12 Şubat 2018 Pazartesi

Nene Hatunlar...cumbada ninem, "doksandokuz"luk tesbihiyle...

Whatsapp ile Paylaş
Arnavut taşı kaldırımlarda, ağır ağır yürüyen yalnız adam ve makosenlerinin yürürken çıkarttığı sokağın sükununu bozan gıcırtısı...

Birbirine sırtını dayamış beyaz badanalı cumbalı evler...Huzur sokağının huzurlu ve Huzur'daki sakinleri...

Okyanus mavisi pervazlara sahip kapı ve pencereler ile erguvanlarla sarılı duvarların ahenginin verdiği huzur ve dinginliği teneffüs ederek, Halik'i ile olduğunu unutmadan yürümekte olan yalnız adam...Ezelde takdir edilmiş ecele doğru, adımlıyor huzuru, makosenleriyle...

Cumbada oturmuş Cemre ninem, o da bir Nene Hatun, sokağı tarassudda, elindeki
Nene Hatun(1857- 1955)
93 Harbinde (1877-1878) 
Osmanlı-Rus Savaşı),
 küçük oğlunu ve 
kundaktaki 3 aylık kızını 
evde bırakarak
Erzurum Aziziye Tabyası
savunmasına katılıp 
kahramanca çarpışan Türk
kadını.


"doksandokuz"luk tesbihiyle...

Gün içinde, cümlenin ve kendinin  evladlarına dua ve yakarışta...kendine bir kerecik "uf" demeyen evladına, her vakit niyazda...

Dünyaya, lükse ve şatafata düşkün olan,  gönlü dünya ve dünyalık hesaplar ile dolu olsa da, cennetlik olduğuna kendini de etrafındakileri de inandırmış, Kur'an ayetlerini ve duayı güzel ahlâk sahibi ve mü'min olmak ve Rabbi'nin rızasını kazandıracak ameller için değil de, bir şeyleri oldurmak(!) veya oldurmamak(!) niyetiyle nefsi hesapları için kullanan, kendince siyaseti güçlü, her işte ince hesaplar yaptığını zanneden çatık kaşlı asık suratlı Ümmiye elinde alış-veriş çantası ile geliyor işte....Ümmiye, komşusu Nazmiye hanımın arka sokakta oturan gelini.

Cemre ninem ona da hayır duada, her ne kadar onun, kayınvalidesinin helvasını yapıp dağıtmayı beklemekte olduğunu, eline yakacağı kınayı hazır ettiğini duymuş ise de ninem, yine de cahil işte deyip ıslahı için dua etmekte !
...
Hah biri daha göründü sokağın başında. Ninem, sokağın başından gözleriyle aldı geleni, sokak sonunda gözden kaybolunca uğurladı her zamanki gibi dua ile...

Hem ne yapsın, bunca yaşın yaşanmışlıklarının alnına ve yüzüne çizdiği hatların her birinin; on yıllar süren sıkıntısını, matemini, hüznünü, haykırıyor nurlu yüzüne bakanlara.  Sokağı seyretmeyip de ne yapacak, dizinin takati, gözünün feri kalmadı yaşamakta olduğu doksanlı yaşlarında.

İşte kapıdan çıkıyor bitişikteki Fatma teyze, o bir asker anası, her gün postacının yolunu gözler,  akşama kadar gelir diye belki bir haber,  dua ile öteleri müşfik-âne  özler...

Karşıdaki evin penceresinde; babasını bekleyen arkadaşlarına, her günün akşamında imrenerek ve yutkunarak bakan  yetim Abdurrahman el sallıyor nineme,  babasını milletinin bekâsı için gittiği seferden getiren ay-yıldızlı al bayrağa sarılı sandukası içinde uğurlayan yürekli, metîn ve vakur çocuk...şehîdini Rahimiyyete fatiha ve tekbirlerle uğurlayan, imanı devleşmiş güzel gönüllü çocuk...

Üç kapı ötede, cama dayanmış Murad, akşama dedesine ısmarlamış olduğu elma şekerine kavuşma arzusuyla, güneşi batıya ittirip duruyor,  akşamı iple çeken bir küçücük çocuk, bütün gün hayallerini süsleyen elma şekeri için...dünyası o gün elma şekeriydi Murad'ın.

Arzu ve elma şekerine akşama kavuşmanın kavurucu ateşiyle yanarken Murad, gün batmamakta, akşam da olmamakta nasıl da ısrarcıydı bugün...

Uzayan gölgelerin yelkovanla uygun adım ilerleyişi...ve bir gün daha geceyle buluşacak.

Ve nihayet segâh akşam ezanına hazırlanmış, abdest tazelemiş müezzin efendi göründü sokak başında...

Murad'ı bir sevinç, Abdurrahman'ı buruk bir hüzünle karışık teslimiyyet giderek artan bir şekilde kaplıyordu, müezzin camiye her bir adım ile biraz daha yaklaştıkça...

Üç kapı...segâh... huşu, tezellül ve edeb...ve huzura kabulü bekleyiş...

Ya Allah, Ya Hakk, Ya Muhammed...
Elif, Lâm, Mim !

Şehâdetin segâhtan ifşa ve ikrarı...
Segâh'tan akşam ezânı...
Gecenin zulmetine inat, nurlu semâlara, Yegâh'a uzanan merdiven !

Gün battı, gurubun turuncumsu kızıllığı tedricen koyu maviden laciverte yol almakta...

Ve
Allahu ekber...
Eşhâdü...
Eşhâdü...
...
Eşhâdü...

...lâ ilahe ill-Allah.

Segâh...üç kapı !

Ninem mi ?
Seccadede, rüku, sücud ve duada...cümle mahlûka ve "İnsan"a...

Bayrak; ay-yıldızlı al bayrağım dalgalanıyor semâda...haykırıyor istikbâl ve istiklâli dosta, düşmana !
Ve Şehîd'imizi teslim ettik Güllere ve Lâle'ye...âlem-i ervah'a !
Huzur sokağı, sağlıklı ve huzurlu bir organizma gibi...birbirine sırtını dayamış cumbalı evlerdeki sakinleriyle.

Onlar ki, huzuru ve dertleri, aşı ve lokmayı paylaşmayı zevk edinmişlerdi...bir tarağın dişleri gibi idiler, şeytana  ve şeytanlaşmış insanlara inad !

Ve nenem bunca yıllık tecrübesi ve kocakarı imanıyla diyor ki; insana sevgi, şefkat ve herşeye karşı saygı duyması yaraşır, hatta taşa bile !
__________
Yeni nesile Sözlük:
Ervah: Ruhlar
İstikbâl: Gelecek
İstiklâl: Hürriyet, özgürlük
Mahlûk: Yaratılmış olan, yaratık
Sücud: Namazda secdeye kapanma, varma durumu
Segâh: Üç kapı, Türk müziğinde bir makam adı
Yegâh: Tek kapı, Türk müziğinde bir makam adı
Tezellül:(Yazıda) kendini aşağı/kul görmek, tevazu
Huşû: Rabbinin huzurunda boyun bükerek bulunmak
Makosen: Tek parça deriden yapılmış kısa ökçeli bağcıksız ayakkabı
Tarassud: Rasat etme, gözetleme