkî(dışsal) idrak eden idrakin harekete geçebilmesinin yolu tefekkürden geçiyor vesselâm.
☆☆☆
Nutfeden insanı yaratan Rabbimiz onu "Ahsen-i takvîm” (en güzel surette) yarattığını, “İncire, zeytine, Sina dağına ve şu emîn beldeye yemin ederim ki, biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik.” Tîn sûresi 1-5.âyetlerde buyurmaktadır.
İlliyyîn'de ruh olarak en güzel şekilde yaratılan insan daha sonra beden kafesine konularak “esfeli sâfilîn” denilen madde âlemine indirilmiştir 
"Fakat iman edip sâlih amel işleyenler için eksilmeyen devamlı bir ecir vardır."(Tîn sûresi, 6) da buyurulduğu üzere; yeryüzünde nasıl davranılması gerektiği de belirtilmiştir.

Onu bir biçime sokup, ona ruhumdan üflediğim zaman da siz onun için hemen secdeye kapanın.”(Sâd sûresi 72.âyet)

"Hani, Rabbin meleklere, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağımdemişti" (Bakara sûresi, 30).

Allah Teâla buyuruyor; "O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.

İnsan hayrı ya da şerri, sevâbı ya da günahı tercih edebilen bir nefs ile var edildiğinden; dünya ve âhiret  tercihini yapma iradesi de insana verilmiştir.
İnsan, Kur’ân'a uygun yaşantı tarzını benimsediği ölçüde "ahsen-i takvîm"e, yâ'ni en güzel yaratılış hassasına erişmiş olur.

Rabbinin insana verdiği kıymeti, lutfettiği sayısız nîmetleri, “ahsen-i takvîm” üzere yaratıldığını unutmamalı insan ! 
Ruh ve beden yönünden yaratılmışların en güzeli olan insan nefsinin arzu ve heves rüzgârlarına teslim olup geçici zevklerin peşinde ömrünü tüketmemeli !

لَقَدْ خَلَقْنَا الْإِنسَانَ فِي أَحْسَنِ تَقْوِيمٍ
“Biz, insanı ahsen-i takvim üzere yarattık.” (Tîn sûresi,4)
☆☆☆

(*)Kur'an-ı Kerim'de insanın yaratılışı ile ilgili sûre ve ayetler:
2/28- Siz cansız (henüz yok) iken sizi dirilten (dünyaya getiren) Allah’ı nasıl inkar ediyorsunuz? Sonra sizleri öldürecek, sonra yine diriltecektir. En sonunda ona döndürüleceksiniz.

4/1- Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan; ikisinden birçok erkek ve kadın (meydana getirip) yayan Rabbinize karşı gelmekten sakının. Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve akrabalık bağlarını koparmaktan sakının. Şüphesiz Allah üzerinizde bir gözetleyicidir.

7/11- Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Adem için saygı ile eğilin” dedik. İblisten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı.

7/189- Allah sizi bir tek nefisten yaratan ve kendisi ile huzur bulsun diye eşini de ondan var edendir. (İnsan) eşiyle birleşince eşi hafif bir yük yüklenir (gebe kalır) ve (bir müddet) onu taşır. Gebeliği ağırlaşınca her ikisi de Rableri Allah’a, “Eğer bize iyi ve sağlıklı bir çocuk verirsen, elbette şükredenlerden olacağız” diye dua ederler.

15/26- Andolsun, biz insanı kuru bir çamurdan, şekillendirilmiş bir balçıktan yarattık.

16/78- Allah sizi, analarınızın karnından siz hiçbir şey bilmez durumda iken çıkardı. Şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.

18/37- Arkadaşı ona cevap vererek dedi ki: “Seni topraktan, sonra bir damla döl suyundan yaratan, sonra da seni (eksiksiz) bir insan şeklinde düzenleyen Allah’ı inkâr mı ediyorsun?”

Ceninin ana rahminde geçirdiği evreler için ayrıca bakınız:

22/5- Ey insanlar! Ölümden sonra diriliş konusunda herhangi bir şüphe içindeyseniz (düşünün ki) hiç şüphesiz biz sizi topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra bir “alaka”dan, sonra da yaratılışı belli belirsiz bir “mudga”dan yarattık ki size (kudretimizi) apaçık anlatalım. Dilediğimizi belli bir süreye kadar rahimlerde durduruyoruz. Sonra sizi bir çocuk olarak çıkarıyor, sonra da (akıl, temyiz ve kuvvette) tam gücünüze ulaşmanız için (sizi kemale erdiriyoruz.) İçinizden ölenler olur. Yine içinizden bir kısmı da ömrün en düşkün çağına ulaştırılır ki, bilirken hiçbir şey bilmez hale gelsin. Yeryüzünü de ölü, kupkuru görürsün. Biz onun üzerine yağmur indirdiğimiz zaman kıpırdar, kabarır ve her türden iç açıcı çift çift bitkiler bitirir.

23/12- Andolsun, biz insanı, çamurdan (süzülmüş) bir özden yarattık.
23/13- Sonra onu az bir su (meni) halinde sağlam bir karargaha (ana rahmine) yerleştirdik.
23/14- Sonra bu az suyu “alaka” haline getirdik. Alakayı da “mudga” yaptık. Bu “mudga”yı da kemiklere dönüştürdük ve bu kemiklere de et giydirdik. Nihayet onu bambaşka bir yaratık olarak ortaya çıkardık. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!
23/15- Sonra (ey insanlar) siz bunun ardından muhakkak öleceksiniz.
23/16- Sonra yine muhakkak siz, kıyamet gününde (tekrar) diriltileceksiniz.
Alaka”, erkeğin spermiyle döllenmiş dişi yumurtadan bir hafta zarfında oluşan hücre topluluğunun rahim cidarına asılıp gömülmüş şekli demektir.,
"Mudga”, ceninin, üzerinde diş izlerini andıran şekiller taşıyan, henüz uzuvları oluşmamış şekli demektir.

30/20- Sizi topraktan yaratması, O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Sonra bir de gördünüz ki siz beşer olmuş (çoğalıp) yayılıyorsunuz.

30/54- Allah, sizi güçsüz olarak yaratan, sonra güçsüzlüğün ardından bir güç veren, sonra gücün ardından bir güçsüzlük ve yaşlılık verendir. O dilediğini yaratır. O hakkıyla bilendir, hakkıyla kudret sahibidir.

32/5- Gökten yere kadar bütün işleri Allah yürütür. Sonra bu işler, süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde ona yükselir.
32/6- İşte Allah gaybı da görünen âlemi de bilendir, mutlak güç sahibidir, çok merhametlidir.
32/7- O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı. İnsanı yaratmaya da çamurdan başladı.
32/8- Sonra onun neslini bir öz sudan, değersiz bir sudan yarattı.
32/9- Sonra onu şekillendirip ona ruhundan üfledi. Sizin için işitme, görme ve idrak duygularını yarattı. Ne kadar az şükrediyorsunuz!

35/11- Allah sizi önce topraktan, sonra da az bir sudan (meniden) yarattı. Sonra sizi (erkekli dişili) eşler yaptı. Allah’ın ilmine dayanmadan hiçbir dişi ne hamile kalır ne de doğurur. Herhangi bir kimseye uzun ömür verilmez, yahut ömrü kısaltılmaz ki bu bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da yazılı) olmasın. Şüphesiz bu Allah’a kolaydır.

36/68- Kime uzun ömür verirsek, onu yaratılış itibariyle tersine çeviririz (gücünü azaltırız). Hâlâ düşünmeyecekler mi?

36/77- İnsan, bizim kendisini az bir sudan (meniden) yarattığımızı görmedi mi ki, kalkmış apaçık bir düşman kesilmiştir.

39/6- O, sizi bir tek nefisten yarattı. Sonra ondan1 eşini var etti. …..Sizi annelerinizin karnında bir yaratılıştan öbürüne geçirerek üç (kat) karanlık içinde oluşturuyor. İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hakimiyet) yalnız onundur. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. O halde nasıl oluyor da haktan döndürülüyorsunuz?

40/64- Allah, yeryüzünü sizin için karar kılma yeri, göğü de binâ yapan; size şekil verip de şekillerinizi güzel kılan ve sizi temiz şeylerle rızıklandırandır. İşte Rabbiniz Allah! Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!

40/67- O, sizi (önce) topraktan, sonra az bir sudan (meniden), sonra “alaka”dan yaratan, sonra sizi (ana rahminden) çocuk olarak çıkaran, sonra olgunluk çağına ulaşmanız, sonra da ihtiyarlamanız için sizi yaşatandır. İçinizden önceden ölenler de vardır. Allah bunları, belli bir zamana erişmeniz ve düşünüp akıl erdirmeniz için yapar.

41/47- Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin bilgi O’na havale edilir. Meyveler tomurcuklarından ancak O’nun bilgisi altında çıkar, dişi ancak O’nun bilgisi altında hamile kalır ve doğurur. Allah onlara, “Nerede bana ortak koştuklarınız?” diye seslendiği gün şöyle derler: “Sana arz ederiz ki, içimizden onları gören hiçbir kimse yok.”

46/15- Biz insana anne babasına iyi davranmayı emrettik. Annesi onu ne zahmetle karnında taşıdı ve ne zahmetle doğurdu! Onun (anne karnında) taşınması ve sütten kesilme süresi (toplam olarak) otuz aydır. Nihayet olgunluk çağına gelip, kırk yaşına varınca şöyle der: “Bana ve anne babama verdiğin nimetlere şükretmemi, senin razı olacağın salih amel işlememi bana ilham et. Neslimi de salih kimseler yap. Şüphesiz ben sana döndüm. Muhakkak ki ben sana teslim olanlardanım.”

49/13- Ey insanlar! Şüphe yok ki, biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi boylara ve kabilelere ayırdık. Allah katında en değerli olanınız, O’na karşı gelmekten en çok sakınanınızdır. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hakkıyla haberdâr olandır.

53/45,46- Şüphesiz O iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.

55/3- İnsanı yarattı.

56/57- Sizi biz yarattık. Hâlâ tasdik etmeyecek misiniz?
56/58- Attığınız o meniye ne dersiniz?!

64/3- Gökleri ve yeri hak ve hikmete uygun olarak yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş yalnız O’nadır.

67/23- De ki: “O, sizi yaratan ve size kulaklar, gözler ve kalpler verendir. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”
67/24- De ki: “O, Sizi yeryüzünde yaratıp çoğaltandır. Ancak onun huzurunda toplanacaksınız.”

70/39- Hayır (ne mümkün)! Şüphesiz biz onları kendilerinin de bildikleri şeyden (meniden) yarattık.

71/13- ‘Size ne oluyor da Allah için bir vakar (saygınlık, büyüklük) ummuyorsunuz?’
71/14- ‘Halbuki, o sizi evrelerden geçirerek yaratmıştır.’

75/36- İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı zanneder.
75/37- O dökülen meniden ibaret az bir su değil miydi?
75/38- Sonra bu, bir “alaka” oldu. Derken Allah onu yaratıp güzelce şekillendirdi.
75/39- Nihayet ondan da erkek ve dişi iki eşi var etti.

76/1- İnsan (henüz) anılır bir şey değilken (yaratılmamışken) üzerinden uzunca bir zaman geçti.
76/2- Şüphesiz biz insanı, karışım halindeki az bir sudan (meniden) yarattık ve onu imtihan edeceğiz. Bu sebeple onu işitir ve görür kıldık.

76/28- Onları biz yarattık ve eklemlerini (birbirine) biz bağladık. Dilediğimizde (onları yok eder) yerlerine benzerlerini getiririz.

77/20- Biz sizi bayağı bir sudan (meniden) yaratmadık mı?
77/21,22- Sonra onu belli bir süreye kadar sağlam bir yerde (ana rahminde) tuttuk.
77/23- Sonra da ona ölçülü bir biçim verdik. Biz ne güzel biçim verenleriz!

78/8- Sizleri (erkekli-dişili) eşler halinde yarattık.
80/17- Kahrolası (inkarcı) insan! Ne nankördür o!
80/18- Allah onu hangi şeyden yarattı?
80/19- Az bir sudan (meniden). Onu yarattı ve ona ölçülü bir şekil verdi.
80/20- Sonra ona yolu kolaylaştırdı.

82/6,7,8- Ey insan! Seni yaratan, şekillendirip ölçülü yapan, dilediği bir biçimde seni oluşturan cömert Rabbine karşı seni ne aldattı?,

86/5- Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın.
86/6- Fışkırıp çıkan bir sudan yaratıldı.
86/7- Bu su, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar.

90/8,9,10- Biz ona iki göz, bir dil, iki dudak vermedik mi; iki apaçık yolu (hayır ve şer yollarını) göstermedik mi?

92/3- Erkeği ve dişiyi yaratana andolsun ki,
95/4- Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık.

96/1,2- Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı “alak” dan yarattı.

11 Kasım 2018 Pazar

Şehir ve insan..

Whatsapp ile Paylaş
Şehir ve insana dair söylenecek çok şey var.

İktisatçılar, çevre bilimciler, sosyologlar, mimarlar gibi şehirle ilgilenen farklı disiplinlerin her biri kendi penceresinden şehir tanımı yapar ve çerçevesini çizer. Meselâ Weber "zaman-mekân-toplum" çerçevesinde bir şehir tanımı yaparken bu alanda çalışmalar yapan kimileri tarafından şehir, ekonomik-kurumsal yapılar çerçevesinde ele alınır...ya da 20.yüzyılda giderek üzerinde yoğunlaşılan "ekolojik şehir" kavramı çerçevesinde şehire bakılır olmuştur.
Günümüze geldiğimizde dünya nüfusunda şehirleşme oranının geçmiş yüzyıllara göre artması ile şehir sosyolojisi ile ilgili, toplumsal değişim ve dönüşüm üzerinde daha fazla çalışma ve araştırmalar yapılmaktadır.

İbni Haldun'a göre iki kategorik toplum vardır. Biri köylü toplum da denilen, hayvancılık ve tarımla ilgilenen, kültürel değerlerini muhafaza etmiş toplum, diğeri şehirleşmiş toplum. İbni Haldun; birinciye "bedevi", ikinciye "haderi" der.

Her neyse... günümüze gelecek olursak;
şehirler, bilgi ve teknoloji üretme, ticaret merkezleri olma yanında; kültür, san'at ve fikir üretilen, medeniyyet merkezleridir, yâ'ni öyle olmalıdır.
Şehir, aynı zamanda düşünce ve fikir alış-verişi ve eğitim odaklarını da içinde bulunduran medeniyyet beşiğidir, kültür havzıdır.


Bu kültür havzalarını, kadim medeniyyetimizin merkezinde yer almış şehirlerde görmek mümkündür...

Bu şehirlerin ahalisinde irfân, ilim, san'at ve mimâri, estetik ve kültürün etki ve yansımalarını; davranış kalıplarında ve lisân-ı kibar ile mülevvin konuşmalarında görmek mümkündür.

Eğer şehir hayatında, müspet yönde sosyalleşme alt yapısı var ise medenî kültürü inşâ etmek mümkün olur.

İnsanî değerlerin oluşmasına uygun münbit ortamlar bir çok nitelikli şahsiyyetin yetişmesinin zemini olur aslında...bu ise şehrin sahip olduğu ve sunduğu imkânlar ile daha kolay gerçekleşir.
Böylece şehir insanı, maddî ve manevî kalkınmada öncü rol üstlenebilecek donanıma şehrin alt yapısı sayesinde sahip olabilir.
☆☆☆
Göçler ile kısa zaman diliminde şehirlerin nüfusundaki hızlı artış sosyolojik bir olgu olarak bir çok sorunun da ortaya çıkmasına  ve gözle görülür olmasına sebep olmuştur.
Teknoloji ve ticaret ile şekillenen  kentleşme insanlara maddî mânâda hizmet ederken kültür ve irfânı da verebilmelidir.
Eğer kentleşmede bu medeniyyet vasatı oluşmamış ise insan mefhumu insanî değerleri öğüten bu tip fabrika-kentlerde  "şey"leştirilir.

Asrımızın, x-y-z kuşaklarının medenîyyet algısı, sonuç olarak; mutsuz, huzuru yanlış yerlerde arayan, bunalımda, maddî tatminin zirvesinde olsa bile boşluk duygusu içerisinde kıvranan ve tatminsiz "kent" insanı tipini karşımıza çıkarmaktadır...

Bunun sonucunda bireyler kontrol edilmeyen yoz kültür mecraları içinde ufalanan küçük ve önemsiz  birer dişli çarkı haline gelmişlerdir.
Şekilci, hissiz, çıkarcı, egoist, umursamaz, mağrur, üretmeyen, tüketici, fırsatçı bir tip ortaya çıkar...

Sonrasında ise; paylaşmayı aptallık, yardımlaşmayı çıkarsızlık sayan marazî tutumlar toplumu kuşatıverir…


Halbuki medeniyyet;
yüksek ahlâktır, ilimdir, fendir, pozitif düşünce ve yaklaşımlardır, nezâkettir, empatidir, hoşgörü ve yardımlaşmadır, sevgi ve saygıdır, samimiyet ve dürüstlüktür, kendini sürekli yenileme ve ilerlemedir, çirkin/kötü davranışları terk etmektir, eğitim ve kültüre mesafe koymadan öğrenme iştiyakıdır…özetle evrensel "insanî ve fıtrî" değerleri edinmek ve hayata geçirmektir.

Bunun mükemmel örneğini, hz.Peygamber yaşantısıyla ortaya koymuştur.
Eli ile ve dili ile insana-canlıya,çevreye- zarar vermeyen, iyiliği önceleyen, kötülüğe meyletmeyen -meyledenlere engel olan-bir yaklaşım, medeniyyet ile doğrudan bağlantılıdır.

Medeniyyet hikmettir, ilimdir, irfandır. Sünen-i seniyyeye ittibadır, fıtrata uygun yaşamaktır...

Şehir; sadece insanın karnını doyuran, sırtını giydiren yer olmaktan öte, fikrini şekillendiren, dimağ ve dağarcığını, aklını ve gönlünü dolduran ve doyuran bir mekândır, öyle olmalıdır.

Kültürel, san'atsal ve ilmi aktivitelerden yoksun, hikmet ve irfandan bî-haber, gökdelenler ile yeme-içme, giyim-kuşam, ticaret ve alış-veriş mekânlarından ibaret "bir yeryüzü", insanın "insanlığı"na ne katabilirki !

İbni Haldun:
"İnsan fıtratı gereği medenî bir varlıktır" der.
Bu fıtrat çevresel faktörler ile çürütülmüyorsa, korunuyorsa evet, insan medenîdir !
İnsanı fıtratından uzaklaştırarark "şey"leştiren ortamlar için ise medenî denemez,  "kent" mekânı bile olsa !

Medeniyyetin algılanması ve yaşanması için kentte mukîm olan insana bu alt yapı -eğer yoksa- sunulmalıdır, değil mi !

10 Kasım 2018 Cumartesi

Rüzgârlara kapılan kuru yaprak misali…

Whatsapp ile Paylaş

"Bahar gelmiş neyleyim 
neyleyim baharı yazı 
Yaz oldu, bahar oldu
şu yalancı dünyada…"
diyor ya bestekâr (*)

Bir diriliş baharı;
beyaz yeşile
tohum çiçeğe,
bebek gençliğe…

Ve Son bahar;
dalından dans ederek düşen
altınsarısı
kızıl yapraklar

esen her rüzgârla
savrulan kuru yapraklar

Baharın;
ilki doğum
sonu can çekişme
Ve…kara kış
Şahit olana !
Yeşilden kızıla
tohumdan çiçeğe, meyveye
üçyüzaltmışbeş günde…
İlk ve son bahar…

Her dem bir başka renk;
sarısı turuncusu,
beyazı, moru,
yedi rengin çümbüşü…

İnsanı insana anlatıyor
mevsimler,
hayatı sahneliyor…
göz göre göre !

İç içe varlık ve yokluk
Yan yana genci ve yaşlısı…
Tazesi ve kurusu...

Anlatıyor
var oluşu, yok oluşu
topraktan gelişi
O'na dönüşü,
evveli, ahiri
Üçyüzaltmışbeşgünü…

"Bahar bitti güz bitti
(……)
Yollar kapandı kardan, turna gelmez diyârdan…"
nağmeleri fısıldıyor âlem…
bir diğer nihavend şarkıda(**)
Ey âlemi idrâk ile seyreden !

_____________________________

(*)Güfte ve bestesi Şekip Ayhan Özışık'a ait nihavend şarkı
(**)Güfte Ramazan Gökalp Arkın beste Sadettin Kaynak, nihavend şarkı

9 Kasım 2018 Cuma

Âdem; adem olacak, salacağa yatacak.../Abdulkerim Erdem

Whatsapp ile Paylaş


Ey dünyaya tapınan
Zahidim deyip gezme
Sinek kanadı dünyan
Binek zannedip binme

Makam mansıbdan geçen
Rızayı Hakkı seçen
Kötü huyları biçen
Anca dervişmiş derler

Dervişim deyip gezen
Derviş kapıya eşik
Üstüne basılanda
Avazın çok değişik

Cümle Âdem sendedir
Âdem Hakk'ka bendedir
Belâ başa gelirse
Bil ki kusur sendedir

Gel sen sığın Rabb'ine
Kusuru nefsinde bul
Allah'ın değneğine(*)
Kızma da huzuru bul

Derviş cahil olanda
Nefsi galip gelecek
Huzurdan kovulanda
Sanma himmet gelecek

Keramet hayzdır derler
İnceliği bilenler
Keramet isteyenler
Nefsi ifna ederler

Âdem adem olacak
Vade bir gün dolacak
Salacağa yatacak
Defterine bakacak
_________
(*)Not:Başa gelen musibet/bela Allah'ın değneği gibidir...

8 Kasım 2018 Perşembe

Allah u Azîm-üş-şân'a övgü…

Whatsapp ile Paylaş
Rahman ve Rahim olan Allah adı ile

Sayısız hamd ve minnet, bir avuç  toprağa imân ışığı veren eşsiz  Allah'a yaraşır. 

Âdem (a.s.)'ın bedenindeki ruhu  üfleyen, Nuh (a.s.)'ı tufandan  kurtaran O'dur. 

Ad kavminin cezasını vermek için  kahrıyla fırtınaya emir veren O'dur.

Lütfunu gösterince, sevgilisine  (İbrahim a.s.) ateşi gül bahçesi  yaptı.

Seher vaktinde Lût kavminin altını  üstüne çeviren yine O padişahtır.

O'nun tarafına bir düşman (Nemrud) ok  atmış, fakat bu düşmanın işini bitirmeye bir sivrisinek kâfi  gelmiştir.

Düşmanı Firavunu denizde boğan, mermer  taşının içinden Salih peygamber için deve çıkartan O'dur.

O kudretli ve ebedi olan Allah, inayet  verince Davud'un (a.s.) elindeki demir, mum gibi oldu.

Süleyman'a (a.s.), mülk ve sultanlık verdi, şeytan ve peri O'nun mührüne (fermanına) boyun eğdi.

Eyyûb'un (a.s.) teninden böceklere  azık verdi.
Yunus'un (a.s.) bedenini bir balığa lokma yaptı.
Zekerriyâ'nın (a.s.) başına testere  indirdi.

O, her ne dilerse onu yapar.  Sultanlık O'na aittir, O'ndan hesap sormaya kimsenin gücü yetmez.

O, birine nimet ve  hazine bağışlar,  ötekine acı ve zahmet verir.

O, öyle bir Rab'dir ki; hava kuşlarına  denizlerdeki balığı azık yapar.

Babasız çocuk İsa'yı (a.s.) doğurtan,  beşikteki yavruyu konuşturan O'dur. 

Yüz yıllık ölüyü (Üzeyir  a.s.) diriltir.
Bunu Allahu Teâlâ'dan başka kim yapabilir?

O, öyle bir yaratıcıdır ki çamurdan sultanlar çıkarır, yıldızlarla şeytanları taşlar, kuru topraktan otlar bitirir ve "Gökleri" de O  korur, göz açıp yumuncaya kadar  cihânı birbirine çarpar da, burada  söz söylemeye hiç kimse güç yetiremez.

Birine yüz kese altın ihsan eder, beriki ekmek hasretiyle can verir. 

Biri sincap ve samur kürkler giyinir,  öteki tandurda çıplak yatar. 

Biri atlas ve seccadeler üzerinde oturur, beriki buz gibi düşkünlük toprağında yatar. 

Bir tanesi bin naz ve izzetle taht üzerine kurulmuştur, öteki yoksulluktan ağzı açık bir halde.

O, öyle bir İlâh'dır ki hava kuşlarına  balığı azık  yapar, kullarına şahlık  devleti verir. 
Bunu O'ndan başka kim yapabilir ? 

Mülkünde ortakçısı ve benzeri yoktur. 
Sözlerinde es ve âhenk bulunmaz.

İki cihânın ulusu, peygamlerin sonuncusu olan Yüce Peygamber ötekilerden sonra geldi.  Fakat önce gelenlerle iftihar örneği  oldu. 
O cihana gelince dokuz felek kendisine  miraç, nebilerle veliler ona muhtaç  oldu. Varlığı âlemlere rahmet getirdi. Bütün  yeryüzü  Ona  mescid  oldu...

Kaynak: Feridüddin Attar (K.S.), Cevahirname:Öğütler.

6 Kasım 2018 Salı

Nezâfet ve îmân…

Whatsapp ile Paylaş
Fukaranın yanında mangırlarını sayan
Yetimlerin yanında yavrularını seven
Aç'ı görmezden gelip yediklerini öven
Bir de nezâket, nezâfet ve edebi öğrense..

Hastaların yanında sağlık sıhhatin öven
İşsizlerin yanında yatırımdan bahseden
Çilekeş gördüğünde omuz silkip de  gülen
Bir de nezâket, nezâfet ve edebi  öğrense

Dostluğunu hep çıkar hesabına bağlayan
Menfaatlenmek için fırsatları kollayan
Mümkün olmasa dahi teke sütünü sağan
Bir de nezâket, nezâfet ve edebi öğrense

Tevekkül kelimesini hep pelesenk eyleyen
Allah rızası deyip de kapı kapı dilenen
"Kelâmullah"da bulunur Âdem'e tüm gereken
Bir de nezâket, nezâfet ve edebi öğrensen
☆☆☆
"En-nezâfetü min-el-îmân" Temizlik / (iç) arınmışlık, imândan gelir…

5 Kasım 2018 Pazartesi

Kış, kuşlar ve misafirin bereketi…

Whatsapp ile Paylaş
Yine kış geldi, her yer beyaz; beyazın yüzü de soğuk kendide...
Yine kış, yine soğuk, ve yine sığıntı misafir, sığırcık kuşları…

Geceleri caddelerde ağaçlar tünek yine
Caddeler geceleri, sokak lambalarıyla ışıl ışıl, kuşlarla cıvıl cıvıl...
Bu cıvıltılar baharın neşe cıvıltılarına hiç benzemiyor, soğuk cıvıltılar...
Yoksa bunlar “karın gurultusu” mu...
Acaba açlık cıvıltısı mı ?
Hava çok soğuk, her yer beyaz, beyazın yüzü de soğuk kendide.. ölüm gibi, kefen gibi..
Misafirlerimiz, ağaçlarda birbirlerine sokulmuşlar, tüylerini de kabartarak...
Karınları aç, cıvıltıları ise soğuk ve soluk !

Yerde kar var...ağaçlarda serçeler, sığırcıklar...
Cıvıltıları kaldırımdan geçen tok ve kalın giyimli insanların kahkahalarına karışarak sönümleniyor...

Çok soğuk...
Açlık cıvıltılarıyla; aç, titrek, çaresiz ve medetsiziz diye sesleniyorlar
Kaçı bahara çıkacak bilinmez ki !

Sıcacık evlerde çorbaların buharı tütüyor, çatılardaki bacalardan dumanlar yükseliyor

Kuşlar buhar ve dumanları seyrederek insanlar için seviniyorlar, iyi dileklerle cıvıldıyorlar:
En azından beyazın soğuk yüzünü ve kendilerini sıcacık yuvalarındaki camın ardından seyredebilen insanlar var ya!

Ne güzel işte, insan olarak yaratılmışlar” deyip fısıldaşıyorlar aralarında, titreyerek, takatsiz cıvıltılarla...

Ağaçlar çimenler ve toprak kar altında, her yer bembeyaz.

İnsanlar sıcacık çorbaları yudumlarken kuşlar için “dane-tohum”, “börtü-böcek” karaborsa, açlar aç!
Kış geldi; kuşlarımız, bereket getiren misafirlerimiz de geldi, yine ağaçlara tünediler...
Açız, açıktayız, size sığındık işte, anlayın n'olur diye cıvıldaşıyorlar...

Başımızı kaldırıpta aman üzerime pislemesin diye korunmaya çalışacağımıza, bağrışmalarını anlamaya çalışsak ya!

Doymazlarsa soğuk taa ciğerlerine işleyecek,
aç kalırlarsa soğuğa direnemeyecekler...

Belki üstümüz, belki kaldırımlarımız kirlenecek yine, ama o sevimli misafirlerimiz her kış, sığıntı ve aç !

Her yer beyaz; beyazın yüzü de soğuk kendi de, ölümün yüzü de
beyaz, kefenin rengi de...

Şehirlerin caddelerindeki kuşlar merhamete de tüneğe de yeme de muhtaçlar...

Evinizdeki bebeğinizin mamasını, bir yudum sevgi tatmini uğruna kafese hapsettiğiniz muhabbet kuşunuzun yemini, eksik tutabiliyor musunuz ?

Ey ehli insaf, ey ehli vicdan, ey ehli iman, ey reklamı sevenler, ey “gönüllüler” ve ey yerel yönetimler !

Atalarımız kuşları, köpekleri, kedileri pek sever, kuşları barındırıp beslemekle bereket kapısından girdiklerine inanırlarmış.
İstanbul sokaklarında kedileri ve köpekleri, ciğerci yahut sakatatçıdan aldığı parçalarla doyurmaya çalışan adamlara pek sık rastlanırmış.
Kayseri’de Gesi bağları civarında kuşlar için özel olarak yapılmış silindirik yapılı birkaç metre çapında ve yüksekliğindeki yuvaları gördüğümde bir kez daha bu necip millete hayran olmuştum. Bugün Gesi’de güney yamaçlara bakan kuytuluklarda onlarca yuva üzerine yüzlerce kuşun tünediğini ve barındığını görürsünüz...

Bu vesile ile ecdadın kuşlara verdiği önemi hatırlatmakta fayda var.

Osmanlı’da canlıya, yaratılana karşı duyulan sevginin ve merhametin somut ifadesi olarak kuş sarayları, kuş evleri inşa edilmiştir, insan ile birlikte şehirde yaşayan kuşların ayrı bir önemi hep olmuştur.
Bizler eskiden beri kumruların sevdalıları olmuşuz, kırlangıçların yuva yaptıkları evleri yangından koruduğuna inanmışız.
Leylek ve deniz kırlangıcı gibi göçmen kuşların kutsal yerlere gittiklerini düşündüğümüz için, hep himaye ederek beslemişizdir.

Bugün Osmanlı’daki geleneksel mimarinin öğelerini araştırdığınızda kuş sarayları veya kuş evlerinin, zarif mimarisi ile minyatür yapı harikaları olduğunu görürsünüz.
Serçe, saka, kırlangıç gibi kuşlara yapılan barınaklar ince bir zevk ürünü olarak çok zarif mimari örnekleri olarak karşınıza çıkar.
16. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırları içinde yer alan İstanbul’dan Edirne’ye oradan Doğu Beyazıt'a kadar bir çok yerde inşa edilen camii, medrese, han, ev, köprü, kütüphane, türbe gibi eserlerde görülen kuş evleri veya sarayları taş ve tuğla kullanılarak yapılmış.
İnsanların ulaşamayacağı ve kuşların kendilerini güvende hissedebilecekleri yükseklikteki uygun yerlere yapılan bu yuvalar, güneş alan dış cephelerde ve sert esen rüzgarlardan korunaklı olarak inşa edilmiş, hem dış cephe estetiği ile bütünleşmiş hem de kuşların yaşantılarına uygun planlanmış.

Bugün ise kimi yerleşim yerlerinde; kuş kovucu ses cihazlarıyla, ya da ağaçlara CD’leri asarak kuşların şehirlere sığınması engelleniyor !

Bin, ikibin hatta yirmibin adet, estetik ve mimari dokuyla uyumlu kuş evi yaptırmak bunları caddelerdeki binaların dış cephelerinin uygun yerlerine, Camii’lerin hatta saat kulelerinin
cephelerine, sokak lambalarının direklerine, ağaçlara asmak çok mu maliyetli ya da zor ?

Kışın gelen misafirlerimizi sığıntı diye, davetsiz diye kovmak yakışır mı bize ?

Geceleri caddelerde konaklayan sığıntı misafirlerimizin sayısını hesaplayarak yeter sayıda kuş evi hatta kuş sarayını "Osmanlı  döneminde yapılan kuş saraylarını" modelleyerek, kalıplar içine alçıdan döktürüp bir ayda imal ettirsek, misafirlerimizin istifadesine atalarımız gibi sunsak, iyi olmaz mı ?

Ağaçlara, direklere, binaların camilerin dış cephelerine asılacaklar olarak farklı tipte kuş sarayları imal ettirip monte ettirmeye ne dersiniz; kovmayalım ağırlayalım, yerel yönetimler gündemlerine alıp organize etsinler yeter, eminimki bunun maliyetini üslenmek isteyen iş adamları, esnaf ya da hayırseverler çıkacaktır, hatta müftülükler bu konuda cami cemaatinden de destek isteyecektir.

Belki de esnafın bereketi de bundandır.

Yunus Emre'nin dediği gibi:
“Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü”.

Unutmamak lâzım:
“Merhamet edene merhamet olunur”,
“Yerdekilere merhamet edene göktekiler merhamet eder”
”Misafir bereketle gelir” , değil mi ?

4 Kasım 2018 Pazar

Muhabbet ve buğz Allah için…/Abdulkerim Erdem

Whatsapp ile Paylaş
"Olmaz olarda hîç fesâd u buğz u hased kibr ü inâd
Cümle biliş yok anda yâd birbirine ihvan kamu" (Niyâzî-i Mısrî).

İnsana musallat olan marazî hastalıkları ilk satırda, tevhidî bakışı ikinci satırda ne de güzel özetlemiş üstâd Niyâzî-i Mısrî...

Emekledikten sonra ayağa kalkan, doğrularak yürüyen insan vücuduna bağışıklık sistemine rağmen, zaman zaman mikrobik ajanlar girer de onu yatağa düşürür.
7-10 gün içinde ilk defa rastlaştığı bir mikrobu bağışıklık sistemi/hücreleri analiz eder tanır, bağışıklık hücre hafızası oluşturur, ona karşı savunma tipi geliştirir, savaşacak hücre/eleman/protein…gibi unsurlar ile etkeni yok edene kadar top yekûn savaşa girer.

Maddi bedenimizde mikroba karşı verilen ve yukarıda kısaca özetlenen bu mücadele iradî değildir.

İnsanın bir de manevî tarafı var…insan, ona da musallat olan mikroplarla tanışınca mücadele yöntemi geliştirmesi/uygulaması gerekir.

Yukarıda Niyâzî-i Mısrî'nin bir beyitinde geçen fesâd, buğz, hased, kibir, inâd gibi bir çok maraz, insanı içten ele geçirebilir ve kontrol ederek davranış kalıplarına dönüşür.

Bunlar kötülüğü emreden nefsten kaynaklanır. Yani hastalık kaynağı olan ıslah edilmemiş nefstir. 
Ben nefsimi temize çıkarmam, çünkü Rabbimin merhamet ettiği hariç, nefis aşırı derecede kötülüğü emreder. Şüphesiz Rabbim çok bağışlayandır, çok merhamet edendir, dedi."
(Yusuf sûresi, 53)

Ayrıca bu marazın tetikleyicisi olan huzurdan kovulmuş iblis de var, her an fırsat kollayan. 
Peygamberimiz (s.a.v.) bir hadislerinde şöyle buyururlar:
"Şeytan, damarlardaki kan gibi insanda dolaşır. Ben, onun kalplerinize bir kötülük atmasından korkarım."

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de buyuruyor:
"Ey iman edenler! Şeytanın adımlarına uymayın. Kim şeytanın adımlarına uyarsa, bilsin ki o hayâsızlığı ve kötülüğü emreder. Eğer Allah’ın size lütfu ve merhameti olmasaydı, sizden hiçbiriniz asla temize çıkamazdı. Fakat Allah, dilediği kimseyi tertemiz kılar. Allah, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir"(Nur sûresi, 21)

Bunlarla başa çıkmak bedene girmiş bakteri/virüs ile başa çıkmaktan çok daha zordur.

Kişi yıllarca hatta bir ömür sürecek bir şekilde iç âlemini her dâim dikkatle izleyecek ve bu marazî durumların kontrolüne girmeyecek.

Allah için sevmek yahut buğz etmek yerine egosu için-nefsi için sevmek yahut buğz etmek de bu minval üzere kişiyi kontrol eden nefsi ve şeytani damarlardır.

Peygamberimiz (s.a.v.) hadislerinde şöyle buyururlar:

“Bir kötülük gördüğünüz zaman elle düzeltin. Buna gücünüz yetmezse dilinizle düzeltmeye çalışın. Buna da gücünüz yetmezse kalben buğzedin. Bu (buğz etmek) ise imanın en zayıf derecesidir.”

“Amellerin en üstünü Allah için sevmek ve Allah için buğz etmektir.”

Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’de:
Mü’minler ancak kardeştirler; siz de kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurât sûresi, 10)

“Kötülüğü iyiliğin en güzeli ile karşılık vererek defedin. Böylece bakarsınız ki aranızda düşmanlık bulunan kimse candan bir dost oluverir.” (Fussilet sûresi, 34)

“Zaten takva sahibi mü’minler de bollukta ve darlıkta bağışta bulunanlar, öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenlerdir.” (Âl-i İmrân sûresi, 134)
buyurmaktadır.

"El hubbu fillâh vel buğzu fillâh"

"Muhabbet Allah(cc) için, buğz etmek Allah(cc) için"…
olmalıdır değil mi ?

3 Kasım 2018 Cumartesi

"Arz"a sürgün…

Whatsapp ile Paylaş
Kapkara duman gibi
Vicdanı kararmışlar
Onlar ki mahlûkun dibi
İnsanlarla oynamışlar

Âlâyış ile övünüp
Debdebeyle gezinmişler
Yer yüzünü delmek için
Yemiş içmiş tepinmişler

Âlây-ı vâlâ ile 
Dünyadan geçip gitmişler
Kapkara duman ile
Hepsi birer şimendifer
☆☆☆
Meğer kapkaraymış nefs
Dumansız ateşte pişen
Ruh için ten bir kafes
Semâdan arza düşen

"Arz" sürgünü atana bak
 Kovulan iblise uyma
Kulluk nişanlarını tak
Boş ver nefsi, ona uyma

2 Kasım 2018 Cuma

Özlü sözler..

Whatsapp ile Paylaş
Zayıf iken adaleti savunabilirsin 
ancak, güçlü olduğunda adalet dağıtabiliyor musun,  yoksa zalimleşiyor musun ?
Ona bak !
☆☆☆
Güzellik denen şeyi sen mi var ettin ?
Ya da çirkin diye omuz silktiğin,
çirkinliğe aday mı oldu ?
☆☆☆
İyilik yapmak enayiliktir diyenlere 
kulak asan, enayinin tuzağına düşmüş olur…
☆☆☆
Cesur ol, ama merhamet ile muamele et,
acımasızlık insanî değil, unutma !
☆☆☆
Hesabî zeka yerine hasbî akıl sahibi olmalı insan…
☆☆☆
Her insan filozof olmayabilir, ancak herkes hayat felsefesini hikmet ve hakikat ile yoğurabilir…
☆☆☆
Basiret ile bakanlar, hayal deryâsında yüzen hayalperestlerin üzerinden uçarak geçip giderler.  
☆☆☆
Hayatı doğru okuyan, hedefe yürüme konusunda ısrarcı olmalı, ancak kaderin  çizdiği yolda yürümemek için asla  inatlaşmamalı.  
☆☆☆
Bilgi tarlasının rençberi olan, ilim harmanından hikmet devşirir.
☆☆☆
Her bilge ukalâdır, her ukalâ bilge değildir. 
☆☆☆
Güçlüye köle, zayıfa hükmedici olan, müsbet bir şahsiyyet geliştirememiştir…
☆☆☆
Cehâletinin farkında olmayanlar, ilmi hakikatten uzak ve kendilerine göre çıkarımlar yaparlar, zan büyüteci ile bakan ise kendi idrak kuyusunun dibinden gördüğü ışığı, hakikatın bütünü zanneder !
__________
Ukalâ:Akıllı olanlar